Tuesday, April 8, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Kendinize ait bir odanız var mı?

1929 tarihli, feminist hareketin klasik bir kitabı olarak kabul edilen “Kendine Ait Bir Oda”da kadınlara bu soruyu sorar Virginia Woolf…

Virginia Woolf, “Kadınların iyi bir kurmaca yazması için kendilerine ait bir oda ve yılda 500 sterlin gelirleri olmalı,” diye seslenirken aslında kadınlara; yaşamak ve var olmak arasındaki farkı işaret ediyor. Konu, roman yazmaktan daha derin; kadının kendisini var edebilmesi, üretmesi, özgür düşünceye sahip olması ve kendini güçlü bir şekilde ifade etmesi.

Kendine Ait Bir Oda, Virginia Woolf’un “Kadınlar kurmaca (Roman) yazamaz,” iddiasına karşı, “Kadınlar neden kurmaca yazamaz?” sorusunu irdeleyen bir isyan tavrıdır.

Kendine Ait Bir Oda, temelinde iki konferans metninden oluşmuş bir kurmacadır. Oxbridge denilen hayali, aslında o dönemlerde kadınların okuması yasak olan Oxford ve Cambridge üniversitelerine gönderme yaptığı kurmaca bir üniversite üzerinden başlatılan kendi içinde bir hesaplaşma, bir isyandır.

Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan “Kendine Ait Bir Oda” edebiyatta modernist hareketin en önemli yazarlarından biri olan Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıdır. Çünkü konu çok somuttur: “Kadın ve Edebiyat.”

Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları ‘ezeli’ ve de ‘ezici’ bir soru vardır: “Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?” İşte Virginia Woolf bu ‘yakıcı’ soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!”

Aslında Woolf biz kadınlara, yaşam ve varoluş arasındaki farkı işaret ediyor. Kendinizi var edin mesajını; kendine ait bir oda derken, kendinize ait bir hayatınız ve kendi paranızı kazanın derken de özgürlüğünüzü elinize alın demektedir.

1800’lü yıllarda kadının konumu ve atıllığı, hakarete ve şiddete maruz kalması, erkeğin ezici egemenliği, toplumda ve ailede kadının yeri, konumu, ekonomik durumu, görevleri, eğitim hakkının engellenmesi, kadının kendine ait bir odasının (yaşamının) ve parasının (özgürlüğünün) olmayışı Woolf’un en büyük meselesi olmuş.

Kitapta beni en çok etkileyen; Woolf’un güçlü betimlemeleri, tasvirleri, duygu ve hâl aktarımları oldu. Betimlediği mekânları, yiyecekleri gözünüzün önüne getirmeyi bırakın, içinde buluyorsunuz kendinizi… Sizi oraya çekiveriyor. Bir anda o sofrada, o salonda, o caddede, o parkta buluveriyorsunuz kendinizi. Yazarın kendi ruh halini ve sancılarını da yaşıyorsunuz adeta. Satırlar, sayfalar aktıkça Woolf siz oluyorsunuz.

Üstün bir akıl, çift cinsiyetli olmalı…

“Bir cinsi öbüründen tamamen aykırı düşünmek aklın bütünlüğünü bozuyor,” diyor. Akıl bütünlüğü derken neyi kastediyor? “Bedenlerdeki cinsiyet farklılığı gibi zihinlerde de iki ayrı cinsiyet var olabilir mi?”sorusunu irdeliyor. Yani; erkeğin aklında erkek kadına baskın çıkıyor, kadının aklında kadın erkeğe baskın çıkıyor. İkisi de bir arada uyum ve ruhsal işbirliği içinde yaşasa tam anlamıyla verimli ve tüm gücünü kullanabilen bir akıl ortaya çıkabilir. Üstün bir aklın çift cinsiyetli olması gerektiğini savunuyor. Çift cinsiyetli aklın daha yankılı ve geçirgen olduğunu, duyguları engelsiz ilettiğini ve doğal olarak yaratıcı, göz alıcı ve bir bütün olduğunu savunuyor. Benim burada aldığım mesaj aslında sıfır noktasına gelebilmek. Yani dengelenmek. Hem erkek aklını hem de kadın aklını eşit bir şekilde kullanabilen bir cinsiyet, her iki cinse karşı muhteşem bir hayranlık ve saygı duyacaktır. Eşitlik böyle sağlanır.

Shakespeare’in Kız Kardeşi olsaydı…

Kitapta bahsedilen diğer çarpıcı konu ise o dönemlerde hiçbir kadının Shakespeare’in dehasına sahip olamayacağı düşüncesine karşı olan fikirlerdi. Woolf’a göre bir kadının Shakeaspeare’in oyunlarını yazamamasının sebebi cinsiyeti olamazdı. Kadınlara karşı uygulanan yaptırım ve kısıtlamalar yüzündendi. Shakespeare’in aynı zekaya sahip bir kız kardeşi olmuş olsaydı bile yine yazamazdı, çünkü şartlar eşit değildi. Muhtemelen Shakespeare’e tanınan eğitim hakkı tanınmayacak, ev işleri iyice öğretildikten sonra büyük olasılıkla bir asil ile erken yaşta evlendirilecek, çocuk yapma ve ev işleri ile ilgilenme görevleri kendisine bahşedilecekti.

Victoria Dönemi’nin katı kurallarının yanı sıra her alanda özgür düşünceyi savunan entelektüel bir yapıya sahip olan Woolf’un, çocukluğu, edebiyata olan tutkusu, aşk hayatı, dostlukları, yaşamı ve hatta ölüm biçimi bile toplumun baskıcı dayatmasına, kadınlara karşı gösterilen kibirli, alaycı ve kaba tavıra hep bir başkaldırı niteliğindeydi.

Kitabı bitirdikten sonra epey zaman düşündüm… Ve şunu gördüm. Kadınlarla ilgili anlatılan, yazılan yüzyıllar öncesinden beri gelen tüm sorunlar ne yazık ki bu zamanda da varlığını sürdürüyor. Özellikle ülkemizde kadınlar, hâlâ yedek kulübesinde ve hiç sahaya indirilmiyor. Bu bahsettiğim, şanslı olan kesim. Kadına şiddetin, kadın cinayetlerinin en çok konuşulduğu ve kadınların en çok maruz bırakıldığı durumlar, günümüzde de aynı yoğunlukta devam ediyor.

Konu roman yazmaktan daha derin; kadının kendisini var edebilmesi. Üretmesi, özgür düşünceye sahip olması ve kendini güçlü bir şekilde ifade etmesi.

Evet biz kadınlar istersek Shakespeare’den daha ileri gidebiliriz.

Woolf’a saygıyla…

Farah Nasser
Farah Nasser
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Dekor ve Kostüm Bölümü mezunudur. Reklam ve iletişim sektöründe 33 yıllık profesyonel iş tecrübesinin yanı sıra uluslararası firmalarda marka danışmanlığı yapmaktadır. Hâlen bir reklam ajansında Yaratıcı Grup Direktörü olarak çalışmaktadır. Okumak ve yazmak en büyük tutkusudur.

POPÜLER YAZILAR