Sunday, April 13, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Vida

Haftalardır hayalini kurduğum bisiklet turunun günü gelmişti. Bir gün sorsalar, “Bu hayatta en çok sevdiğin şey nedir?” diye, uzayıp gidecek listemde “bisiklete binmek” baş sırlarda yer alır adıma. O yüzden güzel bir inisiyatifin, yılda bir tüm ülkede düzenlediği bu “Süslü Kadınlar Bisiklet Turu” bende çocuksu heyecana neden olmuştu. Etkinliğe katılmanın gönüllülük dışında tek şartı vardı, sokaktaki insanların dikkatini çekmek için süslenmek ve bisikletini süslemek. Ben de her iki koşulu yerine getirmiştim elimden geldiğince.

İstanbul’un bana göre karşı yakasında gerçekleştirilecek etkinlik için, buluşma saatine en yakın vapura bisikletimle bindim. Vapurda benim dışımda aynı etkinliğe katılmak üzere başka insanlar da vardı, giyimlerinden ve bisikletlerindeki süslerinden bunu rahatlıkla anlayabiliyordum. Vapur tam kalkmak üzereyken aramıza on yaşlarında kız ve erkek çocukları olan çekirdek bir aile de katıldı. Son gelen aileye en yakında duran bendim. Dar alanda bir yandan bisikletlerimize sahip çıkmaya çalışıyor, diğer yandan sohbet ediyorduk. Çekirdek ailenin süslenme işini son ana bıraktıklarını aralarındaki konuşmadan anlayınca yardım teklifinde bulundum, baba teklifimi kabul etti.

Çantalarındaki süsleri çıkartıp bisiklet süsleme işine koyulduğumuzda baba ile aramızda tatlı bir sohbet başladı. “Bu arada ben Mert.” “Ben de Nefise.” “Memnun oldum Nefise Hanım.” “Ben de Mert Bey.” Süslemeler sohbet ile harmanlanırken hep beraber hatıra fotoğrafı çekmeyi ihmal etmiyorduk. Laf aralarında birbirlerine hitaplarından ve konuşmalarından, Mert’in çocukların babası olduğu ama annelerinin o hanım olmadığı kanısına varmam uzun sürmedi. Peki anne neredeydi? Ve bu kadın kimdi?

Mert ile bir vapur süresi kadar kısa sohbetimiz o denli içten ve doğaldı ki, birbirimize “siz” diye hitap etmesek kimse yeni tanıştığımızı anlayamazdı. Varlıklarımızı hiç yabancılamamıştık; onda bana dair bir şeyler vardı, bende de ona dair. Sadece o tanıdık şey neydi, bir türlü onu çıkaramıyorduk. Sanki yıllardır birbirimizi biliyorduk. Mert ile aramızdaki bu ortak his dışarıdan da fark edilmiş olacak ki, hanım arkadaşı vapurdan inerken iki arada bir derede bana sorma ihtiyacı duydu: “Siz Mert ile şimdi mi tanıştınız?” Kıskançlık kokusunu aldığım ilk an!

Buluşma alanına geldiğimizde meydan oldukça kalabalıktı. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu gruba beyler de destek veriyordu. Dakikalar ilerledikçe sayı artıyor, hatıra fotoğrafları çekiliyor, ulusal televizyonlar katılımcılarla röportajlar yapıyordu. Tüm bu hengâme içerisinde ben heyecanla turun başlamasını beklerken ve çevremi gözlemlerken Mert’i gözden kaybettim.

Etkinliğin İstanbul ayağını düzenleyen hanım ise yeteri kadar beklendiğini düşündüğünde turu başlattı. Sanırım 200-250 kadar bisikletli eş zamanlı önceden belirlenen güzergâh için hareketlendi. Ama o da nesi? Benim bisikletim gitmiyordu, pedala basıyordum zincirim dönmüyordu. Herkes bir anda yola çıkıp uzaklaşmıştı. Bisikletimin ne sıkıntısı vardı, anlayamamıştım. Haftalarca beklediğim bugünde bu aptalca şey olmamalıydı. Panikledim, üzüldüm, hayal kırıklığına uğradım. Sonra tura destek veren genç bir erkek arkadaştan yardım istedim. Bisikletime anlamadığım birkaç şey yapınca pedalımı iyi kötü çevirmeye başlamıştım. Çocuğa teşekkür edip yola koyuldum. Hâlâ bir sıkıntı vardı, pedal çevirdikçe hissediyordum, ama artık gittiği yere kadardı; çünkü grup ile aram oldukça açılmıştı.

Trafikte olmanın tedirginliğine rağmen kendimce hızlı sürüyordum, başka şansım yoktu. Neyse ki trafik ileride tıkanınca gruba yetiştim, fakat güzergahın üçte birini yalnız başıma kat etmiştim. Yine de mutlu ve daha sakindim. Grup ile yol boyu ilerlerken Mert yanıma geldi ve beni göremediğini söyledi. Ben de zincirimde sıkıntı yaşadığımı, arkada kaldığımı, sonradan yetiştiğimi anlattım ona. Varış noktamız boğaz kenarında küçük bir parktı. Mert, “Parka ulaşınca beraber bakabiliriz.” dedi. Aslında çok gönüllü değildim oraya gittiğimizde bisiklet ile uğraşmaya, çünkü etkinlik kapsamında parkta bizleri bir ritim grubu karşılayacaktı ve müzik dinleyip insanları seyretmek daha cazip geliyordu.

