Kendin olmaya karar verdiğin an güzelleşirsin.
COCO CHANEL
“Annnneeeeee?”
“Efendim çocuğum?”
“Annnneeeeee?”
“Eefendim çocuğuum?”
“Anneeeee yaa?”
“Yahu, efendim deyip duruyorum. Ne var? Bağırıp duracağına yanıma gelip söylesene! Çorbayı karıştırıyorum! Aaaa!”
“Yaa ama annneee yaa! Ödev yapıyorum ben de!”
“Eee? Yani?”
“Bi su getirseneee!”
Hay sana da suyuna da! Kalk kendin al! Olmaaz ama… Burada ben dururken, küçük hanım o kibar poposunu kaldırıp gelip suyunu alamaz! Allah muhafaza! Odasından mutfak dört adım. Perişan olur. Hem dökülen incilerini de ben toplamak zorunda kalırım! Hanımefendi 14 yaşına geldi hâlâ çıkamadı beşik modundan! Sanki biz hiç ergen olmadık! Ulan bizim zamanımızda böyle miydi? Anamız gak derdi gak olurdu, guk derdi guk olurdu. Tüm hareketlerimizi kaşıyla gözüyle nasıl da kontrol ederdi… Ödüm kopardı valla kaşını gözünü yanlış deşifre edip, istemediği bir şeyi yaparsam diye… Ahh… Ahh… Ben buna yapınca küçük hamfendü “Anne, hayırdır? Gözüne bi şey mi kaçtı?” diyo. Densiz! Biliyo eşek gibi de işine gelmiyo küçük yellozun! Olsun ben yine de riski göze alıyorum!
“Kızıım! Çorbayı bırakamam. Dibi tutar. Kesiliverir. Kalk kendin al. Hadi yavrum, hadi prensesim benim. Hadi canımın içi. Bak hareket olur hem.” Yapıştın zaten sandalyene! Vee işte geliyor gelmekte olan…
“Amaan bea annee ya! Alt tarafı bi su! Şimdiye getirmiştin! Nolurdu ki yani? Eline mi yapışırdı! Ne gıcıksın! Keşke Merve’nin annesi benim annem olsaydı. Zaten beni hiç anlamıyosun!” Offlar, pufflarr ve bilimum homurdanmalar… Aman ne değişik! Banane, götürmüycem bu sefer! Yeter be! Köle miyim hizmetçi miyim belli değil ya! Veee zıbank! Valla günde üç kere o kapıyı çarpmazsa ben de rahat hissedemiyorum kendimi. Alıştım bi kere. Benim için üç kere tahtaya vurmak gibi bir şey oldu. Bi nevi koruyucu totem…
Kendi kendine kıkırdamaya başladı. Hep sinir bozukluğundan vallahi. Gerçi bu devirde bozulacak sinir de kalmadı ki hepsini aldılar… Görüyor musun bak inatla çıkıp odasından almadı şu suyu. Neyse ne ya…
On beş dakika sonra bir taşımlık kaynattığı çorbanın altını kapattı. Saate baktı. Biraz daha vakti var diye sevindi. Kendine bir Türk kahvesi yaptı. Balkona çıkıp bir sigara yaktı. Derin bir oh çekti. Bir günü daha kazasız belasız bitirmek üzere olmanın verdiği rahatlamayla tam batan güneşi izlemeye dalmıştı ki cep telefonu bipledi: “Annee, akşm ymkt n vr? Ark.la yym mi ltf? Kalp kalp kalp.” Ye oğlum yeee! Ziftin pekini ye! 500 lira ver ye! Bende her gün olduğu gibi bugün ne yemek yapsam diye kastırıp uğraşayım, alışveriş yapayım, saatlerimi harcayayım ve size bir bok beğendirememeyim! Babanız da iş yemeğinde! Eee! Peki ben niye işten çıkıp yardır yardır alışveriş yaptım da eve geldim de üç kap yemek çıkarmaya uğraştım? Biriniz et yemez, biriniz sebze sevmez, öbürü çorba içmez! Yok maydanoz mu koydun, ama ben dereotu sevmem ki, buna farklı bir baharat mı koydun, yağı fazla, yağı az, tuzu fazla, tuzu az, çok sulu olmuş, çok kuru olmuş! Sıçarım ya! Yemeyin ulan! Yapmıycam bi daha yemek memek size! Beğenmiyosanız siz yapın! Kazık kadar oldunuz! Eliniz ayağınız da tutuyo! Aaa bu ne be!
