Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Masalın Yabancısı

Bir ormanın içine gizlenmiş küçücük bir köy varmış. Bu köyde yaşayan herkes çok ama çok mutluymuş. Mutluluklarının sırrı neymiş, dersiniz?

Bir kere güne her zaman neşeyle başlıyorlarmış. Her gün, önce kendilerini, sonra doğayı, sonra da birbirlerini selamlıyorlarmış. Herkesin bir görevi varmış. Herkes kendi görevine sadık kalır, bir başkasının işine asla karışmazmış. 

O görevleri zamanı geldikçe anlatacağım. Şimdi biz masalımız nerede ve ne nasıl başlamış onu öğrenelim. 

Bir gün bu köy için çok şaşırtıcı, kimsenin asla ama asla beklemediği bir şey olmuş. Köye bir yabancı gelmiş. Evet, bir yabancı… Diyebilirsiniz ki ne var bunda? Varmak istediği yere giderken dinlenmek istemiştir ya da sadece o köye ulaşmak için yola çıkmıştır ya da yeni yerler keşfediyordur. Olamaz mı? Olabilir, elbette ama ilginç olan şu ki bu köye yabancı hiç kimse gitmemiş o güne kadar.. . Hatta size şu kadarını söyleyeyim, yabancı bir kuş gelip köyün ağaçlarının dallarına bile konmamış. Yabancı hiçbir böcek, hiçbir kedi, köpek gelmemiş.

Bu yabancı, köyün girişindeki ağaçlı yoldan girdiği anda etraftaki tüm sesler susmuş. Bir anda her ses sanki bıçakla kesilevermiş. Rüzgâr, esmeyi bırakmış. Neşeyle uçuşan kuşlar kelebekler, böcekler uçmayı… Tüm hayvanlar yuvalarına kaçmış. Tabi köyde yaşayan insanlar hemen fark etmişler doğanın kesilen sesini… Onlar da ellerinde ne iş varsa bırakmışlar. Korkuyla birbirlerine bakmışlar. O sırada habercinin borusunun sesi gelmiş. Bu üç saniyelik ses ile herkes evine koşmuş, kapısını kapatmış. Başlamışlar diğer boru sesini beklemeye.

Yabancı, “Allah Allah, bu köyde yaşayan kimse yok mu acaba?” diye geçirmiş aklından. Halbuki her şey çok canlı ve temiz görünüyormuş. Yaşam olmaması imkansızmış yani. Köyün içine girdikçe hareket yavaşlıyormuş sanki. Kendi adımlarının bile yavaşladığını hissetmiş. Köyün meydanına yaklaştığını düşündüğü bir anda, az önce duyup önemsemediği sesi tekrar duymuş. Bu, yine habercinin borusunun sesiymiş ve bu kez 5 saniye sürmüş. Aynı anda köydeki herkes kapılarının büyük kilitlerini takmaya başlamış. Şangır şungur kilit sesleri, sessizliğin ortasında, köy meydanında yankılanmış. Sesleri duyan yabancı bir anda şaşkına dönmüş.

“Neler oluyor böyle?” diye bağırmış ama sorusuna hiç cevap alamamış. Köyün meydanına da gelmiş bu arada tabi. Küçücük köy sonuçta, girişiyle meydanı arasında ne kadar mesafe olabilir ki? Etrafına bakınıp konuşabileceği birini ararken meydanda heykel gibi duran üç kişiyi fark etmiş. Hiç hareket etmeden duran, dizlerine kadar uzun saçları olan bir kadın, iki erkek… Ellerindeki asaya yaslanmış, karşısında duruyorlarmış yabancının. Bunlar da köyün koruyucularıymış. 

Elindeki asayı yere vurup insana mikrofonla konuşuyormuş hissi veren gür sesiyle sormuş Kadın Koruyucu:

“Nereden gelip nereye gidersin yabancı?”

 Gülmüş adam. 

“Siz, köyünüze gelen bir Tanrı misafirini böyle mi karşılıyorsunuz?”

Tekrar vurmuş asasını yere kadın, bu kez daha güçlü sormuş:

“Nereden gelip nereye gidersin yabancı?”

“Tamam, anlaşıldı, misafirperver bir köy değil burası. Söyleyeyim o zaman, buraya 3 gün uzaklıkta olan bir başka köyden geliyorum. Bir yere gitmiyorum, buraya geldim.” 