Hep beraber parka geldiğimizde planlandığı gibi müzik ile karşılandık. Herkes bisikletlerini bir yana bırakıp müziğin çevresinde toplandı. Ben ve Mert kalabalığın hemen arkasındaydık. O söz verdiği gibi bisikletimdeki sıkıntıya bakmaya koyuldu. Bu yeni tanıdığım centilmen bisikletimle uğraşırken müzik dinlemeye gitmek olmazdı, mecbur ben de bisikletimin başında onunla kaldım. Mert, problemin ne olduğunu anlamaya çalışırken, ben ufak tefek şeylerde yardım edebildim. Onun ilgisi karşısında mahcup oluyordum. Sonuçta o da benim gibi müzik dinleyip eğlenmek istiyor olabilirdi, ama tanımadığı birinin bisikleti ile meşguldü o an.

Böyle ikircikli dakikalar içerisinde, kulağım müzikte, gözüm Mert’te ve bisikletimdeyken çarkların arasında bir vida fark ettim. Eğilip yakından bakınca ona gösterdim. Bir şekilde sıkıntının nedenini bulmuş, onu oradan çıkararak sorunu çözmüştük. Meydanda turun başlamasını beklerken, kısa bir süre bisikletimden uzaklaşmış, festival havasındaki tur coşkusunu yaşamıştım. Kimsenin günahını almak istemem, ama bisikletime döndüğümde o hanım arkadaşı bisikletimin dibinde ayakkabılarını bağlarken görmüştüm. Bundan Mert’e bahsetmedim. Mert aklımın müzikte kaldığını anlamış olmalı ki, vida meselesinden sonra “Nefise Hanım, siz müzik dinlemeye gidin. Ben buradayım, bisikletinize bakarım, merak etmeyin.” dedi. Doğrusu bu güzel teklifi reddedemedim ve müziği sonunda da olsa yakaladım.

Tüm etkinlik, bisiklet turu ve müziğiyle bittiğinde herkes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Mert, arkadaşı ve çocuklarıyla çimlerde oturuyordu. Ben bisikletime doğru yönelmişken, Mert beni yanlarına davet etti. Bir yandan muhabbet ederken, bir yandan bana içeceklerinden dolduruyordu. Vapurda ilk karşılaşma anında ve onunla parkta bisiklet başındayken yaşadığım his tekrar geldi: Yakınlık. Kesinlikle yakınlık duyuyordum bu yardımsever, içten, paylaşımcı adama karşı. Ama muhtemelen bu güzel hikâye o gün orada yaşandığı ile kalacaktı…

Etkinliğe katılanların neredeyse tamamı parktan ayrılmıştı. Saat ise gün batımına yaklaşıyordu. Ben kara kara vapur iskelesine nasıl döneceğimi düşünüyordum, çünkü bisiklet ile tek başıma trafikten korkuyordum, hele ki İstanbul’da. En iyisi Mertlere sormaktı, onlar da aynı yöne gideceklerse beraber dönebilirdik. Nitekim öyle oldu. En öne geçen Mert’in arkadaşı beş kişilik grubumuzun lideriydi. En arkada ise Mert vardı, o da bizleri kolluyordu. Ben ve çocuklar ikisinin arasında yol boyu sürdük. Mert, trafikte bisiklet tecrübem olmadığını anlamıştı. Tam arkamdan geliyor, beni hem yönlendiriyor hem cesaretlendiriyordu. Bu durum ise kendimi güvende hissettiriyordu.

Vapur iskelesine geldiğimizde ayrılık vaktiydi. Hepimiz farklı semtlerdeki evlerimize dönmek üzere dağıldık. Ancak vedalaşırken Mert bana internet üzerinden iletişim kurmamızı sağlayacak bilgilerini verdi, ben de aynı şekilde ona. Vapura bindiğimde ilk işim ise ona internetten takip isteği göndermek oldu. Tanışmamızın üzerinden yaklaşık 5 hafta geçti ve biz hemen her gün yazıştık. Şimdi tesadüfe bırakmadığımız ilk buluşmamızı heyecanla bekliyorum. Peki bu buluşmada, arkadaşının hin planının bizi daha da yakınlaştırdığı ve cüzdanımın ön gözünde sakladığım küçük vidayı ufak bir tanışma hatırası olarak ona vermeli miyim, bilemiyorum…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Nefise Sinem Turan
Nefise Sinem Turan
1984 yılında İstanbul'da doğdu. Çeşitli nedenlerle hayatı Türkiye'nin farklı şehirlerinde geçti. Şu anda Ankara'da yaşamaktadır. Hayat yolunda biriktirdiklerini yazmaktan ve paylaşmaktan hoşlanmaktadır.

POPÜLER YAZILAR