Kadınlar sadece kırmızı oje gibi parlamakla kalmamalı, aynı zamanda kendi güçlerini ellerine alarak hayatta kendi yollarını çizmelidir.
İlkel veya gelişmiş olmanın pek önemsenmediği toplumlarda tabakalaşmanın farklı seviyelerde oluşu sosyolojik bir gerçekliktir.
Benzer statü, meslek, kültürel hayat ve ekonomik düzeye haiz olanlar aynı sosyal sınıf içerisindedir. Sosyal sınıf oluşumunda pek çok belirleyici unsur olmakla beraber en etkileyici olan ekonomidir. Ekonomik hâli belirleyen de çoğunlukla icra edilen meslektir. Yapılan meslek genelde statüyü de beraberinde getirir. Sosyologların çoğu toplumu sınıflara ayırırken çoğunlukla yapılan mesleğe göre değerlendirir. Meslek kişilerin ekonomik durumunu, ekonomik durum da kişinin sosyal, kültürel, siyasi vb. durumunu etkiler. Mesela, yoksul kesim sadece ekonomik anlamda değil, toplumsal pek çok alanda imkânların yetersizliğinden dolayı sıkıntı yaşamaktadır.
Toplumdaki sosyal sınıf ayrımı bireyleri, bulundukları sınıfın dışındaki sınıflardan bireylerle iletişimde kalarak vakit geçirmesi gibi etkileşimlerden uzak tutar. Bu durum toplumsal kaynaşmanın olması ve homojen bir toplum yapısının oluşması için engel teşkil etmektedir.
Ayrıca bu sınıf farkları; eğitim gördüğü okul, kullanmış olduğu aksesuar, beraber zaman geçirilen insanlar, giyim kuşamdan tutunda gezilen yerlere kadar farklılık gösterir. Hatta tırnaklar bile…
Asalet ve ayrımcılık…
Tırnakların bakımı, bugünden 5000 sene evvelinde Hindistan’a değin uzanır. O zamanlardan beri Hintli kadınlar parmak ucu ve tırnaklarını kına ile boyamıştır. Asil erkekler ise tırnaklarını Babil’in güneyinde M.Ö. 4000’lerde kohl ile gölgelendirmişlerdir. Esasen bu uygulamayı sosyal sınıflarını vurgulamak amacıyla yapmışlardır. Asiller siyah tırnak, orta sınıf ise yeşil renk tırnak kullanırlardı.
Manikürde kullanılan ilk aletler M.Ö. 3000’li yıllara ait kraliyet mezarlarında bulunmuştur. Dolayısıyla Mısırlı erkekler hem manikür hem de pedikür yaptırmıştır. Mısırlılar da tırnaklarının rengini toplumsal sınıfları birbirinden ayırmak maksadıyla kullanmıştır. Firavunların zamanında da tırnakların rengi asaletinin birer simgesi olmuştur. Örneğin, Kral Akhenaton’un eşi Nefertiti’nin el ve ayak tırnaklarında yakut rengi, Kleopatra ise vişne rengini tercih etmiştir. Alt sınıftaki kadınların ise sadece donuk renkleri kullanmalarına müsaade edilmiştir.
Ayrıca tırnakların tarihteki bu serüveni, dünyanın bir başka coğrafyası olan Çin İmparatorluğu’nda ise çok farklı biçimde gelişme göstermiştir. Çinlilerde oje ilk olarak arı balmumu, yumurta akı ve bitkisel özlerin karışımı ile yapılmıştır. Daha sonraları M.Ö. 600’lerde asiller tırnaklarını altın ve gümüş ile kaplayıp siyah ve kırmızı renklerde boyayarak asaletlerini vurgulamışlardır.
Kısaca oje, eski dönemlerde bugünden farklı olarak daha çok sosyal bir anlam içermiştir.