Sigarasını söndürüp içeri girdi. Fal için kapattığı fincanı açıp, içine bakmadan çalkaladı. Salona geçip bilgisayarını açtı. Dergiye yetiştirmesi gereken yazıya son rötuşları yapmak için tam odaklanmıştı ki cep telefonu çaldı:
“Kızımm?”
“Meraba anne.”
“Şu babanın doktor randevusu vardı ya yarın…”
“Vardı anne.”
“Sen götürüver yarın. Benim dernekte işim çıktı.”
Sağ ol anne, iyiyim. Sen nasılsın? Ben de yoğunum bildiğin üzere. İş güç çok yoğun. Ercan’ın da iş yemekleri, seyahatleri bitmiyor. Malum temizlikçi kadın da işi bıraktı. İş, çocukların kursu, temizlik, yemek, herkesin çilesi, kaprisi, her şey bende. Sağ ol sorduğun için!
“İyi de anne ben tüm gün işteyim biliyorsun.”
“Ayy, bi saat bi izin alıver nolur ki? Sen mi kurtarıcan şirketi?”
“Annecim, yarın çok önemli toplantılar, görüşmeler var. Ve ben de genel yayın editörü olarak hepsine katılmak zorundayım. Ayrıca evet ben kurtaracağım çünkü benim şirketim, benim yayınevim.” Allahım çıldırıcam yaa! Sanki bilmiyo! Şurada kendi yağımda kavrulmaya çalışıyorum tek başıma. Bi gün sordun mu bir ihtiyacım var mı diye? Destek olayım dedin mi bir gün? Varsa yoksa abim! Bitmiyo talepleri, bitmiyoo! Kendi arkadaşlarıyla gıybet yapıcak diye yine beni harcıyo!
“Amaann be Yasemin, sende de hep bi bahane, hep bi sürü terane… Sevmiyor musun kızım sen bizi? Önemsemiyor musun? Zaten sen hep böyleydin. Hiç beğenemedin bizi.”
“Yahu anne! Ne alakası var? Her zaman her şeye ben koşturmuyor muyum fırsatım oldukça? Ki olmadığı zaman bile yaratmak için elimden geleni yapıyorum! Hem abim niye götürmüyor? Ona sordun mu?”
“Ona soramam kızım vallahi. Adamcağız koskoca şirket yöneticisi, çok yoğun çalışıyor.” Haa biz eşek başıyız. Ayrıca nerde çok çalışıyo? Bir eli yağda bir eli balda. İstediği zaman giriyor istediği zaman çıkıyor! Kimseye hesap vermiyor. Zırt pırt öğlen yemekleri, akşam yemekleri, yurtiçi seyahatler, yurtdışı seyahatler. Karısını yurtdışına alışverişlere göndermeler. Ayda bir beş yıldızlı otelde ailecek tatiller, kafa izinleri. Bakıcılar, hizmetçiler, şöförler!
“Şoförlerinden birini yollasın o zaman anne. Ben götüremem bu sefer. Gerçekten götüremem. Kusura bakma.”
“Ooo Yasemin Hanım, bakıyorum siz bir havalara girmişsiniz. Hayır demeler falan? Diliniz uzamış. Eğer yarın babanı götürmezsen, bi daha da hiç götürme!”
“Tamam annecim. Götürmem. Sen de bir daha arama bu ayak işleri için. Anlaştık?”
