Sobanın kapağından tavana yansıyan ışıklar kıvrak ve nazlı bir dansın ahengini anımsatıyordu. Pencereye vuran damlaların öfkeli seslerini dinliyordum. Onlar da beni suçlar gibiydiler. Zaman uzun yolun yorgunuydu. Benim hissettiğimse yaşananların yorgunluğuydu.
Çocuk aklımda karmaşık ve zor zincirler birbirine dolanmıştı o zamanlar. Sanki bir çaresizlik kapanının içine tıkanıp kalmıştım. Şimdiyse hepsi birer birer vicdanımla birlikte çözülüyordu. Gözlerim orta sehpada duran dolu kül tablasına takılı kaldı ve yerde tüketilmiş içki şişelerine… O gün de yine deli gibi sigara içiyordu eniştem. Ciğerleri yoktu pezevengin. Beynindeki eksik, arsız düşüncelerden böyle arınıyor ya da böyle tamamlıyordu kendini. Ruhunda yer etmiş boşlukları sürekli bir şeylerle doldurmaya çalışıyordu. Halam kaç kere onun yüzünden sinir krizi geçirmiş olsa da eniştem yine bildiğini okur, sonra da yalandan sızlanmalar, yalvarışlar, yakarışlarla kendini acındırırdı. Bu eve beni bağlayan tek gerçeklik Vildan’dı. Annemin yanına gidebilirdim belki ama onun sevgisiz ve bencil dünyasında bana yer yoktu. Vildan benim en iyi arkadaşımdı. Babamı kaybettikten sonra acılara karşı direnmeme o sebep olmuştu. İki küçük çocuk korkularımızdan, uğradığımız şiddetten ve tüm derin karanlıklardan kaçıp birbirimize sığınıyorduk.
Yine canlanmaya başlamıştı o gün kafamda. Aşamıyordum bir türlü; ne kadar çabalarsam çabalayayım unutamıyor, yüzleşemiyordum.
İçimde her saniye biraz daha genişleyen bir uçurum yer etmişti. Vicdanımsa beni uçurumun en dibine çekiştirip duruyordu. Vildan bu karanlık sisli odanın içinde nasıl da kıpırtısız bir hayaldi. Oysa pespembe yanakları, bembeyaz teni, canlı kanlı sımsıcak gülüşleri vardı Vildan’ın. Onu böyle hatırlamak istiyordum ama o gün yerde hareketsiz yatan bedenini, yarı açık gözlerini, mosmor dudaklarını unutamıyordum. Bu evin her köşesi bana sadece o korkunç ânı anımsattırıyordu. Boğazım düğümlenmişti. Yıllardır sırtıma yük bu olayı bildiğimi artık birilerine anlatmalıydım. Küçük bedenimle ve küçük aklımla o zamanlar susmayı hiç istemesem de korkmuş, korkutulmuştum. O gün yer yerinden oynamıştı. Yine eniştem zıvanadan çıkmıştı. Halama, bana, Vildan’a adeta can çekiştiriyordu. Sarhoş bedeniyle evin içinde bir o duvara bir bu duvara çarpıp duruyor, sebepsiz küfürler savuruyordu. Arada ağlıyor, halam yanına yaklaşınca yine delirip kendini kaybediyordu.
Bu sefer öylesine yitirmişti ki kendini, masanın üstündeki bıçağı alıp bana doğru savurmaya başlamıştı. Halama, “Bana bak kız bu çocuk bu evden gidecek, yoksa kendini öldü bil,” deyip tehdit ediyordu. Bana baktıkça sanki babamı görüyor, öfkesi iştahlanıyordu. Onun gözlerinden fışkıran öfkesini anlamlandırmaya, kendimi nasıl savunacağımı kestirmeye çalışıyordum. Büzüldüğüm duvar kenarından birden hızla üstüme yürüdü. Saçlarımdan tutup beni duvara yasladı. Boğazımda bıçağın soğukluğunu hissedebiliyordum. Bir an “Gerçekten, ya ölürsem?” diye geçirdim içimden. Sanki babamın tüm günahlarını bu bıçağın soğukluğunda hissediyordum. Öylesine ürküyordum ki korkudan bıçak dayalı boğazımla duvarın dibine çömeldim.
O zaman karşımda Vildan’ın dehşetle bakan gözlerini, gerilen apaçık ağzını gördüm. Bıçak boğazımı kesmeye başlayınca Vildan daha fazla dayanamadı. Küçük çelimsiz elleri, kocaman cesaretiyle bu canavarı durdurmaya çalıştı ama ne çare. Canavar bu sefer dönüp onun boynunu sıktı, boğdu, en son duvara doğru sertçe savurdu. Vildan başını dolabın köşesine çarptı. Kulağından kan sızıyordu. O zaman tüm sesler kesildi. Evin içinde yankılanan tek ses Vildan’ın korkunç çığlıkları oldu. Vildan’ın önce sesi kesildi, sonra öylece yere yığıldı.
Artık eniştemle baş edebilecek kimse kalmamıştı. Halam bu olanların ardından kendi zavallı dünyasına sığındı, yarı ölü bir kadına dönüştü. Kocasıysa kızının ölümüne kazara sebep olduğundan artık daha hiddetli, daha korkunç biriydi.
Babam burada olsaydı onunla baş edebilir miydi? Üç kuruşluk tarla yüzünden kendisine diş bileyen, bu açgözlü, alkolik adamın hakkından belki o bile gelemeyecekti.
Yıllar sonra önce halamın ardından da benim susmaktan vazgeçip olanları anlatmamızın ardından; mahkemede hâkimin, “Türk Ceza Kanunu madde 85 gereğince failin taksirle öz kızı Vildan Karaca’yı öldürdüğü, bu nedenle de iki yıl dört ay hapis cezası…” Vildan’ın hayatının karşılığı buydu demek?
Aldığı kısa süreli cezadan sonra kansere yakalanmıştı cani baba. Gazeteler onun için böyle demişlerdi: “Cani Baba.” Hasta ruhunu görmemiş olanlar onun için “Vildan’ın üzüntüsünden hastalandı,” diye söyleyecekti belki de yıllarca. Oysa onun hastalığı Vildan’ın ölümüne sebep olduğundan değildi. Onun ne merhameti ne de vicdanı vardı, bunu biliyordum. Hastalık içini kemire kemire kısa sürede yok etmişti bu adamı.
Bu eve gelip o günleri anımsadığımda öfkeden deliye döndüğümü ve farklı duygulara kapıldığımı fark ettim. Fakat artık emindim. O, cezasını hem dört duvar arasında hem de canıyla çekmişti. Bunu gözlerimle görmüştüm. Olanlarda benim bir suçum yoktu. Bu olayı bildiğimi daha erken anlatsam belki cezasını daha hızlı bulabilirdi ama ben de yerde nefessiz yatan Vildan gibi hem çocuktum hem de çaresizdim. Artık bunları düşünüp kendimi suçlamamın bir anlamı yoktu. Kendimi affetmeliydim çünkü bu eve yıllar sonra bunun için gelmiştim.



