Evin karşısında, gözünü cama dikmiş bir adam var. Üç gündür orada. Perdenin ardından
izliyorum; yağmurun altında öylece duruyor. Pırtık penceredeki yatağına yatıyor. Onu da
izliyor.
Daha bir ay oldu deniz kenarındaki bu semte taşınalı. Güneşin altın ışıklarıyla salonumu
doldurup denizin iyot kokusu ruhumu canlandıracak diye düşünürken, pencereyi bir
haftadır değil açmak, dokunamıyorum bile. Neden? Orada yalı kazığı gibi duran
yüzünden! Nihayet bitti, kurtuldum derken buldu mu yoksa beni? Yok canım, daha neler!
Hayal mi görüyorum neyim? Ama yine de… Kimsin sen? Beni bu eve hapsettin; bir pencere
açacağım, özgürce nefes alsın diye evim, ruhum. Yıllarca yediğim dayaklar hâlâ sızlıyor;
sanki demir çubukla vurduğu yerler. Yorgunum senin gibiler yüzünden! Takıntılı insanları
sevmem; su damlası gibi akmalı insan, hayatın içine karışmalı. Sen ise bir kaya gibi
duruyorsun öylece, soğuk ve sert. Saçların darmadağın. Keskin bir çene hattı, çıkık
elmacık kemikleri, upuzun kirpiklerinle gölgelenmiş sanki. Sen gibisi… Boşandığımızdan
beri içimde bir sıkıntı var, atamıyorum yaşadıklarımı ve hele şu göğsümün üstüne oturan
bu öküzü!!!
Yağmur hâlâ yağıyordu; o günkü gibi bir uğultu. Kıracak gibi kapıyı çalmış; açmamla da
bir yumruk, bir yumruk daha! Ardı ardına kafama, yüzüme, karnıma… Tıpkı dışarıda
yağan yağmur gibi indi. Bir süre sonra acıdan hissizleşmiştim. Ağzından köpükler
saçarak küfrederken saçlarımdan tutup arka odaya sürükledi. Başımdan ılık ılık kan
sızmaya başlamıştı. Camın buharında kayan su damlaları gibi birer ikişer yüzüme,
oradan da çeneme doğru aktılar. Nefesim kesiliyor, hırıltıyla “Bırak beni, yeter! Bırak!”
deyip duruyordum. Kendimden geçmişim; açık kapıdan giren komşular elinden almış
beni. Olanların en büyük bahanesi, çocuğumun olmayışıydı. Acı bir gülümsemeyle
bunları hatırlarken istemsizce “Doktora bile gitmemiştik,” sözleriyle irkildim. Kitap
okumuş, biraz bir şeyler karalamış, birkaç lokma atıştırmış, müzik dinlemiş, can
yoldaşımla iki lafın belini kırmıştım telefonda. Akşamın kızıllığı ortalığı kaplarken
pencerenin önünde durdum, ışığı yakmadan. Yalı kazığı yine oradaydı işte. Bu böyle
olmayacak, dedim kendi kendime; korkuyla yaşanmaz! Kapıyı açtım: “Eeee yeter be!”
deyip hızla adama doğru yol aldım. “Baksana sen!!!” diye haykırırken içim titriyordu.
Cevap vermeden hâlâ pencereme bakıyordu. Yavaşça omzundan ittirdim: “Sana diyorum,
hey!!!” Lafım bitmeden paldır küldür, gürültüyle yıkıldı. Gözlerim yerinden fırladı;
dondum kaldım; kendime gelmem birkaç dakikamı aldı. Hayal dünyam bana ne güzel
bir oyun oynadı. Ahmet değilmiş… derken bütün ciğerlerimdeki hava boşaldı.
Ve kapıdaki levhayı gördüğümde gözlerimden yaşlar boşala boşala usulca okudum:
“Cansız manken bulunur.”