Koruyucular birbirine bakmış. Sağ taraftaki Koruyucu yere vurmuş asasını ve ayrılmış yanlarından. Diğer iki Koruyucu, hızlıca adamın iki koluna girmişler. Adam daha ne olduğunu anlayamadan onu almışlar ve meydanın arkasındaki bahçenin ortasında duran kulübeye götürmüşler. Adam direnmeye çalışsa da boşunaymış çünkü Koruyucular çok güçlüymüş. 

Bu kez 7 saniye duyulmuş Habercinin boru sesi ve herkes evlerinin kilitlerini açıp meydana gelmeye başlamış. 

Beni kazanınıza atıp yakmayacaksınız değil mi, diyerek alaycı tavrını sürdürmüş yabancı. Cevap alamamış bu sorusuna. Herkes meydana toplandıktan sonra adamı alıp ortada bir tabureye oturtmuşlar. Herkes merakla adamı incelerken Sözcü gelmiş,  karşısına oturmuş adamın:

“Anlat bakalım yabancı, derdin nedir, evin neresidir, sen kimsin?”

Alaycı tavrını bırakmış şimdi, kendinden emin ve kibirli tavrına geçmiş artık.

“Derdim yok, evim yok. Gezgin bir yabancıyım sadece. Herkes bu köyün varlığından söz eder durur. Köyünüzle ilgili hikayeler dilden dile dolaşır. Büyüklerin masallarında, ninnilerinde, çocukların oyunlarında hep siz varsınız. Ben de merak ettim ve kendi gözlerimle görmek, sizleri tanımak istedim. Benim hikayem bu kadar basit, Sözcü!”

Şaşkınlıktan ne diyeceklerini bilememişler. Bu kendisine Gezgin diyen yabancı acaba kendileri hakkında neler biliyormuş? Üstelik Sözcü’ye adıyla seslenmiş. Yabancı şaşkınlıklarını hemen anlamış ve bu şaşkınlığı koymuş cebine… Bu kez daha üstten devam etmiş:

“İzin verirseniz sizin yanınızda bir süre kalmak isterim.”

İşte bu hiç bekledikleri bir şey değilmiş. Koruyucular yabancıyı meydana getirdikleri gibi iki koluna girip tekrar kulübeye götürmüş. Köylüler hiç konuşmadan Öncü’nün peşine takılıp yürümeye başlamışlar. Yürümüşler, yürümüşler, köyden çıkıp ormanın içlerine doğru ilerlemişler. Bilge’nin evine vardıklarında herkes aynı anda konuşmaya başlamış. Öyle ya, ilk kez bir yabancı görüyorlarmış sonuçta ve üstelik bu yabancı bir gezginmiş. Kimi çok etkilenmiş bu durumdan, kimi çok şüphelenmiş, kimi hemen gitmeli demiş, kimi kalsın da öğrenelim bizim dışımızdaki dünyayı demiş. Bilge, durun demiş, sakin olun ve sakince anlatın bana neler olduğunu. Sözcü yine başlamış anlatmaya. Olanları sırasıyla aktarmış Bilge’ye. 

Rüyacıya sormuşlar: “Var mı rüyalarında bir işaret?” Yokmuş! 

Köyde yaşayan herkesin bir görevi varmış, derken neyden söz ettiğimi anladınız değil mi şimdi?  O zaman devam edelim, masalımızı anlatmaya.

Yabancı orada beklerken bizim köy sakinleri de kendi aralarında anlaşmaya çalışıyorlarmış ama bu çok zor görünüyormuş. Şimdiden anlaşmazlıklar, bölünmeler başlamış bile. Bu durum Bilge’yi çok huzursuz etmiş çünkü ilk defa oluyormuş. İlk defa birbirlerini anlamadan, dinlemeden konuşuyor ve bambaşka fikirler atıyorlarmış ortaya. 

Ama biliyorlarmış ki en son kararı Adil verecek. Adil, çoğunluğun istediği olur demiş ve herkesle tek tek konuşmuş. Sonuçta köylünün ortak kararı ile Gezgin Yabancı’nın orada kalmasına karar vermişler. İnşaatçı hızla işe koyulmuş. Yanına birkaç kişiyi almış ve onların da yardımıyla Gezgin Yabancı için bir ev hazırlamış. 

Masal bu ya, daha akşam olmadan ev bitmiş, yabancı da içine yerleşmiş. 

