Cumartesi, Ağustos 16, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

İki Kapılı Bahçe

Gülce bir kadın… kafasında yıllardır aynı soru: Yalnızlık ve özgürlük bir midir?

Akşam çökmeden önce burada olmalıydın Gülce. Ben bu eski bahçe, toprak kıvrımlarımın arasında seni bekledim. Rüzgârın her uğultusunda, yapraklarımın her titreyişinde sesini duydum. İki kapı arasında durup durup geri çekilişini izledim. Hangisini seçeceğine karar veremeyip düşüncelerinin labirentinde kayboldum.

Sen yaklaştıkça nemli toprakta filizlenen çiçeklerin ıtırlı nefesini ciğerlerine doldurdun. Toprağın kokusu ayak bileklerine kadar yükseldi ve hafifçe sardı. Arkandaki ahşap kapı, çatlak desenleriyle yılları fısıldarken önündeki metal kapı parlak yüzeyinde yıldızları taşıyordu. İkisi de sana merhaba dercesine sessiz bir davet sundu. Ama hangi kapı gerçek umut vaat ediyordu, hangisi ardında hâlâ eski gölgeleri taşıyordu?

Adımlarını sayar gibi attın, bir adım sol, bir adım sağ… Asla sağ ile başlamazdın. Başlamadın. Ben, bütün ağaçlarımla, yapraklarımla, çiçeklerimle senin biricik ikircikliliğini izledim. Rüzgârın yönü değişti, yapraklar hışırdadı, metal kapının paslı tınısı ruhunu tırmaladı; içinde o dinmeyen haykırış “İleriye” derken, derinlerindeki fısıltı “geriye” diyerek, seni geçmişin koridorlarına sürükledi. 

Beni bir pusula sanma. Ben sadece barındırdığın anıların sesiyim. 

Ev… Yuva… Özgürlük ve yalnızlık bir miydi? Yuvanın çatlak ahşap kapısı gıcırdadı. Rüzgârın teninde bıraktığı hafif ürpertiyle titredin. Sonra masumca gülümsedin. Durdun ve bana baktın. 

Sen duraksadığında ben hatırladım: Küçüktün, miniciktin. Yorgun düşüp sırtüstü çimlerime yattığın o gün gülümsemen bir an solmuştu. Toprağa bakıp pıtır pıtır uçuşan kırmızı böceklere ne de güzel gülmüştün. Sonra gözlerin doldu. Kirpiklerine asılı kaldı kendin gibi minik masum kristaller. İşte o zamandan beri ben, yeni bir başlangıcın eşiğinde nasıl durduğunu biliyorum. O gün bıraktığın çocukluğunun o narin masumiyeti senden aslında hiç ayrı düşmedi. Yine de bilmeden, hep onu aradın.

Öylece dikilmişken, kalp atışlarının melodisi yankılandı etrafımda bir kez daha. Nefesin ılık bir nehir gibi aktı göğsünden. Ben dinledim. Senin kararsızlığın, içindeki umut ve korkunun tedirgin bir harmanıydı. Geçmişin gölgeleri mi ağır basacaktı, yoksa geleceğin ışığı mı yolunu aydınlatacaktı? Bu karar senin usulca kendine fısıldadığın bir sırdı.

Ahşap kapı konuştu: “Burayı seçersen, geçmişten bir anı bulacaksın. Yeni bir iz, eski bir huzur getirecek.” Çürümeye yüz tutan ahşap lifleri, tozlu anıları temizlemeye çalışan bir el gibi. İçinde bir şey sana “orada bekliyor” dercesine titreşti. Belki de gerçekten, geride bıraktığın bir parça seninle bütünleşmeyi beklemekteydi.

Öte yandan girişteki paslı metal kapı sessizce duruyordu. Yüzeyindeki yansımada kendi siluetini gördün. Ellerin kapıda, yüreğin karmaşada… Kapı, “Kendi hikâyeni yaz,” diyordu. Gelecekten parçalar sunuyordu: belki de bilinmez bir yoldaki özgür adımların yankısıydı kavuşacağın. Güneş ışığı umut tanecikleri gibi çimlerimde parıldıyordu.

