Bir valiz, bir sessizlik, bir bakış…
Bazen kaçış bir bavulun içine sığar; bazen bir suskunluğun içine.
Kimi kadın uzaklara gider, kimi olduğu yerde yok olmayı seçer.
Ama her biri aslında aynı şeyi arar: kendi sesini, kendi varlığını, kendi ‘ben’ini…
Toplum tarafından bize hep “kalmak” öğretildi.
Kalmak sadakatti, sorumluluktu, olgunluktu.
Ama kimse “kalmanın bedelini” sormadı.
Oysa gitmek bazen bir başkaldırıdır; bazen de iyileşmenin ilk adımı.
Kadın, bazen sessizliğin en gürültülü haliyle gider.
Kadınlar Gitmeden de Gider
Biz kadınlar, çoğu zaman gitmeden gideriz.
Bir bakışı geride bırakır, bir kelimeyi yutar, bir odayı sessizce terk ederiz.
Kimi zaman gidişimiz fark edilmez bile; çünkü alışılmış rollerin içinde kaybolmuşuzdur.
Bir evden, bir ilişkiden, bir şehirden…
Ama bazen en derin kaçış, kendi içimizden olur.
Kendimizi susturduğumuz, ertesi güne bıraktığımız hayallerden kaçarız.
Oysa belki de asıl dönüş, o kaçışın içindedir.
Kaçış Zayıflık Değil, Bir Özgürleşme Biçimidir
Gitmek, kırılganlık değildir.
Gitmek bazen kalmaktan daha cesurca bir eylemdir.
Kaçmak, korkmak değil; kendini koruma içgüdüsüdür.
Kadınlar yüzyıllar boyunca sessiz kalmayı öğrendi.
Şimdi sessizliğin içinden yeni bir dil yarattık!
Kaçış, zincirleri çözmenin başka bir adıdır.
Bir kimlikten, bir yargıdan, bir “kadın dediğin…” cümlesinden kurtulma isteğidir.
Ve her kaçış, aslında bir “ben artık varım” deme biçimidir.
Bir Başlangıç Olarak Gitmek
Her gidiş, bir son değil — bir başlangıçtır.
Bir kapının kapanışı, yeni bir nefesin açılışıdır.
Kaçan kadınlar dünyayı yıkmaz; onu yeniden kurar.
Belki daha sessiz, ama çok daha özgür bir yerden…
Ve belki de artık şu soruyu sormanın zamanı geldi:
Kaçtığımız şey gerçekten korkularımız mı?
Yoksa bize ait olmayan hayatlarımız mı?
İşte kaçmak bazen bir bavulun içine sığar; bazen de bir suskunluğun içine…