Herkes çok yorgunmuş. Gece yarısı olmadan köyün girişindeki uyku ışıkları yanmış. Ve köy derin bir sesliğe bürünmüş. O gecenin içinde iki kişi uyanıkmış, biri Gezgin Yabancı, diğeri de Hayalci.

Gezgin, burada neler olduğunu anlamak için sabırsızlıktan; Hayalci, Gezgin ile ilgili hayaller kurmaktan uyuyamamış. İşte burada masalımızın seyri biraz değişmiş. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış.

Sabah olduğunda horozlar önce bilememiş ötsünler mü, çiçekler açsın mı, böcekler çıksın mı yerlerinden… Kainat uyanmış ve hemen evinin pencerelerini, kapısını açmış. Aynaya bakıp kendini selamlamış ve hemen çıkmış bahçeye. Gözlerini kapatıp kollarını açmış, kucaklamak için doğayı ve bağırmış:

“Uyanma zamanı!” 

Ama hiçbir değişiklik olmamış. Ne olduğunu anlamak için şöyle bir etrafına bakmış ki Gezgin Yabancı ile göz göze gelmiş, arkasında Hayalci, onun arkasında Koruyucular.

İşte bu hiç iyi değilmiş. Günün tüm seyri değişmiş. Gün Kainat ile başlamayınca o gün kimse uyanmamış. Koruyucular gece uyanıp gündüz uyudukları için onlar da hiç uyumamış. Hayalci ve Gezgin zaten dün geceden uykusuz… Kainat, tüm evleri tek tek dolaşıp herkesi uyandırmak istemiş ama olmamış. Belli ki bugün kimse uyanmayacakmış. Bari Bilge ve Sözcü uyansaydı diye düşünmüş Kainat ama o da olmamış. Gitmiş Hayalcinin yanına. 

Hayalciye niçin bu yabancının arkasından gittiğini sormuş. Bilmiyorum, demiş Hayalci, beni ona çeken bir güç var. Gizemli oluşu mu, merak uyandırıcılığı mı bilmiyorum. Sadece onun yanında olmak istiyorum. Hayallerim hep onunla doldu. Başka bir şey düşünemiyorum. 

Gezgin’in yanına gitmiş bu kez. Niye dolanıp duruyorsun köyümüzde, güne başlayamadık senin yüzünden, döngüyü bozdun demiş.

İçimdeki merakı gidermediğiniz sürece ben uyuyamam, ben uyusam ruhum uyumaz. Hep gezinip dururuz buralarda, demiş.

Ona istediğini vermezsek, diye başlamış birinci Koruyucu; bu döngüyü düzeltemeyiz, diye devam etmiş diğeri; her şeyi anlatıp bu durumu düzeltecek olan sensin, diye tamamlamış sonuncusu.

Üç Koruyucu, bir Hayalci, bir Kainat ve bir Gezgin geçip oturmuşlar köy meydanına. Uzun konuşmalara alışkın değilmiş Kainat, onun görevi sadece doğanın dengesini korumakmış sonuçta ama anlamış ki bu da bir denge meselesi. Denge sağlanmadan döngü düzelmeyecek…

Başlamış anlatmaya, taa en başından… 

Dünyanın yaratılışından beri her yerin kendine özgüymüş yaşam biçimi. Bu köyde de herkesin bir görevi varmış ya köyün sistemi bunun üzerine kuruluymuş. Gördüğünüz gibi bir yabancı nasıl da alt üst etmiş her şeyi.. 

Şimdi köy halkı bir daha hiç uyanmayabilir, mevsimler değişmeyebilirmiş. Zaten doğa kendi döngüsünü bir kaçırırsa yeniden kendine gelmesi için her şeyin yok olması gerekirmiş önce… Anlattıkça anlatmış Kainat… 

O anlattıkça iç çekiyormuş Hayalci, gözyaşları dökülmüş gözlerinden. Bu sözler, Yabancı Gezgin’i buradan göndermek içinse yanıp yok olmayı tercih ederim, demiş Kainat’a. Şaşırmış Gezgin bu sözleri duyunca… Gururu da okşanmış tabi ve hemen yeni bir hayal yükleyivermiş hayalcinin güzel yüreğine. Sen de gelirsin benimle, birlikte gideriz buradan. Hem dışarıda bambaşka bir dünya var sizin dışınızda. Evet, belki kötülükler de var, savaşlar da ama yeni yerler hayallerini canlı tutar her zaman. Bir Hayalci ve bir Gezgin’den daha iyi yol arkadaşı olabilir mi birbirine?

