Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Çerçevedeki Fatma

“Bazen bir kadın susarak değil, yürüyerek anlatır derdini.”

Güneş bile bu köyden, usanmış gibiydi artık. Yağmur gün boyunca aralıksız yağmış. Duvarın ortasındaki, solgun çerçevede, Fatma’ nın gülümsemesi hala asılıydı. O çerçeve, odanın tek canlısıydı. Toz tabakası, yılların sessizliğini örtmek için bir örtü gibi serilmişti üzerine.

Fatma, o çerçevenin içinde tam on beş yıldır yaşıyordu. En azından herkes öyle sanıyordu. Ama kimse, o gülüşün ardındaki hikâyeyi bilmiyordu.

Fatma, küçük yaşta ailesinin uygun gördüğü kişiyle evlenmişti. Evdeki her şey dışarıdan bakana düzenli görünürdü. Düzenli sofralar kurulur, kapalı kapılar ardından sessizce yemekler yeniliyordu. Evde sadece sessizlik hüküm sürerdi. Ama o sessizlikte her gün biraz daha silinen bir kadın yaşıyordu. Bir defa annesine “Ben rüyamda hep deniz görüyorum,” demişti. Annesi sadece “Bizim kaderimiz bu kara topraktır, kızım.” diye cevap verdi.

Yıllar geçerken, bir gün, kapının eşiğinde duran Fatma ellerini güneşe kaldırdı. Avuç içine sığdıramadı. O an fark etti: hayatta, gülümseme bir çerçeveye sığacak kadar küçük olmamalıydı.

Gece, evde herkes uyurken, küçük bir el çantasına birkaç kıyafetini koydu. Sokak kapısının eşiğine kadar geldi. Bir süre sessizce bekledikten sonra odaya geri döndü. Duvarda asılı olan çerçeveyi özenle el çantasına yerleştirdikten sonra arkasından “Yuvanı yıkma Fatma!” diye seslenen eşinin sesini duydu ama geriye dönüp bakmadı.

Fatma, bir kez karar vermişti. O gece, sadece bedenini değil, kaderini de bu evden çıkarmaya niyet etmişti.

Tren sabaha karşı sessizce köyün kıyısındaki istasyondan geçerken Fatma trenin penceresinden cama yansıyan kendine baktı. O, an yüzünde bir şeyler oldu. Camdan dışarı bakarken, sayısız insan nefesiyle buğulanmış trenin camında yüzü yavaşça silinmeye başladı. Aynı zamanda, sanki sabunlu suyla ruhu silinmiş gibi hissetti. Trenin camında önce gözleri, sonra saçlarının kıvrımı, ardından dudakları. En sonunda Fatma görünmez oldu. Ne bir yolcunun, ne bir kondüktörün fark ettiği biri vardı o vagonda. Artık kimsenin göremediği bir özgürlük alanında yürüyordu Fatma.

Hiç gitmediği deniz kenarında, yeşillikler arasında küçük kasabaya vardığında, görünmezliği bir lanet gibi değil, bir armağan gibi kullandı. Kimi zaman rüzgarla kapı aralığından süzülen iyot kokusu gibi geçti insanların arasından.

Balıkçıların ağlarını onarır, çocukların uçurtmalarının uçmasına yardımcı olurdu. Kasaba halkı “Fatma Rüzgarı” diye seslenirdi. Bu gizemli kadına. Kimse onu görmezdi ama herkes onun şefkatini hissediyordu.

Yıllar sonra, bir çocuk deniz kıyısında eski bir fotoğraf buldu. İçinde solgun bir kadın gülümsemesi… Çerçevenin arkasına ise tuzla silinmiş şu cümle kazınmıştı: “Görünmez oldum ama sonunda, gerçekten varım.”

Kasaba sessizdi. Herkes sabah yosun kokusu ile uyanır, sadece kendi dertleriyle uğraşırdı. Fatma, kimsenin fark etmediği ama herkesin hissettiği bir nefes gibiydi. Bir gece yaşlı bir balıkçının lambası denize düşüp sönünce, sabah o lambayı kurumuş ve pırıl pırıl buldu balıkçı. Bir gün, küçük bir kız rüzgara “ Uçurtmamı geri getir!” diye ağladığında, Fatma, gökkuşağı renginde yeni bir uçurtma yaptı. Küçük kızın evinin kapısına bıraktı.

Kasabada herkesin içinde bir dinginlik, nedenini bilmediği farkındalık vardı. Halk, zamanla değişti. Deniz aynı dalgalarla kıyıya vuruyordu ama insanlar farklıydı artık. Bir gece, deniz fenerinin tepesinde uzun bir ışık süzüldü. Kasabalılar koşup baktı, kimseyi göremedi. Yalnızca fenerin camında ince bir parmakla çizilmiş bir ay deseni vardı.. O günden sonra denizden gelen
rüzgâr biraz daha sıcak, kasaba biraz daha huzurluydu.

O geceden sonra, “Fatma Rüzgârı esti yine,” söylenmeye başladılar. Fatma akşamları deniz kıyısında tek başına yürüyordu. Her adımında deniz hafifçe kabarır, zeytin ağaçlarının yaprakları titrerdi. Görünmezliği artık bir yalnızlık değil, özgürlüğün en sessiz haliydi.

Kasabada, herkes Fatma’yı efsane gibi “Denize karışan, rüzgâr kadın…” olarak anarken kocası Hasan, onu sessizce aramaya başladı. İlk zamanlar öfkeliydi, sonra sessizliğe gömüldü. Evdeki çerçeve yerine boş çiviye her baktığında kendi payına düşen suskunluğu gördü. Bir gece, o da aynı karanlık yoldan yürüdü; elinde bir bavul, cebinde Fatma’ nın eski mendili vardı.

Kocası Hasan, kasabaya vardığında rüzgar yüzüne hafifçe dokundu. Denizden gelen kokuyu içine çekti. Rüzgar hafifçe eserken, sanki Fatma kulağına fısıldadı: “Artık beni değil, kendini buldun.”

Hasan başını hafifçe kaldırdı. O anda içindeki tüm pişmanlıklar bir dalga gibi geri çekilmeye başladı. Elini kalbinin hizasına koydu ve içinden, “Artık seni olduğun gibi seviyorum Fatma!” diye söylenirken kasabada iki rüzgâr esmeye başladı. Biri geçmişi affedenin, diğeri kendini bulanındı.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Melek Yenigün
Melek Yenigün
1964 Ünye doğumluyum. Hani hep derler ya! Hayatını sonuna kadar yaşa. Kendin için kişisel farkındalık yarat. Pandemi sürecinde evde kaldığım zaman bilgi ve birimlerimi güncelleyerek, online Yaşam koçu, yaratıcı yazar, masal terapisi eğitimleri aldım. İlk kaleme aldığım “Kurnaz Karga ve Köpek Masalı” ile yazarlık serüvenim başladı. Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iş. Yazar olmak ile ilgili aslında hiç hayal kurmadım. Ta ki ilk eserim “Aşk Kapıya Gelirse! Aç kapıyı” yayınlanana kadar. İkinci eserim “Bir Gelinin Güncesi, Leyla'nın Sırlı Dünyası” kitabım yayınlandıktan sonra heybemin dolu olduğunu fark ettim. Kaleme almak istediğim çok hikayelerimi var. Okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

POPÜLER YAZILAR