Tuesday, April 15, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Sahnede Savaşan Çiğ Damlası

Çamlıca’daki konaktan iki çocuğun kahkahaları duyuluyordu. Afife ve kuzeni Ziya, üst salona kurdukları sahnede, dedeleri Doktor Sait Paşa’ya Leblebici Horhor oyunuyla maharetlerini sergiliyordu. Takvimler 1909’u gösterirken Afife belki de hayatının geri kalanına şekil verecek bir çocukluk yaşıyordu. Güvende ve mutluydu.

Kadıköy’deki evlerinde, aşırı mutaassıp babası Hidayet Bey’in kurallarından bunalıyordu ama paşa dedesinin konağında özgürce yaşıyordu. Teyzesinin oğlu Ziya ile oyunlar oynuyorlar, beraber büyüyorlardı. Daha o yaşlarda birbirlerine çok kıymetli duygular besliyorlardı.

Afife’nin sahneye olan aşkı küçücük yaşına rağmen gözlerinden taşıyor, ruhu sahnede can buluyordu. Küçük kızın tiyatroya olan merakına vakıf dedesi onu ve kuzenini sık sık oyunlara götürüyor, çocukların merakla sordukları sorulara hiç sıkılmadan yanıt veriyor, geleceğin gençlerini kültürlü bireyler olmaları için donatıyordu.

1911 yılında dedesiyle birlikte, devrin ünlü sanatçısı Mardiros Mınakyan’ın jübilesine gittiler. Halep Pasajı’nın girişine jübile için devasa bir afiş asılmıştı. İlk defa o gün bir hayal kurdu küçük kız. Kendi ismi de bir gün böyle şık ve kocaman harflerle yazılır mıydı?

Afife’nin hayatını değiştirecek olaylar silsilesi 1914 yılında, o zamanın İstanbul Belediye Başkanı olan Cemil Topuzlu Paşa’nın Darülbedayi-i Osmani’yi (Bugünkü Şehir Tiyatroları) kurmasıyla başladı. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğu zor zamanlardan geçiyordu. İlk oyunun sahnelenmesi ancak iki sene sonra gerçekleşti.

Afife’nin annesi Methiye Hanım ilk eşini çok erken kaybetmişti. İlk evliliğinden Behiye ve Salah adında iki çocuğu vardı. Behiye ablası, Afife henüz küçükken evlenip yuvadan uçmuştu. Abisi Salah da eğitimini bitirip iş hayatına atılmıştı. Yıllar geçiyor Afife büyüyordu. Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Osmanlı’da kızlar için açılan ilk güzel sanatlar okulu) başladığı yıllarda gönlünde hâlâ tiyatro vardı genç kızın. Ancak o yıllarda bu imkânsız bir hayalden ötesi değildi. O dönemde kadınların sahneye çıkması yasaktı. Tiyatrolardaki kadın rollerini gayrimüslim hanımlar canlandırıyordu.

1918 yılının bir Kasım sabahı İstanbul’a işgal gemileri gelmeye başladı. Afife on altı yaşındaydı. Ancak İstanbul tarihinin kara günlerini yaşarken Afife için hayallerine ulaşmanın bir fırsatı doğmak üzereydi. Temaşa mecmuasında Darülbedayi’nin Türk kız öğrenciler de alacağını okudu. Derslere katılabilecek olan öğrenciler, sahnede sadece hanımlara oynayacaklardı. Afife, ailesinden habersiz sınava girdi ve çok başarılı oldu. Yine ailesinden habersiz bir süre iki okula birden devam etti. Ancak uzun zaman saklaması mümkün olmadı. Temaşa Mecmuasında kızının adını gören Hidayet Bey çok hiddetlendi.

Afife ağlayarak annesine şöyle diyecekti: “Ben ya tiyatrocu olacağım ya da öleceğim.”

Tam o döneme geldi sevgili paşa dedesinin vefatı. Aile, cenaze ve taziye telaşına düşüp bu hadiseyi unuttu. Afife, böylelikle bir süre daha okuluna devam edebildi. Osmanlı’nın en ünlü oyuncularından etkili okuma, şiir, jest, mimik gibi konularda dersler aldı. Ülkenin en ünlü hocalarından tiyatro tarihi, edebiyat tarihi ve Türkçe öğrendi. Öğretmenleri Afife’yi çok başarılı buluyor, tiyatro için gereken yetenek, kültür ve çalışma azminin genç kızda fazlasıyla olduğunu düşünüyorlardı. Ancak Osmanlı’da bu işi icra etmek için bir hususta daha azimli olmak gerekiyordu. O da mücadeleydi. Afife’de gözü karalık belki de herkesten daha kuvvetliydi. Müslüman bir kızın sahneye çıkmasının büyük bir devrim olacağının farkındaydı genç kız.