“Hayırsız!”
Şükür kapattı. Yeter! Aramasın kimse beni! Beni bi bana bırakın lütfen yaa! Yeter artık! Bi salın ya beni! Bi rahat bırakın!” Anası ayrı, danası ayrı, kocası ayrı, işte ayrı, evde ayrı, sokakta ayrı! Yeter vallahi yeter! Ne istiyorsunuz benden ya? Ben size karışıyor muyum, ben size bulaşıyor muyum! Siz de artık bırakın beni ya! Daha ne yapayım? Bi canım kaldı! Neyse Yasemin, sakin ol canım benim. Bak istersen hayır diyebiliyormuşsun… Artık ne kadar dolduysam. Ama sandığımdan daha kolay oldu. Aferin kız sana! Bence de! Kendimle gurur duyuyorum.
“Yasemin? Yasemin? Nerdesin? Ben geldim? Yemekte ne var?”
“Aaa Haluk? Merhaba, hoş geldin. Hayırdır?”
“Bırak şimdi hayırı eveti de açım, kızım ben açım. Ne yemek var?”
Sağ ol ben de iyiyim benim öküz kocam! Hayır sana öküz demek öküzlere hakaret gerçi!
“Yoğurt çorbası, mantarlı et sote, arpa şehriyeli pilav. Salata da hazır. Bir sosu kaldı.”
“Ee hadi o zaman!”
“Ne hadi o zaman? Hazır işte her şey. Sıcak zaten yemekler. Koy tabağına ye. Benim iş yetiştirmem lazım.”
“Çok yorgunum ben ya! Yapamam! Sen yap işte nolur? Eline mi yapışır!”
Hah, al işte babasına bak kızını al!
“Yapışır Haluk, yapışır! Ben de çok yorgunum ve çok işim var!”
“Ooo Yasemin Hanım? Hayırdır? Atarlanmalar, trip atmalar? Laf çarpmalar?”
“Hayır Haluk Bey! Sadece gerçekler! Bundan sonra böyle! Yersen!”
“Yemezsem nolucak? Boşayacak mısın?”
“Evet boşayacam!”
“Hadi len ordan!” diyerek banyoya giren Haluk kapıyı hızlıca çarptı. Yasemin sakince bilgisayarını kapatıp kılıfına koydu. Haluk’un en az yirmi dakika tuvaletten çıkmayacağını bildiğinden acele etmeden yatak odasına geçti. Kısa iş gezileri için ortadan hiç kaldırmadığı kabin boy bavulunu açıp yatağın üzerine koydu. İçine birkaç çamaşır, pijama ve iki üç gün idare edecek kıyafet ve ayakkabı koydu. Makyaj çantası her daim çantasında hazırdı. İçinde diş fırçası da vardı. Cep telefonundan can dostu Buket’i aradı.
“Geliyorum.”
“Sonunda… bekliyorum canım. Odan aylardır hazır zaten…”
Yasemin gülümsedi. Makyaj masasının aynasında kendine baktı. Uzun zamandır bu kadar güzel ve güçlü hissetmemişti. Telefonunu çantasına koydu. Bilgisayarını içine koyduğu sırt çantasına okumakta olduğu birkaç kitabı da tıktı. Bavulunu aldı. Yatak odasından çıkıp ayakkabılığa gitti. Paltosunu, botlarını giydi. Saatine baktı. On iki dakikada her şeyi halletmişti. Sessizce çıktı kapıdan. Arabasının anahtarları her zamanki gibi paltosunun cebindeydi. İçini inanılmaz bir rahatlama ve huzur kapladı. Tam son kez arkasına bakacaktı ki vazgeçti. Asansörün kapısına yürürken aklından geçenleri daha sonra bir hikâyesine epigraf olarak yazacaktı:
Kimim ben? Ben bir kadınım! Ve bundan gurur duyuyorum! Ben kendimim! Ben benim!