Doğulularda tüm bunlar yaşanıyorken Batılı kadınlar ne makyaj ne de tırnak süslemesi yapmıştır. Onlarda erdemli görünüş amacıyla süslemelerden uzak durulmuştur. Ne var ki bu durumlarını 20. yüzyıla kadar koruyabilmişlerdir. Ayrıca tırnaklar aksesuar ile zenginleştirilerek güzel ve bakımlı olmak devamlılığında büyük bir gelişme yaşamıştır.
Ve bugünkü oje…
Oje bugünkü hâline 1917’lerde gelmiştir. Reçine bazlı doğal renkte ilk likit ojeye pigmentlerle renk verilen opak oje 1932 yılında yapılmıştır. Charles Revson ismindeki bir girişimci, kadınların tepeden tırnağa renkli ve güzel olmalarını hayal ediyordu. Ne var ki 1932 senesinin bakımlı ve güzel kadınları tırnakta tek renk, yani renksiz bir cilayı tercih ediyordu.
Revson, kimyacı kardeşiyle evinin mahzeninde kolları sıvayarak işe koyuldu. Ardından bu iki Musevi kardeş ilk kırmızı ojeyi minik bir kazanda üretmeyi başardı. Minik bir şişeye bu parlak kırmızı ojeyi koydular. Ama bu cilayı fırça ile sürmek gerekiyordu ve bu minik şişeye uygun fırça yapabilmekte oldukça zorluk yaşadılar. Ancak fırçayı kapağa ekleyerek bugünkü hâlindeki oje şişesini yaptılar. Charles, bugün köylerdeki bakkal biçiminde içinde her şeyin bulunduğu o yörenin tek dükkânına kendilerinin ürettiği ojeyi tanıtmaya gitti. Charles, “Kadınlar çiçek gibi olmalı ama ne yazık ki hepsi tırnaklarında renksiz cila kullanıyor. Oysa ben herkesin gözünü kadınların ellerinden alamayacağı kırmızı renkte ürettiğim tırnak cilasını hepsinin parmaklarında görmek istiyorum,” diyordu. Revson o kadar heyecanlı konuşuyordu ki dükkân sahibine 100 şişe sipariş getireceğini söylerken buldu kendini. Sipariş tamam olmasına tamamdı ama üretim nasıl olacak ve sipariş nasıl yetiştirilecekti?
Hızlıca şişe siparişi verildi ve üretim başladı. Böylece kırmızı ojenin ilk serüveni “Bachelor’s Carnation” ismiyle başlamış oldu.
Revson, ismindeki bir harfi de değiştirip kendine ait markayı yaratmış oldu: Revlon!
İlk kırmızı ojeden sonra ikincisi Mrs. Miniver Rose adıyla çıktı. 1940 senesinde oje ile aynı renk ruj üretimi de başladı. Revlon firmasını tüm dünyaya duyuran renk ise 1952’de tanıtılan ve uzun seneler kadınların gözdesi hâline gelecek olan buzlu kırmızı efsanevi “Fire and Ice” oldu. Daha sonra “Love That Pink” ve “Flama Grande” ile pembe renk sahada boy gösterdi.
Tırnaklar hâlâ statü simgesi mi?
Kırmızı ojenin macerası sonraları değişim gösteren renkler ile çeşitlendi. Tırnaklarla alakalı kozmetik sektörü de gelişti. Kadınlar tırnakların sağlığını da daha çok önemser oldu. Günümüzde doğal tırnaklar kadar protez tırnaklar da gözleri kamaştıracak şekilde çeşitlendi. Ama bütün bu zengin çeşitliliğe rağmen kırmızı tırnaklar hâlâ cazibesini korumaya devam ediyor. Daha uzun yıllar boyunca da bu tahtın varisi çıkacak gibi görünmüyor.
Evet, sevgili kadınlar, haydi tıpkı kırmızı ojemiz gibi gözleri kamaştıralım, kendimizi her anlamda zenginleştirelim, irademiz dışında bize biçilen rolleri sallayalım, tahtımızı koruyalım…
Ve Revson gibi “KADIn” kelimesinden bir harf atalım ve “KADI”! olup kendi mahkemelerimizin başkanı hâline gelelim…