Afife ne denli her şeyi göze almış olursa olsun, ne yazık ki babasının hiddetinden tekrar nasibini alması uzun sürmedi.

Annesi büyük bir yol ayrımına geldi ve kızını seçti. Methiye Hanım ve Hidayet Bey ayrıldılar. Anne ve kızı, dadıları Sofia’nın evine yerleştiler. Bu defa da geçim sıkıntısı baş gösterdi. Neyse ki Afife artık kadroya girmiş, kendisine küçük de olsa bir maaş bağlanmıştı.

1920 yılında Afife artık sahne için hazırdı. İki yıldır bu anı bekliyordu. Yamalar isimli oyunda başrol oynayacaktı. Bu oyun, kısa vadede yaşayacağı büyük mutluluğun ve uzun vadede yaşayacağı büyük mutsuzluğun ilk adımı olacaktı.

Sahne ismini Afife Jale olarak belirlediler. Jale, çiğ damlası demekti.

İstanbul’un serin bir akşamında, Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosu’nun sahne arkasında genç kadın heyecanla bekliyordu. Elleri titriyordu, nefesi düzensizdi ama gözlerinde inanılmaz bir ışık vardı. Birazdan sahneye çıkacak, tarihte bir ilki gerçekleştirecekti. Müslüman kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu bir dönemde, Afife Jale adını tiyatro tarihine kazıyacak ilk adımı atmak üzereydi. Korkmuyor muydu? Korkuyordu elbette. Ama sanatı, sahneye olan aşkı, içindeki tüm korkuları bastırıyordu. O gece, sadece bir perde açılmayacaktı; bir devrin kapıları da aralanacaktı. Rolüyle, sahnede büyüdükçe büyüdü. Salon alkışlardan yıkıldı. Onu en ön sıradan izleyen Ziya, tam anlamıyla büyülenmişti. İlk oyun olaysız geçse de bir hafta sonraki oyuna polis baskını oldu. Afife’yi arka bahçeden kaçırdılar.

Sonun başlangıcı da o gece yaşandı. Karşısında Kadıköy’ün polis komiserini gören genç kızın başına bir ağrı saplandı. Doktorlar, eczacılar bir türlü çare bulamıyorlardı. Bir yandan yeni oyunu “Odalık” için çalışmalarına devam eden Afife bir yandan beynine saplanıp duran hançerlerle mücadele ediyordu. Tam bugünlerde Kadıköy’de muayenehanesi olan genç bir doktor buldu. Doktor Suat Bey bu ağrıları geçirmenin tek çaresi olduğunu söyledi, o da morfindi. Doktor, ona morfin verdiğinde tüm acılarını unutturacağını söylemişti ama morfinin zamanla onu esir alacağını söylememişti.

Uygulanan doz sonrası nihayet ağrılardan kurtuldu yetenekli oyuncu ve sahnede yeniden devleşti. Oyunda ilk iki perde hadisesiz geçse de üçüncü perdede Apollon Tiyatrosu’nu yine polisler bastı. Afife’yi yine kaçırdılar ancak baş ağrıları yeniden hasıl oldu genç kızda. Aynı doktora gitti bir kez daha morfin iğnesi damarlarına değdi.

Son baskından sonra Afife kadrodan çıkarıldı. Tiyatro yönetimi ellerinden geleni yapmış, Afife için savaşmış ancak başarılı olamamıştı. Mevzubahis genç bir kızın hayalleri de olsa olmayınca olmamış, Afife bir kenarda bırakılmıştı. Evin geçiminde tek katkı olan maaşı da kesilmişti. Tüm bu şartlar Afife’yi bunaltıyor, baş ağrıları daha da artıyordu. Yeniden doktora gittiğinde ise onu çok büyük bir tuzak bekliyordu. Doktor Suat, Afife’ye evlenme teklif etti. Teklifi kabul görmeyince de ilacı uygulamadı. Afife başta direnmeye çalışsa da ağrılar göz açtırmıyordu. Yenildi genç kız. Yeniden gitti doktora. İlacın karşılığını bedeniyle ödedi. İlk defa o zamanlarda Afife, ben artık bir morfinmanım diye düşündü.

Oyunları yasaklansa da tiyatrodan atılsa da ailesi tarafından dışlansa da sahneye olan aşkı, toplumun baskısından daha güçlüydü. Bir süre sonra Burhanettin Bey Kumpanyası’ndan teklif geldi. Akıllı bir adamdı Burhanettin Bey ve İstanbul’daki İngiliz Fransız çekişmesinden faydalanıp Afife’yi Napoleon Bonapart oyununda sahneye çıkardılar. Ancak yine yasaklarla karşılaştı. Yine başaramadı yine ağrıların kollarına itildi genç kız.

