Cumartesi, Kasım 22, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Zeren’den, Elif’e Kaçış

Kaçış, kendini bulduğu yere varmaktır.

Zeren de köydeki diğer kızlar gibi erken yaşta evlendirilmişti. Ve yaşadığı ev, yıllar geçmeden onu olduğundan daha yaşlı bir kadına dönüştürdü.

Evde kelimeler azdı. Emirler bakışlarla verilirdi; babanın sert bakışı, annenin sessiz telaşı, erkek kardeş Ali’ye açılan yol… Zeren’e düşen hep arada görünmez kalan işlerdi. Sobanın içinden yükselen kurumuş çay kokusu, sabahları evin tek gerçekliğiydi. Zeren o dumanı elinin tersiyle dağıtır, tabakları sessizce dizerdi; bir kaşığın tınısı bile fazla sayılırdı.

Zorunlu eğitimin son günü, öğretmeni ona. masanın altından yıpranmış kapaklı bir derleme çıkardı. “Okumayı bırakma,” dedi. İçindeki başlıklardan biri Zeren’i yakaladı: Kız ve Nazik Atı. Son sayfa kopuktu. Masal yarım kalıyordu.

Zeren kitabı samanlığın loş köşesine sakladı. Ne zaman sayfaları açsa, geceleri rüyasına bir at girerdi: yelesi rüzgârla dalgalanan, gözleri konuşmadan anlatan, adımları ‘tak… tak… tak…’ diye içinden bir kapıyı yoklayan bir at. O zaman anladı ki masallar, birinin “hadi” demesi değil; içinden bir şeyin “yürü” demesiydi.

Sonra Kasım geldi; babası Zeren’i verdi. Ev değişti, duvarlar değişti; hükmün rengi değişmedi. Kasım’ın evinde söz tokat gibi şimdilik patlamazdı, gerekmezdi de. “Memleket böyle,” derdi. “Kadın evini bilir.” Zeren, samanlıktaki kitabı bu kez odunluğa gizledi. İki satır okuduğunda içi açılıyor, ev daralmıyordu.

Kasım akşamları alkolle gelir, yorgunluğunu Zeren’in sessizliğine dayardı. Bir gece, Zeren’i odunlukta kitabı açık yakaladı. Gözündeki bulanıklık diline kesinlik vermişti: “Yine mi saçma sapan şeyler? Ben eve çalışmış geliyorum, sen bana hizmet edeceksin. Sen bana sofra kuracaksın. Sen benim dediklerimi yapacaksın. Kadın dediğin budur.”

Zeren kitabı karnına bastırdı. Kasım elinden çekip aldı; sobanın ağzına doğru uzanırken “Sana okumayacaksın demedim mi?” diye homurdandı. Alev sayfaları çabucak yuttu. Zeren gözlerini kaçırmak istedi; fakat bir kenar, bir hece yanmadan önce parladı: “kaç…”

İşte o an Zeren anladı: Kasım’ın dünyasında da kadın okursa, erkek hükmünü kaybederdi.

Gece, Kasım koltuğa yığılıp sızdığında Zeren ışığı söndürdü.Önce kendisi için ufak bir çanta yaptı sonra odunluğa gitti ve  bir çuvalın dibini odunla oratasını çantası ile ve tekrar odunla doldurdu ki sabah satıyormuş gibi görünsün. Kapıya yöneldiğinde karnının alt tarafında kısa bir sancı kıvrıldı. Elini oraya koydu; ağzı kapalı bir “ah” geçti içinden. Bedeninin onu uyardığını hissetti ama geri adım atmadı.

İlk minibüse bindi; aktarma, sonra uzun bir otobüs. Camın ardında ülke karanlık, içeride mavi koltuklar. Başını cama yaslayınca rüya geldi: o at yelesini geceye sürüyor, bu kez geri dönüp bakmıyor, “yol oldun” der gibi uzaklaşıyordu. Zeren gözlerini açtı. Fısıldadı: “Masallarda kaçış, evden uzaklaşmak değil; kendine yaklaşmaktır.”

Sabaha karşı, köyden uzak ama metropol olmayan bir şehrin otogarına indi. Pazar sokağına yürüdü, çuvaldaki odunları tezgâhların yanına bıraktı. Üç beş kişi aldı; cebinde iki gecelik pansiyon parası oldu. Pansiyon sahibi, kızı evlenip gitmiş yaşlıca bir kadındı. Anahtarı uzatırken, “Geçicilik insanın en uzun işidir,” dedi. Zeren ilk kez bir yatağın sessizliğine sığındı.

Üçüncü gün bir lokantada bulaşık işi buldu. Kimlik sorulmadı; “Yarın gel,” dendi. Sıcak su, deterjan, çelik tencere… Kolları titriyor ama içindeki ağırlık yeni bir düzene oturuyordu. Mutfakta kırklı yaşlarında bir kadın vardı; adı Nermin’di. İlk gün “Hoş geldin,” dedi. İkinci gün “Su iç.” Üçüncü gün Zeren lavabodan koşarak çıkıp kusunca peçete uzattı: “Geçecek. Kokular ağır.”

