Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

İçsel Göç ve Sessiz Direniş: Türk Kadın Anlatılarında Kaçışın Biçimleri

İnsan, iç ve dış çatışmaların yarattığı yabancılaşma karşısında çoğu zaman bulunduğu ortamdan uzaklaşma ihtiyacı duyar. Kendini oyalayacak bir şey bulmak ya da yeni bir mekâna sığınmak, ruhsal sıkışmayı hafifleten acil çıkış olmuştur çoğu zaman. Bu nedenle kaçış, bireyin dayanma eşiğini korumak için başvurduğu en yaygın savunma biçimlerinden biri hâline gelmiştir.

Modernizmin getirdiği hız ve baskı arttıkça, edebiyatta da kaçış temasının belirgin bir şekilde öne çıktığı görülür. Türk edebiyatında -özellikle de çağdaş edebiyatta- bu uzaklaşma, basit bir tema değil; varoluşsal bir sığınaktır.

Bu sığınak, karakterin cinsiyetine göre biçim değiştiren çok katmanlı bir dildir. Edebiyatta kaçışın biçimi, karakterin cinsiyetiyle doğrudan ilişkili biçimde farklılaşır. Erkek merkezli anlatılarda kaçış, çoğu zaman eyleme dönüşen bir kopuştur: mücadele etmek, yola çıkmak, sistemle savaşmak ya da düzeni terk etmek gibi. Kadın merkezli edebiyatta ise çoğunlukla görünmeyen bir mecburiyetin sonucudur. İçsel bir göçtür; bedene, mekâna ve dile sinen toplumsal tahakkümden zihinsel olarak kopuşun; kendine ait bir zihinsel sığınağı yaratmanın ilk adımıdır. Kimi zaman kadının kendi saçlarını keserek kimliğini yeniden kurma çabasıdır kimi zaman sadece odasını değiştirerek nefes almaya çalışmasıdır. Böyle durumlarda kapıyı çarpmadan sessizce dışarı süzülmek ya da derinden yükselen görünmez bir çığlık, kadının içe dönüşünün en yüksek sesi hâline gelir.

Bu yüzden merkezine kadını alan metinlerde kaçış, alelade bir uzaklaşma değil; derin bir direniş biçimidir. Kadın özne için gitmek, çoğu zaman kalabilmenin tek yoludur. Dolayısıyla kadın edebiyatında kaçış, yenilgiyi değil; görünmeyen zincirlerle örülü hayatlara karşı sakin bir direnci temsil eder.

Türk öykücülüğünde bu direnişin en berrak izleri -elbette ki- kadın yazarların kaleminde görünür. Tomris Uyar’ın Yürekte Bukağı’ndaki dar mekânlara sıkışan fakat içinden taşıp gitmek isteyen karakterleri, sessizlikle büyüyen bir çığlığı taşır. Sevgi Soysal’ın yapıtlarında kadınlar; bedenlerine, evlerine ve toplumsal rollere karşı içsel bir göç yaşar. Özellikle de Yürümek romanında, kadının kendi bedeni ve cinsel kimliği üzerinde kurulan baskıya karşı çıkışı; bir eylemden ziyade kabul edilmiş rollerden usulca istifa etme hâlidir. Sevim Burak’ın parçalı anlatılarında kaçış, önce dilden başlar; kelimenin kırıldığı yerde kadın özne kendini yeniden yaratır.

Bu çizginin takipçisi sayılabilecek Düşen adlı öyküm de yine bu suskunluğun içinden gelir. Kadın karakter çığlık atmaz; dişlerinin arasından söküp çıkardığı kelimelerle suskunluğunu dönüştürür. Kapıyı çarpmaz, “affet” kelimesine tutunur. Kanla yazılmış ama iyileşmeyi hatırlatan bir sükûnettir bu. Onun gidişi evden değil, içinden başlar; bu, yıllardır taş gibi biriken zincirlerden, görünmez yüklerden kurtulmanın tek yoludur.

Aynı sessizliğin yankısının romanlara da sindiği görülür. Türk romanlarında da bu tema; tıpkı öykülerde olduğu gibi şiirsel, gizli ve travmatiktir. Nermin Yıldırım’ın romanlarında kaçış; iz bırakmadan, sakin ve derinden, kimi zaman da hafızanın karanlık kıvrımlarında gerçekleşir. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünde ise büyülü ve masalsıdır; gerçekliği yeniden kurma biçimidir. Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın’ında ise sıradan bir uzaklaşma değil; kadını şekillendirmeye çalışan toplumsal bakışa karşı varoluşsal bir reddiyedir. Bu reddiye, toplumsal kuralların ve dilin dışına savrularak, kendi tuhaflığını bir kaçış rotası olarak benimsemek ve bu yolla sisteme ait olma zorunluluğunu ortadan kaldırmaktır.

Edebiyatla sınırlı kalmayan bu gürültüsüz vazgeçiş, müziğin dilinde de yerini bulur. Kadınların bu kendi içine dönme hâli, yalnızca edebiyatta değil; müzikte de sakin ama kararlı bir karşı duruş olarak karşımıza çıkar. Sezen Aksu’nun Ben de Yoluma Giderim şarkısında gitmek; bağırarak değil, içte alınmış sakin bir kararla gerçekleşir. Kadın özne, artık kendisini görmeyen bir bakışa tutunmaktansa kendi yoluna gitmeyi seçer. Bu şarkıda “yoluma gitmek” yalnızca ilişkiyi bitirmek değil; görünmezlikten kurtularak kendi varoluşunu merkeze koyma eylemidir. Bu gidişte ne dramatik bir firar vardır ne de destansı bir kopuş. Tam tersine suskunluk, kırgınlık ve kendi kendini sahiplenme vardır. Kadın, gitmeyi değil; kendisi olarak kalabilmek için uzaklaşmayı seçer. Sertab Erener’in Olsun adlı şarkısı, içte alınmış sakin bir kararı çağrıştıran yapısıyla bu duruşa eşlik eder. Buradaki kaçış, yüksek bir isyan değil; kişinin kırılmadan kendisini koruma çabasıdır. Neşesiz bir kabulleniş değil, kendini yeniden kurma arzusudur.

Sonuç olarak öznenin kadın olduğu her anlatıda kaçış, savaştaki bir yenilgiden çok kabullenişin ve o kabullenişin ardından gelen sakin bir vazgeçişin ifadesidir.Bu durum, kadın karakterin mücadeleden kaçmadığını, aksine doğru yerde vazgeçmenin de bir tür direnç, bir tür cesaret olduğunu gösterir. Kadın giderken aslında kendine döner. O yol, bir gidişin değil; varoluşun ta kendisidir. Bu “gitme” eylemi, duvarları yıkmak yerine, o duvarların içinde kendine yeni ve görünmez bir kapı inşa etmektir. Kaçış, bir bitiş değil; insanın kendine dönmek için açtığı en derin, en insani kapıdır.

Didem Gürhan
Didem Gürhan
1983 İstanbul doğumluyum. Türk dili ve edebiyatı öğretmeniyim, aynı zamanda redaktörlük ve soru yazarlığı yapmaktayım. Çeşitli dergilerde birçok incelemem ve öyküm yayımlandı. Kırıklar Atlası adlı bir öykü dosyam bulunmakta. Bir kedi ve çocuk annesiyim.

POPÜLER YAZILAR