Bir anda tüm ağaçlarımın dalları hararetle dalgalanmaya başladı kuvvetlenen rüzgârda. Sen ahşap kapıya yaklaştın, sonra aniden paslı metal kapıya döndün. Bense sadece bir oyun bahçesi, anılarındaki yuvanın küçük bir sahnesi, seni izliyor, kendi sessizliğimden sana sesleniyordum. Rüzgâr gülümsedi; yaprakların arasında yeni bir iz bıraktı. “Dinle,” dedi, “sadece dinle.”

Sonra yeniden duraksadın. Eline bir yaprak aldın, kıvrımlarını inceledin. Yüzeyindeki damarlar, senin miydi yoksa başka bir gezegenin haritası mı? Parmağının ucunda hapsolmuş o küçük yeşil parça, senin içindeki çocukla büyümüş ruhun arasında bir köprü kurdu.

Anılar bazen kirpiklerden süzülür, bazen de suskunlukta saklanır. Senin hangi kapıyı seçtiğin, benim anılarımın akışını değiştirmezdi; ben hâlâ burada olacaktım. Ama senin seçimin, kendi yolculuğuna dönüşen bir kıvılcım olacaktı.

Yavaşça bir ileri bir geri gidiyor paslı metal kapının kolunu tutup bırakıyordun. Soluk alıp verişin, içindeki cümleleri henüz kuramayan bir yazarın mücadelesini andırıyordu. Kendi hikâyeni yazmak mı istiyordun, yoksa solmuş yırtık sayfaları onarmak mı? Belki de ikisi de bir aradaydı: onarılan bir sayfanın içinde yeni bir hikâye başlardı.

Yıldızlar görünmeye başladığında, tüm çiçekler usulca başlarını kaldırdılar. Zaman, bir yağmur tanesi gibi yavaşladı. Sana bir hediye vermek ister gibi, bir papatya sapını toprağından ayırıp öne fırlattı. Papatyanın beyazlığı, iki kapı arasındaki gri kararsızlığa inat parladı.

O küçük çiçeği eline alınca yüzünde bir tebessüm belirdi. Bir anlığına kapılardan uzakta, bir kâğıt üzerine özenle çizilmiş bir kadın resmiydin. Güneşin son ışıkları, saçlarının arasına örülmüş küçük altın çizgiler gibi duruyordu. Sanki “Artık bitti,” demek ister gibiydin.

O esnada ahşap kapı bir kez daha konuştu: “Anıları onarırken, yeni eşikler keşfedeceksin.” Metal kapıysa yeniden “Yolun seni bekliyor, adım at,” dedi. İki sesin arasındaki boşluk, tam da senin kalp atışlarındaki sessizlikteydi. İşte o sessizlik, cevabın kendisiydi.

Sabahın ilk ışıkları henüz ayazı yeryüzüne bulaşmamış masmavi göğe yayıldığında, sen hâlâ duruyordun. Ellerindeki papatyayı sımsıkı tutuyor, kapılardan birine bakıyordun. Ben, bahçe, senin artık kim olduğunu anlamıştım: Bir seçim, yalnızca bir başlangıçtır. Ne geçmişe körü körüne bağlı kalmak ne de geleceğe kaçmaktı gerçek cesaret. İkisinin ortasında bulduğun arzuyla ilerlemekti.

Sen hangi kapıyı seçersen seç, ben burada kalacağım. Toprağım, senin adımlarının iziyle daha da bereketlenecek. Yapraklarım ve çiçeklerim adını fısıldamaya devam edecek. Ve rüzgâr, o fısıltıyı tüm dünyaya taşıyacak.

Şimdi Gülce, perdeyi bırakıyorum. Senin adımlarını duyduğum an, hikâyen gerçekten başlayacak. İki kapı da ardındadır. İçlerinden birini aç ve kendi bahçeni keşfet.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Sezi Coşkuner
Sezi Coşkuner
ODTÜ İngilizce Öğretmenliği mezunudur. 24 senedir ODTÜ’de öğretmenlik yapmaktadır. Evli, iki çocuk annesidir. Kendini bildiğinden beri okumayı ve yazmayı sevmektedir.

POPÜLER YAZILAR