Sabah denizden karaya esen rüzgârın sürükleyip getirdiği neydi? Karşı kıyının dost seslenişi mi, martıların arsız çığlıkları mı, denizin yosun kokusu mu?
Maria kıyıda bir banka oturmuş, kimi zaman düşünüyor, kimi zaman dua ediyordu. İyi insanlar için, acı çekenler için, yıllar içinde kaybettiği sevdikleri için, Eleni’nin küçük bebeği için…
“Tanrım, o bebeğin huzurlu olduğuna eminim. Eleni ve Halim’e güç ver, sabır ver; onlar da huzurlu olsun, acıları dinsin…”
“Maria!”
“Ah Eleni! Hoş geldin. Gel canım, otur şöyle.”
“Sabah saatlerinde deniz ne güzel değil mi?”
“Evet, kuzum… Bu saatlerde hem sakin hem huzurlu.”
“Maria, seni yormadan, üzmeden anlatmak istiyorum olanları, ama bu mümkün değil. Bunca acı, bunca hasret bir çırpıda anlatılamaz.”
“Biliyorum, Eleni, çok acılar çekmişsin, üzülmüşsün. Gördüm ben hepsini senin o güzel gözlerinde. Keşke elimden bir şey gelse… Allá eímai avoíthitos*”
“Bazen buraya gelip karşı kıyıyı, memleketimi, sizleri seyrederim. Annemi, babamı, kardeşimi… Sanki herkesi görürüm tek tek. Rüzgâr sevdiklerimin, memleketimin kokusunu getirir bana. Sonra ellerim bomboş dönerim evime. En acısı da bu: Nereye gidersem gideyim ellerim hep boş kalır benim, Maria. Mezarlıkta da, evde de, burada da…”
“Hikâyemi dinle, ama yanında taşıma olur mu? Yük yapma kendine. Ben Halim’i çok sevdim, Maria; her şeyden bir çırpıda vazgeçecek kadar çok. Onun gülümsemesi, denize olan tutkusu, merhameti, dirayeti beni büyüledi. O da beni çok sevdi. Ailesi de beni sarıp sarmaladı. İlk zamanlar korkuyordum; bilinmedik bir memlekette, hiç bilmediğim insanların içinde… Ama çok sürmedi, beni kendilerine evlat bildi onun anne babası. Bana hiç baskı yapmadılar. Ben kiliseye gittim, onlar camiye. Ben onların orucunda geceleri kalkıp yemek hazırladım, onlar da bana Noel’de… Halim çam ağacı gibi süsledi bahçelerindeki ağacı yıllarca. Bütün kasaba için bir yabancı değil, oranın insanı oldum.”
“Zorluklara birlikte göğüs gerdik, güzellikleri birlikte paylaştık. Halim bana ağaç oymayı, kuşlar yapmayı öğretti. Annesi saçlarımı tarayıp örerdi, sanki kendi kızıymışım gibi. Sen de gördün, çok iyi kadındır. Elinde ne varsa gelene gidene ikrâm eder, kimseden sevgisini sakınmaz.”
“Onlardan çok güzel şeyler öğrendim: Bilinmeyenin de sevileceğini, yabancılığın tanıştıktan sonra yok olduğunu, dünyanın herkese yettiğini… Onların elinde büyüdüm ben.”
“Elbette özledim ailemi, sizleri… Hem de çok özledim. Ama babamla karşılaşmaya hiç cesaret edemedim. Onu kandırdığımı düşündü. Biliyorsun, beni buraya babam getirmişti yanında gezmek için. İşte o gün Halim’le tanışmıştık. Ona bizim evin adresini yazıp vermiştim. Birbirimizin dilini pek bilmiyorduk ama yine de iyi anlaşmıştık.”
“Evet, kısa süre sonra Halim çıkıp geldi bizim oraya. İki gün kaldı, gezdik onunla, sahilde oturduk akşam güneş batana kadar. Bana ‘Evlenelim,’ dedi, ben de ‘Olur,’ dedim. Anneme, babama söyledim; hayır dediler. Küçüktüm tabii, on sekiz yaşındaydım. Hiç istemediler. Halim bir gün yine çıkıp geldi. Babamla konuştu, babam onu kovdu. Halim gitti. Ben ağladım günlerce. Sonra bir mektup geldi Halim’den: ‘Akşam yedide iskelede bekliyorum’ diyordu. Annemden iki saat için izin aldım; inan geri dönecektim. Ama Halim elimi tuttu: ‘Beni bırakma,’ dedi. Onunla tekneye bindim. Sonra öğrendim ki babam beni bir daha görmek istemiyormuş. Ona darılmadım, haklıydı; ama bizim sevgimizi anlamamıştı, Maria.”
