Bir babanın sevgisi, bir kız çocuğunun hayata inancını dokur.
Eksik dokunan yer, daima ilk sökülen yer olur.
Bir kız çocuğu için babasıyla ilgili sorular hep bellidir. Zamana, mekâna, çağa göre değişmez.
“Babam beni seviyor mu?”
“Benimle gurur duyuyor mu?”
Çocukken soru sormaya ihtiyaç duymazsın genellikle. Çünkü davranışlardan, bakışlardan, sormadan alırsın cevabını. Küçük bir kız için babasının bakışı, dile gelmemiş bir cevaptır zaten. Yüzüne bakarken gülüyorsa, düştüğünde kucaklıyorsa, takdir edilecek bir şey yaptığında saçını okşayan bir baba eli varsa soruya yer yoktur. Cevap bellidir: “Dünya güvenli, ben değerliyim.”
Bazı çocuklar için durum ne yazık ki farklı gelişir.
Gülümseyen bir bakış, sevgi dolu bir sarılma sadece uyurken hayalini kurabileceğin şeylerdir. Arkadaşlarının babalarının onlara nasıl davrandığını gördüğünde başlar sorgulama. Benim babam neden böyle değil?
Aynı soru tekrar eder, eder, eder…
Sonunda cevabı kendince bulursun çocuk aklınla. Babam beni sevmiyor.
O andan itibaren yarımsındır artık. Sırtın açıktır, saçların sahipsiz, kalbin kırıktır.
Büyür, yetişkin olur, anne olursun.
Çocuklarına fazlasıyla şefkat ve sevgi göstererek, kendinle birlikte içinde büyüyen boşluğu kapatmaya uğraşırsın. Başaramazsın.
Orta yaşa merdiven dayadığında, bir filmde, kızına sarılan bir baba gördüğünde gözlerin dolar, için sızlar… İşte o an idrak edersin o boşluğun hâlâ orada durduğunu, küçülmediğini, kapanmadığını.
Bir gün; yüzü hiç gülmeyen, şefkatini esirgeyen, çatık kaşlarından başka hiçbir görüntüsü olmayan o adam zora düşer. Artık kudretli değildir. Kendine yetemiyordur, sağlığı bozulmuştur, desteğe ihtiyacı vardır. İçinde tuhaf duygularla, sadece insanlık vazifeni yerine getirmeye çalışırsın. En iyi tedaviyi, en iyi desteği sağlamaya çabalarsın.
Bu koşuşturmanın içinde bir ses gelir kulağına. “Kızım”
Küçük bir çocukken duysan dünyayı yerinden oynatacak gücü aşılayacak o tek kelime, hazırlıksız sırtlandığın ağır bir yüktür artık. Son kullanma tarihi epeyce geçmiş bir süt kadar ekşimiştir anlamı.
Bir, iki derken rahatsızlık büyür, sorgulamalar sıklaşır. Kafanın içindeki sesle kavga ederken bulursun kendini. Bir çocuk ‘kızım’ kelimesini duymak için kırk yıl beklememeli.
Ne değiştiyse bir anda gözbebeği olmuşsundur. Telefondan gelen ses öfkeni büyütür.
“Kızım, özledim, ne zaman geleceksin?”
Ben hep yanındaydım, baba. Unuttun mu?
Bacak kadar boyuyla sana kendini göstermeye çalışan, baştan aşağı ‘pekiyi’ dolu karnesiyle koşa koşa gelirken kucaklamak için açılmış kollar yerine soğuk bir sırttan başka bir şey görmeyen o kız çocuğuyum ben.
Unuttun mu?
Aynı evin içinde babasını özleyen o çocuğa, yıllar sonra bunu sorarken hiç için ezilmiyor mu baba? Yaşlanınca tüm hatalar affa mı uğruyor? Peki, bana kendimi koca bir hata gibi hissettirişini ne yapacağız, nereye sığdıracağız baba?
Yutkunursun. Onun sana yaptığını senin ona yapmana izin vermez vicdanın.
Belli bir mesafede durarak, idare edersin. Ve o kaçınılmaz son tecelli eder bir gün.
Tek cümleye sığar tüm yarım kalanlar. Babanı kaybettik.
Sabah kahvemi içerken telefondan gelen bildirime kayıyor gözüm: Babalar Günü çiçek siparişi
Durdur kelimesinin üzerine dokunuyorum. Karşıma bir soru çıkıyor: Tüm tekrarları silmek istiyor musun?
Evet.
Asla cevabını alamayacağın soruların tekrarını durduracak bir uygulama, bir buton yok. Onlar seninle birlikte yaşamaya devam edecek. Ancak, Babalar Günü hatırlatması sonsuza kadar silindi.