“Doğa, kadınlar gibidir; yaratıcılık ve dönüşümün sonsuz döngüsüdür” demiş Vandana Shiva, çevre aktivisti, feminist, yazar ve “ekofeminizmin” öncüsü.
Vandana Shiva’nın bu sözünü okuyunca içimizde bir romantizm kabarabilir. Doğa, kadın, sonsuz döngüler… Hepsi kulağa hoş geliyor. Ama gelin itiraf edelim, bu “sonsuz döngü” mevzusu, günümüzde pek de döngüsel değil. Kadınlar, özellikle genç kızlar ve genç kadınlar, doğayla bağ kurmak yerine Instagram filtrelerinde kaybolmuş durumdalar. Elinde telefonu, bir ormanda yürüyüş yaparken filtre seçmek için duraksayan genç bir kadını hayal edin. Sizce manzaranın güzelliğini yaşamak mı istiyor, yoksa fotoğrafın nasıl görüneceğini mi düşünüyor. Cevabınızı duyabiliyorum. Ne yazık ki gerçekliğin ne olduğunu unutmuş durumdayız, doğanın sesi yerine TikTok videolarının ritmini dinler olduk. Modern çağın hızı, sosyal medyanın yapaylığı ve şehir yaşamının izolasyonu, yedisinden yetmişine tüm kadınları depresyon, anksiyete ve beyin sisiyle yüz yüze bıraktı. Doğanın döngüsünden kopan biz kadınlar, bir başka döngünün içine sıkışmış haldeyiz: Mutsuzluk, tükenmişlik ve kaygı artık yeni döngümüz.
Doğadan Kopuş: Kahramanın Yolculuğu “Out”, Şehirli Kadının Hikâyesi “In”
Kadınların doğayla bağını kaybetmesi, tarih boyunca hiç bu kadar ironik olmamıştı. Eskiden sadece köylerde yaşayan kadınlar değil, şehirlerde bahçeli evlerde yaşayanlar da toprağı eker, hayvanlarla ilgilenir, doğayla uyum içinde yaşardı. Şimdi ise “Ah, bu manzara çok güzel ama ışık biraz kötü, bir filtreyle hallederim,” diyen bir nesil var karşımızda. Doğanın döngüsü değil, Instagram’ın algoritması belirliyor neyin değerli olduğunu.
Kadınların biyolojik döngüleriyle doğanın ritmi arasındaki bağa ne oldu peki? Güzel ve mistik bir fikir gibi geliyor kulağa, ama doğadan kopmuş modern dünyada bu bağdan bahsetmek biraz masalsı. Artık doğanın sunduğu ritimle değil, uygulamaların gönderdiği bildirim seslerinin ritmiyle yaşıyoruz!
Bu kopuş, son yıllarda modern psikoloji içinde giderek daha fazla konuşulan bir alan olan ekopsikolojiyi ön plana çıkardı. Ekopsikoloji, insanların doğayla bağlarını kaybettikçe zihinsel ve duygusal sağlıklarının bozulduğunu öne sürüyor. Özellikle sosyal medyanın truva atı “kusursuzluk” tuzağına düşen kadınların her şeyi mükemmel gösterme çabası yüzünden stres hormonları tavan yapıyor, serotoninleri eksiliyor. Örneğin çarpık bir ağaç mı gördünüz? Ay, hemen geçin! Kusursuz bir gün batımı bulana kadar fotoğrafları kaydırmaya devam edin! İşte ekopsikoloji bunun nedeninin insanın her şeyi kontrol etme ve değiştirme çabası olduğunu söylüyor. Sosyal medya gibi araçların da bu sürekli mükemmellik arayışını köpürttüğünü ve böylece insanın doğadan gelen sade huzurunu kaybettiğini ve bunu bulmak için “5 Adımda Huzuru Nasıl Bulursun?” gibi videolar izlemeye başladığını dile getiriyor.
Kabul edelim, artık doğanın sunduğu ritimle değil, uygulamaların gönderdiği bildirim seslerinin ritmiyle yaşıyoruz!