“Sonra yıllar geçti. Hem burayla bağım güçlendi hem karşı kıyıya hasretim. Ama hep ortadaydım, ne oraya aittim ne de buraya… Bazen martılara, kırlangıçlara bakar imrenirdim, onların özgürlüklerine heveslenirdim.”
“Bir gün anne olacağımı öğrendim. Çok istiyordum anne olmayı. Evleneli on yılı geçmişti; tam artık çocuğumuz olmuyor diye kabullenmişken bu haber beni öyle mutlu etti ki! Evde herkes sevinçten havalara uçuyordu. İşte o gün ben de kendimi kuşlar gibi hür hissettim; ben de kanatsız uçuyordum. Sonra bir oğlumuz oldu. Görsen, Maria, meleklere benziyordu tıpkı… Bembeyaz, pamuk gibi bir oğlan. Gözleri mavi. Dedesi ‘Deniz olsun’ dedi adına; bizim Deniz’imizdi o. Onun kokusu, bakışı, gülüşü…”
“Ah Maria, Tanrı böyle bir mutluluğu verip sonra neden aldı bizden? Susuyorsun bak… Halim de işte böyle sustu, Maria. Deniz iki yaşına geldiğinde aniden hastalandı. Halim burada değildi. Gece yarısı onun anne ve babasıyla yollara düşüp şehre, hastaneye yetiştirmeye çalıştık. Yolda bebeğimin nefes alıp vermesi zorlaştı, rengi kül gibi oldu. Ağzını kuş gibi açıp kapatıyordu kucağımda. Nazlı anne dualar okuyordu, ağlıyordu. Ben ise, Maria… Ben ise onu izliyordum sakince. ‘Canım… canım,’ diyordum. Biliyordum gidiyordu. Sarılıp öptüm, kokladım onu. Sonra kucağımda son nefesini verdi. Huzurla yumdu gözlerini. Onun cansız bedenini alamadılar benden uzunca süre. Ağlayamadım hiç; herkes ağlıyordu oysa. Hastanenin bahçesinde arabada oturduk sabaha kadar. Deniz’i morga koydular, Maria. Soğuk, duygusuz morgda benim kuzum yattı o gece.”
“Halim geldiğinde babası cenaze için kâğıt imzalıyordu. Halim karşımda durdu, bana baktı. Beni suçlar gibiydi. O yoktu, Maria; günler önce çıkıp gitmişti. Ben bebeğimi kucağımda cennete yolcu ederken o yoktu. Ne ben suçluydum ne de o suçluydu. Ama Halim o günden sonra kendisini de, beni de affedemedi. Ben de gördüğün gibi yine ortadayım, Maria; bir yere ait değilim artık, olamam da. Bu iki kıyıyı ayıran denize inat, benim Deniz’im birleştirecekti bizleri oysa. Olmadı…”
“Onu burada bırakıp gidemedim. Tek bir isteğim var şimdi: Öldüğümde oğlumun mezarına gömülmek, sonsuz uykumda ona doya doya sarılabilmek.”
“Ağlama, Maria; burada buna kader diyorlar. Kader güldürüyor, kader ağlatıyor; biz sanırım sadece onun dediğini yaşıyoruz.”
İki kadın, yaşlı gözlerle ufka bakıyordu şimdi. Acının, özlemin ve teslimiyetin suskunluğuyla yorgun kalplerinin atışını dinliyorlardı. Rüzgâr artık hiçbir koku taşımıyordu; ne karşı kıyının seslenişi vardı ne de martıların çığlığı. Deniz, aralarındaki mesafeyi büyüten koca bir boşluk gibi uzanıyordu önlerinde. Veda için söylenecek kelimeler boğazlarında düğümlendi; umut denen şey de tıpkı Deniz gibi, çoktan solmuştu. İki kıyının arasında bir gölge olmuştu Eleni; Maria da farkındaydı; geriye sadece, hiç bitmeyecekmiş gibi hissedilen bir ayrılığın sessizliği kalmıştı.
*Ama çaresizim.



