Çarşamba, Mayıs 21, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

İçimdeki Yaz

Zamanda yapacağı yolculuktan habersiz, elindeki kitabı dikkatle inceliyor ve “En az on beş sene olmuştur,” diye tahmin yürütüyor. Okuduğunu pek hatırlayamıyor ama belli ki onun kitabı, hep yaptığı gibi ilk sayfasına tarih atıp bir de not yazmış. İşte tam düşündüğü gibi, on beş sene öncesinin tarihi. Üniversiteye hazırlandığı sene. “Peruş’un hediyesi” diye de not düşmüş. 

Hafif bir esintiyle irkilip, yan sandalyedeki şala uzanıyor, burnuna gelen melisa kokusuyla mest olurken bakışlarını balkonun en ucundaki büyük, yeşil saksının içinde, narin bir genç kız gibi süzülen melisaya çevirip “Ahh! Melisa, sakın kokunu sadece rüzgara bırakma,” diye tembihliyor ve havada kalan ferahlatıcı kokuyu içine çekiyor. Şalın yumuşak sıcaklığına sarınıp, bir yandan kahvesini yudumlarken karıştırdığı kitabın içinde bir fotoğraf buluyor. Üç kişi var fotoğrafta, ikisinin yüzü kalemle karalanmış. “Kıskanç Serap” diye azarlıyor on beş sene önceki hâlini. Fotoğraftakiler; liseden arkadaşları Tayfun ve Yeşim, onları hemen tanıyor. Okulun bahçesindeler. O zamanlar Tayfun’a âşıktı. Tayfun, Yeşim’den hoşlandığını söylediğinde, ikisinin de yüzünü karalamış, kendince intikamını almıştı. “Tam bir ergenmişim,” diye gülümseyerek söyleniyor.

Kitapta altını çizdiği yerleri okuyor, ona  çocukça gelen yerleri hızla geçiyor ama son sayfada takılıp kalıyor. “Tüm bunların içinde,  kışın ortasında, içimde, yenilmez bir yaz olduğunu fark ettim.” Yazar, kitabı bitirirken Camus’den alıntı yapmış, o da alıntının üstünü çizerek, hemen yanına kendi ifadesini yazmış; “Maviliklerin kaybolduğu yerde, uçsuz bucaksız bir grinin içindeyim.” Onu yazdığını değil ama on yedi yaşındaki Serap’ın nasıl bir griliğin içinde kaybolduğunu çok iyi hatırlıyor, bunu düşünmek kalbini sızlatıyor. Peruş olmasa başaramazdı, onu da adı gibi biliyor. Başkası olsa onun kadar katlanmazdı. Öz annesiyle babasının istemediği bir çocuğu nasıl sahiplendiğini ve ne kadar hırçın davranırsa davransın ondan vazgeçmediğini her düşündüğünde, kalbinde minnetten oluşan bir nehir coşuyor. Annesinin söylediğine göre; babası hastalıklı bir adammış. Hamile olduğunu öğrendiğinde “Benim çocuğum olmuyor, o çocuk kiminse git o baksın,” diyerek zavallı kadını yaka paça sokağa atmış. Hem kendisi hem çocuğuyla sığıntı gibi anca birkaç yıl dayanabilmiş. Serap iki yaşına girdiğinde, ailesinin baskısına dayanamayıp, onu yetimhaneye bırakmış. Sonra da dul bir adamla evlendirilmiş.  Onun çocuklarına bakarken bir de kendi doğurunca, kızına kavuşmaktan iyice umudunu kesmiş.

Serap, ailesinden kimseyi hatırlamıyor. Yetimhanede kaldığı sürede orayı evi kabul etmiş. Yaşı ilerledikçe evlat edinilme şansının düştüğünü, orada yaşayan çocuklar kadar o da biliyormuş, ta ki on dört yaşında, Perihan Hanım, yani Peruş ona koruyucu aile olmak isteyene kadar. Bu olay, Müdire Hanım’a kadar herkesi şaşırtan bir gelişme olsa da, tüm kurum Serap ve hırçınlıklarından kurtulacağı için mutluymuş. Peruş’un hiç çocuğu olmamış, kocası da evlat edinmeye pek sıcak bakmıyormuş ama o vefat ettikten bir süre sonra Peruş, karar vermiş ve özellikle de ilerleyen yaşından dolayı, küçük bir çocukla ilgilenemeyeceğini belirttiği dilekçesiyle, Serap’la eşleşmiş.

