Uzun uzun cümlelerin kurulamadığı zamanlar, uzun uzun yolların gidildiği anlara gebedir.
Her şeyin, hiçbir şeyin yokluğuyla ilişkili olduğu o anlarda verilen kararların,
Çoğu zaman hayatların dönüm noktası olduğu gerçeği ile yüzleşmenin verdiği o çaresizlik
İnsanın ruhunda derin izler bırakırken, yanında kimseyi bırakmaz ya,
İşte öyle bir şey.
Ne anlatacağını bildiğin anlarda,
Kime anlatacağını bilmemek,
Ve kime anlatman gerektiğini anladığında,
Cümleleri geri çekememenin verdiği o yük,
Bütün ağırlığı ile yan koltuğunda yol arkadaşın olur ya,
Tam olarak öyle bir şey kimsesizlik.
Çarelerin, çaresizliğin ta kendisi olduğu gerçeği var bir de.
Bütün dünyayı karşına alabilecek gücün varken,
Kendinle aynada yüzleşememek de hayatın ayrı ve acı bir gerçeği.
İnsan, en çok kendisini terk etmez mi…
Kendi acılarını ertelemek, başkalarının yaralarından güç almak
En büyük sığınaklardan biri değil mi.
Uzun uzun yolların gidildiği o anlarda,
Nereye gidildiğine bakılmaksızın çizilen rotaların dönüşü,
Daha çok hasta etse de kalbi,
Bile bile lades demek de sessizliğin bedellerindendi.
Oysa, kaçamadığımız her duygunun,
Kuramadığımız bir cümleye karşılık geldiğini bilmek
Ve ne yaparsak yapalım, bu bulmacayı çözememek
Belki de yaşarken ölmenin tam karşılığıydı…
Ben, kendi mezarımı ziyaret ettiğim o günden beri
Uzun uzun cümleler kuramadığım zamanlarda da gidemedim uzun yolları.
Ruhuma okuduğum Fatihaların nerede yankı uyandırdığını bilmeden okumaya devam ettim.
Her ölenin selası okunur derler,
Ben selam okunmadan defnedildim.
Bir mezar taşım olmadan buldum her ziyaretimde kendi mezarımı
Bazen işaretler de çok gereksiz olur diye düşünmeden de edemedim.
Sonuçta, yaralı ruhlar birbirini yarasından tanırdı, buna inandım.
Ama yine de bile bile en çok da ben kanattım kendimi.Kimsesizler mezarlığında, adım okunmadan kazıldı mezarım.
Ben, bu dünya dedikleri yerden
Ve yaşamak dedikleri sanattan, hiçbir şey anlamadım…