Harvard Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, günde üç saatten fazla sosyal medya kullanan bireylerde depresyon riski 60% artıyor. Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre ise , 2013’den 2023’e kadar geçen 10 yılda antidepresan kullanım miktarı yaklaşık yüzde 70 artmış. Dünya çapında tüm doktorlara göre ise günümüz hastalıklarının en büyük sebebi “hareketsizlik”. Ama bizim nesil artık doğada yürüyüş yapmak yerine Netflix’te doğa belgeseli izlemeyi tercih ediyor. Oysa, Japonya’dan dünyaya yayılan Orman Terapisi (Shinrin-yoku) gibi yöntemler, doğanın fiziksel ve zihinsel sağlık üzerindeki etkilerini artırmanın ne kadar basit ve etkili yolları olduğunu apaçık gösteriyor. Araştırmalar, orman terapisi seanslarının stres hormonlarını azalttığını ve zihinsel berraklığı artırdığını ortaya koyuyor. Modern şehirli kadınların yaşam yükü ağır. Bu da onları kimyasal destekler almak zorunda bırakıyor. Ancak antidepresanı bırakmayı veya azaltmayı düşünenler için ise, doğa bir tür köprü olabilir; kimyasal desteği azaltırken, toprağın sakinliği ve ormanın ritmiyle beden ve zihin yeniden uyum bulabilir.
Doğanın en büyük gücü, insana verdiği sakinleştirme ve “topraklanma” hissi. Ayakkabıları çıkarıp toprağa basmanın ya da bir ağaca yaslanmanın o anlık sade huzurunu hiçbir terapi seansı tam olarak taklit edemiyor. Çünkü doğanın ritmi, modern hayatın hızına karşı bize unuttuğumuz bir şeyi hatırlatıyor: Yavaşlamak, nefes almak ve varoluşun özünü hissetmek.
Peki, doğayla kaybolan bu bağı nasıl yeniden inşa edebiliriz? Wi-fi yerine ağaçlara mı sarılalım? Tabii ki “doğa yürüyüşü” yaparken çekilen mükemmel Instagram pozlarıyla değil! Belki de telefonları bir kenara bırakıp gerçekten toprağa dokunmanın, kuşları dinlemenin ve ağaçlara sarılmanın zamanı gelmiştir. Rotayı yeniden doğaya çevirip tekrar bağ kurmak için üç basit ama etkili yol da önermeden bitirmeyelim yazıyı:
- Dijital Detoks:
Telefonumuzu bir günlüğüne kapatmak, beynimizi anlık bildirimlerden kurtarır. Zihnimiz berraklaşır, odaklanma gücümüz artar ve hayatın gerçek “anı”yla yüzleşiriz. Bir günlüğüne doğanın ritmi, bizim ritmimiz olur. - Doğada Günlük Ritüeller ve Orman Terapisi (Sylvotherapy):
Her gün kısa bir yürüyüş, bir parkta oturmak, hafif bir orman yürüyüşü, deniz kenarında farkındalıkla yapılan bir meditasyon ya da Qigong (Chi Kung) gibi bedensel ve zihinsel dengeyi hedefleyen uygulamalar, insanı sadece doğaya değil, kendine de bağlar. Doğa, bize sakinlik ve tazelenme sunar – hem de bunu beğeni beklemeden yapar! Günlük minik adımlar, ruhsal dengeyi yeniden kazandırabilir. - Bahçecilikle Uğraşma:
Bir bitki yetiştirmek, doğayla bağ kurmanın en somut yollarından biri. Toprakla çalışmak, bizi stresten uzaklaştırır ve yaşamımıza anlam katar. Üstelik kendi yetiştirdiğimiz domatesin tadı, marketten aldığımızdan çok daha lezzetlidir – hem ruhumuza hem midemize iyi gelir. Londra’da yapılan bir araştırmaya göre, haftada sadece bir saat bahçecilik yapan bireylerin depresyon oranları 50% azalmış.
Doğayla bağ kurmanın bu kadar basit yolları varken neden hâlâ sanal dünyaya sıkışıp kalalım ki? Haydi kadınlar, harekete geçin! Mesela bu hafta sonu bir parkta yürüyüşe çıkmayı deneyin. Kuşları dinleyin, ağaçlara dokunun ve toprağın sakinleştirici enerjisini hissedin.
Yaşasın Toprak Ana! Yaşasın Gaia!