Serap, daha ilk görüştüklerinde sevmiş aslında Peruş’u ama sevilmeyeceğine inancı o kadar kuvvetliymiş ki onu uzun süre reddetmiş. Peruş ise hiç pes etmemiş, aralarındaki bağı, ince bir anlayışla yıllarca sıkı sıkı örmüş. Serap, uzun bir süre direnmiş. Annesine, babasına ve hayata olan kızgınlığını ondan çıkarmak istemiş. Peruş, o mutlu olsun diye ailesini bulmaya çalışmış, babasına ulaşamasa da annesini ve kardeşlerini bulup, onları kavuşturmuş. Serap, onları da istememiş. Onun için hepsi birer yabancıymış. Herkes kendi hayatını seçmiş de sadece o kaderine terk edilmiş gibi hissediyormuş. Üstüne, tüm bu hisleri ikiye katlayan ergenlik de eklenince, işte artık her daim o uçsuz bucaksız grinin içinde kalmaya devam etmiş. Emin olduğu tek şey, Peruş olmasa o grilikleri aşamayacağıymış. Onun anlayışı sayesinde yavaş yavaş sakinleşmiş ve güvenmeyi öğrenmiş. Peruş, ona yeni bir hayat vermiş.

Yıllar geçtikçe her şey yoluna girmiş, Serap evlenmiş, mutlu bir yuvası varken bu sefer de Peruş’un hastalığı başlamış ve o da yavaş yavaş her şeyi unutarak bu dünyayı bırakanların arasına girmiş. İşler kontrolden çıkmaya başladığında, Serap, onun için en iyi bakımı verebilecek bir huzurevi bulmuş. İlk zamanlar, hafta sonları onlarda kalıyorken, doktorlar yer değişikliğinin iyi gelmediğini söylediklerinde, bu sefer her hafta sonu onlar Peruş’a ziyarete gitmeye başlamış. Artık sadece Serap’ın eve ilk geldiği zamanları hatırlıyormuş, kitabı ona o günkü hediyesi gibi vermiş. Serap da alıp teşekkür ederek, “Hemen okuyacağım Peruş,” demiş. O da Serap’ın kocasına dönüp sessizce “Bir gün bana anne der mi sence?” diye sormuş, zavallı adam ne diyeceğini bilememiş. “Ah! Peruş’um, sen benim için bu dünyada anne denmeyi hak eden tek insansın. Çok üzgünüm,” diyerek hüzünleniyor. Bakışlarını balkonun en ucundaki melisaya çevirerek, elinin tersiyle gözlerini siliyor. O sırada kızı Eliz, elinde resim kâğıdıyla koşarak balkona çıkıyor. “Annee! Bak ne yaptım?” diyerek, boyadığı resmi gururla annesine uzatıyor. Resimde; Peruş’un odasındaki ikili koltukta oturan annesi ile anneannesini el ele tutuşmuş, kendisini de ikisinin önünde durup onlara çiçek uzatırken çizmiş. “Öğretmenimiz Anneler Günü için resim yapmamızı istedi. Beğenmedin mi annecim, neden ağlıyorsun?” diyor, kafası karışarak. “Yok güzelim, çok güzel olmuş. Duygulandım sadece… Eminim yarın görünce Peruş da bayılacak,” diyor, küçük kızını ikna ettiğini umarak. Eliz, resmini alıp sevinçle koşarak içeriye, babasının yanına gidiyor. Kızının arkasından buğulanmış gözlerle bakarken, Peruş’un evinde kutladığı ilk doğum gününü, o zamana kadar kutlayamadığı tüm doğum günleri için, Peruş’un özenle hazırladığı on dört tebrik kartını ve onları okumadan uyumadığı geceleri hatırlıyor. Aniden oturduğu sandalyeden kalkarak, şalını sandalyede, kitabını masada bırakıyor ve içeriye geçip, kızının boya yaptığı masanın önünde durarak “Beraber boya yapalım mı?” diye soruyor. Eliz, gülümseyerek başını sallıyor. Serap, tam on sekiz resim kâğıdını sayarak yanına alıyor ve kızının renkli kalemleriyle her bir kâğıda kocaman “anne” yazarak, rengarenk boyamaya başlıyor.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Sevil Özdemir
Sevil Özdemir
İstanbul'da doğdu. Medya sektöründe çalıştı. Keşfetmeye, öğrenmeye hevesli. Seyahat eder, fotoğraf çeker, okumayı ve yazmayı sever.

POPÜLER YAZILAR