Bu güne kadar nasıl yabancı hiç kimse gelmediyse bu köye, bu köyden biri de çıkmamış dışarı. Koruyucular hemen ayaklanmış. Kadın Koruyucu vurmuş asasını yere: “Hiç kimse çıkamaz bu köyden dışarı.”

İşte o anda gök gürültüsü duyulmuş, şiddetli bir yağmur yağmaya başlamış. Kainat, bunun neyin işareti olduğunu anlayamamış. Onun dışında gelişiyormuş doğa olayları. 

O andan sonra her şey çok hızlı gelişmiş. Gezgin, Hayalcinin elini tutmuş, birlikte köyün çıkışına doğru yol almışlar. Onlar daha çıkışa varmadan ağaçlar devrilmeye başlamış önlerinde. Durmuş Hayalci, yapamam, demiş, köy başlarına yıkılacak. 

Belki onları da alıp götürebiliriz, demiş Gezgin. Ama bu o kadar da kolay değilmiş. 

Koruyuculardan biri peşlerindeymiş. Hayalciye gitme, demiş, gitme…,

Diğer iki Koruyucu ve Kainat Bilge’nin evinin önündeymiş. Dışarıda yağmur, fırtına… Hiçbir şey duymuyormuş Bilge. İçeri girmişler. Bilge yatağın üzerinde oturuyormuş. Kainat her şeyi anlatmak istemiş ama onu durdurmuş Bilge. 

Dur, demiş, sen daha fazla bir şey yapamazsın. Beklemekten başka şansımız yok. Hayalci, seçimini yapacak. Ama, o bir Hayalci demiş Koruyuculardan biri, tabi ki hayallerinin peşinden gidecek.

O bir Hayalci, evet ve hayal kurmak için bir Gezgin’e ihtiyacı yok. İçinde taşıdıkları zaten çok güçlü… Şu an hayallerinin de onunla birlikte gideceğine inanıyor. 

Bunun gerçekliğine inanamıyormuş diğerleri ve hala gidip onu vazgeçirmeleri gerektiğini düşünüyorlarmış. 

Ama bilirsiniz, bir masalda bir Bilge varsa herkes onun sözünü dinler. Bir bildiği vardır elbet, kimse boşuna Bilge olmaz.   

Zor da olsa beklemeye devam etmişler. 

Ne kadar doğrudur bilinmez ama ormanın girişinde bir Koruyucu, bir Gezgin ve bir Hayalci; Bilge’nin evinde bir Bilge, bir Kainat ve iki Koruyucu üç gün, üç gece bekledikleri söylenir. 

Sonunda birden bire gök gürültülerinin sesi kesilmiş. Fırtına dinmiş. Sessizce dışarı çıkmış Bilge, Kainat ve Koruyucular. Yürümüşler köyün girişine doğru. Herkes evinden çıkıp takılmış peşlerine. Hayalci, ormanın girişinde öylece oturuyormuş, yanında Koruyucu. 

Gitmemişsin, demiş Kainat. 

İçindeki gücü görmüşsün, demiş Bilge.

Gezgin nerede, demiş köylüler.

Cevabı doğa vermiş. Horozlar ötmeye, kuşlar, kelebekler, böcekler cıvıl cıvıl uçmaya başlamış. Herkes mutlulukla birbirine sarılmış. Doğa döngüsüne kavuşurken Hayalci yeni hayallere dalmaya başlamış bile çoktan. 

Bilge, sevgiyle ve huzurla evine dönmüş. 

Gökten düşen elmalar, içindeki gücü görebilen ve onu sonsuza kadar koruyan tüm kadınlar arasında bölünmüş…

Nüzhet Kılınç
Nüzhet Kılınç
1987 yılında Gelibolu’da doğdum. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. 2010 yılından beri öğretmenlik yapıyorum. 2011 yılında eşimle birlikte kurduğumuz Gelibolu Sanat Merkezinde drama ve tiyatro eğitimleri veriyorum. Öyküler, tiyatro oyunları, çocuk kitapları, masallar yazıyorum. “Ruhumun Şarkısı” adlı kitabın yazarıyım. Çocuklar, masallar, kuklalar ile kurduğum kendi dünyamın içinde üretiyorum, paylaşıyorum, iyileşiyorum.

POPÜLER YAZILAR