Mide bulantıları arttıkça tabaklar ağırlaştı. Bir akşamüstü patron mutfağa indi. Zeren’in yüzüne bakıp tek nefeste söyledi: “Hamile kadın çalıştıramam. Burası ağır iş.” Cümlede soru yoktu. Zeren önlüğünü çözdü. Nermin kapıya kadar yürüdü onunla: “Ben de çok kaldım böyle kapılarda. Yalnızsan bende bir oda var. Kız evlendi gitti. Kısa süreli dersin.”

Zeren pansiyona dönmedi; Nermin’in evindeki küçük odaya yerleşti. Odanın duvarına pansiyon anahtarlığından söktüğü, üzerinde numara yazan metali astı: Geçicilik, bazen hayatta kalmanın adıydı.

Ertesi hafta Halk Eğitim binasında işe alındı: gündüzleri kütüphanede yardımcı işlerde çalışmak; gelen kadınlara okuma-yazma desteği vermek. Koridorda asılı bir broşür gözüne ilişti: “Akşam Lisesi Kayıtları.” Not aldı, başvurdu, derslere başladı. Akşamları akşam lisesine devam ediyor, geceleri defterlerin başında uyukluyordu. Bir zamanlar ona kelimeler yasaklanmıştı; şimdi kelime, hem ekmeği, hem nefesi olmuştu.

Kimlik meselesini de halletmesi gerekti. Geçici belge, sonra asıl kart. Kâğıdı avcunda evirip çevirdiğinde içinden şu cümle geçti: “Bir kelime bile okumak, bütün hayatının yönünü değiştirir.” O gün, kendi kendine bir ad seçti: Elif. Yüksek sesle söylemedi; dudakları adın ağırlığını duydu.

Günler böyle aktı. Kütüphanede raf diziyor, kayıt defteri tutuyor, kadınlara heceleri yazdırıyordu. Tahtaya küçük harflerle yazdı: “özne”. Bir an durdu; içeri doğru bir sıcaklık yayıldı. “Özne: ben,” diye fısıldadı kendi kendine. Yıllar önce kopuk bırakılmış masal sayfasının boşluğu sanki şimdi tamamlanıyordu.

Akşam lisesinde ders çıkışı belediye otobüsünde başı cama düştü; uykuyla uyanıklık arası bir rüya gördü. Kucak dolusu bir erkek bebek. Yanakları süt kokuyor; elinde küçük bir kitap. Sayfaların hışırtısı, rüzgârla at yelesinin sesi gibi gelip geçti. Gözlerini açtığında şehir ışıkları camda parçalandı. “Olacak,” dedi.

Kütüphane kapanırken pencereden içeri eğik bir ışık süzüldü. Masaların üzerinde ince bir şerit dolaştı. Elif kitap sırtlarını düzeltirken o şeridin karnının kıvrımına düştüğünü fark etti. Doğum yaklaşıyordu. Artık korkmuyordu; çünkü korku adını koyamadığın yerde büyür, adını koyduğun yerde küçülürdü. O, adını seçmişti; yolunu da.

Bir pazar sabahı Nermin ince kapaklı mavi bir defter verdi: “İçinden ne geçerse yaz.” Elif ilk sayfaya şunu yazdı: “Masallarda kaçış, evden uzaklaşmak değil; kendine yaklaşmaktır.” Altına küçük bir harf koydu: a. Sanki içinden bir alfabe başlıyordu.

Gündüzleri Halk Eğitim’in kütüphanesinde yardımcı işlerde çalışır; akşamları akşam lisesine devam eder; gündüz gelen kadınlara okuma yazma desteği verirdi. Bir zamanlar ona kelimeler yasaklanmıştı; şimdi kelime, hem ekmeği, hem nefesi olmuştu.

Kapanış zili çalınca çocuk kitapları rafına yöneldi. Gözü mavi kapaklı bir hikâyede durdu. Kitabı eline aldı, kapağını okşadı. İçinden fısıltı kadar hafif bir cümle dolaştı: “Bir zamanlar sustuğum yerdeydim; şimdi duyduğum her kelime, içeriye açılan bir kapı.”

Koridordan sınıfa geçti. Tahtanın üst köşesine küçük harflerle tek bir kelime yazdı: “özne”. Tebeşiri yerine koydu, kapıyı çekti. Loş ışıkta bir an durdu; derin bir nefes aldı. “Kaçmak,” diye düşündü, “bir kapıyı kapatmak değil; kendi kapını bulmaktır.” Sonra yürüdü.

Kadını susturunca kaçmaz sandılar. Oysa kelimeyi öğrenen kadın sadece kendini değil, doğacak çocuğunun geleceğini de değiştirir.

Nilden İçağasıoğlu
Nilden İçağasıoğlu
İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema mezunu olarak; içerik üretimi, yaratıcı yazarlık ve sözlü anlatım alanlarında çeşitli eğitimler aldı. Masal anlatıcılığı, senaryo yazarlığı, yetişkin ve çocuk odaklı hikâye yazımı ve dijital iletişim konularında deneyimli. Toplumsal konulara duyarlı, özgün içerikler üretmeye önem veriyor. Kadın hikâyeleri, sokak hayvanları, çocuklar ve görünür olmayan hayatlara dair temalara, çalışmalara odaklanıyor. Toplumun her kesimini kapsayan hikâyeler üretmeyi ve anlatının dönüştürücü gücüne alan açmayı önemsiyor.

POPÜLER YAZILAR