“Evet tabii güzelsin… Yok canıım tabii ki… Amaaa belin biraz daha ince olsa, dudakların çok hafif bak ama çok çok hafif biraz daha dolgun olsa… İnanılmaz bir afet olurdun. Valla bak, şu yeni çıkan kirpikleri yoğun gösteren maskaralar aynı zamanda dikkati gözlere çekiyor, böylece gözler de daha büyük görünüyor. Ya yok olur mu? Tabii ben de öyle düşünüyorum. Abartınca çok kötü elbette, büsbütün çirkin olur. Öyle değil işte şöyle hafif, doğal, küçük dokunuşlar. Günümüzde kusursuz olmak mükemmele ulaşmak imkânsız değil. Çok şanslıyız…”
Çok şanslıyız, çok şanslıyız… Nasıl bir şanssa bitmek, tükenmek bilmeyen müdahalelere muhtacız. Sonu gelmeyen düzeltmeler. Düzeltilen nedir? Doğal olarak yaşananların bıraktıkları izler mi? Yani yaşayalım, evlenelim, eşlerimiz, çocuklarımız olsun; bunlar bize mutluluk verirken aynı zamanda doğal olarak sorun da çıkarsın. Yaşam içinde sorunlarla boğuşalım, problemleri çözelim ama hiçbir şey yaşamamış gibi mi görünelim. Bu mudur günümüz kadınından beklenen? Evet budur! Peki neden?
“Ya işte…”
“Ne işte?”
“Bu durum uzun zamandır böyle. Kadın, yüz yaş sabrına ve bilgeliğine sahip olsun ama on beş yaş güzelliğini ve tazeliğini hiç kaybetmesin…”
Günümüz dijital dünyası inanılmaz düzeyde doyumsuz tasarlanmış. Her şey iyi olsun, olumsuzluk yok hükmünde sayılsın. Kadına “pozitif” olmak düşsün. Sürekli pozitif olmak gerçekçi midir? Amaan gerçek kimin umurunda?
Daha önceleri kadınlara yapmaları gerekenler, dergi kapaklarındaki manken kızlar üzerinden anlatılırdı. Şimdi o anlatılar, küçüklü büyüklü binlerce ekrana taşındı. Nereye bakılsa bir ekrandan ideal kadın (ne demektir belli değil) vücut ölçüleri, takınması gereken yüz ifadesi, olması gereken duruş şekli, giymesi gereken giysiler, kullanması gerekenler bangır bangır yayınlanıyor. Söz konusu bombardımandan kaçabilene aşk olsun.
Bu inanılmaz girdaptan kendini kurtarabilen olursa (pek mümkün değil ama) dışlanmayı da göze almak zorunda. Ha, evet o çok duyarlı, akıllı, yardımsever bir insan olabilir. Ah! Ne iyi. Ama önce, önce güzel olmalı… Güzel olmazsa bütün özellikleri sıfırla çarpılır. Güzel olursa diğer insani özellikleri de takdir edilebilir. Tabii canııım o kadar da değil.
Yapay zekâ uygulamaları, estetik filtreler, “sana en çok yakışacak” önerileri… Artık kimse kadının sabah yataktan nasıl kalktığını merak etmiyor; sabah uyanır uyanmaz kamerasını açtığında nasıl göründüğüyle ilgileniyor. Gerçek görüntüsü nedir, kadının ruh hâli, gerçek bedeni, kimsenin umurunda değil. Kadın ya istenildiği gibi olmalı ya da yok sayılmalıdır.
Giderek her yeri daha fazla kaplayan ekranlar yayıldıkça görünmek, var olmanın tek yolu hâline geliyor. Ama yok, bir dakika! Artık görünmek yetmiyor, onaylanmak, beğenilmek, “mükemmel” sayılmak gerekiyor.
Kadının sırtına binen bu sürekli güzellik, mükemmellik belası onu nasıl yoruyor? Bununla ilgilenen yok. Hatta kadının kendisi bile bu mükemmellik belasının neye mal olduğunu farkında değil.
Amaaa işte öyle değil; her şeyin faturası var. Bu kadar yükü bindirirseniz kadının dünyasında oluşan önce çatlak sonra kırılmanın manevi faturasını da ödemeniz gerekir. Hayır o faturayı da kadın ödesin… Mi? Ne olsa önce çatlayıp, sonra ikiye, sonra beş yüze ayrılan o. O ödesin…
Siz niye bedel ödeyesiniz? Bedel ödemek yerine kaçar uzaklaşırsınız. O kadın güzel değilse başka genç, güzel olanlar var. Ama onlar da aynı döngüde öğütülecek. Olsun amaan o zamana kadar siz rahat edin de… Peki…
Peki, geride bıraktığınız dünyada çocuklarınız var. Kaçıp gittiğinizde çocuklarınızı o hasarlı kadına bırakırsınız. Hasarlı anneden sağlam çocuk çıkmaz. Çıkmıyor zaten. Dünya toplumsal cinnetin eşiğinde yaşıyor. Kurgulanan hiçbir birliktelik (evlilik dahil) kadını rahat ettirip, huzurlu bir yaşam sürmesi için tasarlanmış değil. Ölüp bitinceye kadar kadının hizmet etmesi, hep herkese destek olması prensibi üzerine kurulmuş sistemler yürürlükte.
Burada asıl önemli olan kadının huzurlu, mutlu, üretken olması değil, “mükemmel”, “sonsuz genç, sonsuz güzel” olma deliliğinin, dengesi bozuk anneler yaratmasıdır. Dolayısıyla işin sonunda gelecek nesillerin huzurlu, doyumlu bir hayat sürmesinin önüne geçilmesidir.
Bir kadının aynaya bakıp kendi yüzünü tanıyamadığı bir çağdayız. Filtreyle düzeltilmiş her fotoğraf, “Öyle olmalısın,” diyor. Yapay zekâ ile yaratılmış bedenler, “Sen eksiksin,” diye bağırıyor. Kimi zaman bir porno videosunda bir kadının yüzü “deepfake” ile monte ediliyor, kimi zaman bir sosyal medya paylaşımında “ideal” gövde tasarlanıyor. Her halükârda, kadının varlığı üzerine örülen yeni bir şiddet biçimi bu: Teknolojik şiddet. Kesinlikle önemsenmesi gereken bir şiddet türü.
Milyonlarca piksel, algoritma, kod satırı kadını daha ince, daha genç, daha seksi kılmak için devreye giriyor. Kadın, kendi gölgesine bile yabancılaşıyor. Gerçekte ne kadar güçlü olursa olsun, kadın dijital hayaletinde, hep yetersiz kalıyor.
Bütün bunların üzerine, kurgulanan sistemin en sinsi tarafı, failin kesinlikle saptanamaz olması. Kadın, maruz kaldığı şiddetin sorumlusunu aradığında, karşısına kimse çıkmıyor. Söz konusu fail o derece topluma nüfuz etmiş, kök salmış ki bazen bir takipçi, bazen bir kullanıcı, bazen de “like” sayısı, inanılmaz biçimde gelişen toplumsal cinnet olaylarının sorumlusu gibi durabiliyor.
Çılgınlık, vahşet en üst boyutlarda sürüp gidiyor. Ve hâlâ bir sonraki güncellemede daha “çekici” olma sözü veriliyor. Kadın, sürekli ertelenen bir özgürlüğün kıskacında, “daha iyi versiyonunu” beklerken yitip gidiyor. Giderken ister istemez kendisiyle birlikte çocuklarını, yani insanlığın geleceğini de dibe çekiyor.