Bu sırada Anadolu’da direniş başlamıştı. O dönem Ziya Afife’ye evlenme teklif etti. Hem bağımlılığı hem de Doktor Suat ile zorunlu yaşadığı ilişki nedeniyle ilk aşkının bu teklifini kabul edemedi.

Tüm güçlüklere karşı sanatını sürdürmekte kararlıydı Afife. Belki de hayatının en mutlu günlerini “Yeni Tiyatro” ekibine dahil olduktan sonra yaşadı. Yeniden sahnelerle buluştu. Artık yavaş yavaş devir değişiyor, Müslüman kadın oyunculara sahne yolu açılıyordu fakat gerçekte değişen bir şey yoktu. Bu kez yasak, bir tebligatla ulaştı tiyatroya. Hançer yine beynine zuhur ediyordu. Tek kurtuluşu morfindi.

1922’de Lozan’da imzalar atılmıştı. Ardından Ziya bir kez daha izdivaç teklifinde bulundu yegâne aşkı Afife’ye. Afife’nin kalbi kanasa da cevabı netti. 1923’te Afife’ye bu defa Ferah Tiyatrosu’ndan teklif geldi. “Demek unutmamışlar beni,” yazacaktı günlüğüne. “Kırık Kalpler” oyununda Afife artık deneyimli bir oyuncuydu.

1923 yılının baharında Afife, “Milli Sahne” grubuyla turneye çıktı. İlk durakları Trabzon’du. Oyundan önce vali ve emniyet müdürünü ziyaret edeceklerdi. Vali ziyaretleri sorunsuz geçse de emniyet müdürünün odasına girdiklerinde Afife’nin karşısında yıllar evvelki polis komiseri duruyordu. O ilk günkü hissiyata kapıldı genç oyuncu, baş ağrıları tekrar yakasına yapıştı. Trabzon’da morfin bulması mümkün olmayan Afife, turneyi alelacele terk etti, İstanbul’a döndü. Kendisine zor da olsa ilaç ve enjektör edindi, bir daha Doktor Suat’a gitmedi. Önceleri sadece ağrı varken kullandığı morfin, çok geçmeden onu bağımlı hale getirmişti. Turneyi terk etmesi belki de kariyerinin sonu oldu. Çünkü Trabzon’da eczanelerden morfin istediği duyulmuştu. Mücadele, onun ruhunda derin yaralar açmıştı. Bir zamanlar hayallerin ışıldadığı gözleri, artık yorgun bir hüzne ev sahipliği yapıyordu. Artan baskılar ve sahneden uzak kalmanın getirdiği acı, ruhunda derin bir boşluk yaratıyordu. Afife iyice içine kapandı.

Bir süre daha hayatına böyle devam etse de aşk kapısını çaldı. Dönemin ünlü bestecisi Selahattin Pınar ile tanıştı. İkisi de müziğe, sanata âşıktı. Selahattin, Afife’nin yorgun kalbini dinlendirecek bir liman gibiydi. Daha ilk günden Afife’ye delicesine tutulmuş, hatta meşhur bestesini güzel kadın için yapmıştı. Bir Bahar Akşamı Rastladım Size… Çok büyük aşk yaşadılar ve evlendiler. Beraber geçen kısa ama tutkulu zamanlar, Afife’ye hayatın güzel yanlarını tekrar hatırlattı. Ama ne yazık ki, yorgun bir kalbin yükü ağırdır. Morfin, Afife’yi Selahattin’den bile uzaklaştırdı. Genç besteci, sevdiği kadını kurtarmak için çırpındıysa da Afife bağımlılığa çoktan yenik düşmüştü. Boşandılar. Bütün sevdiklerini tek tek kaybeden, en önemlisi hayata karşı hevesini yitiren Afife; boşanmanın ardından kendisini Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde buldu. Hastaneden bir süreliğine ayrılıp abisi Salah’ın evinde yaşadıktan sonra kendi isteğiyle tekrar hastaneye döndü. Henüz otuz dokuz yaşında olmasına rağmen bir deri bir kemik kalmıştı. İyice zayıf düşen bedeni daha fazla direnemedi ve birkaç ay içerisinde vefat etti. Toprağa verildiğinde gökyüzünde bir perde açıldı ve Afife Jale nihayet özgürce sahneye çıktı.

Damla Adam
Damla Adam
Başta İTÜ olmak üzere çeşitli üniversitelerde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. Halen Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenci. Turizm, sağlık, pazarlama sektörlerinde çalıştı. Kolektif kitaplarda ve dergilerde yazıları yayımlandı. “Oyuncak Tabanca” isimli öyküsüyle Zehirli Kalem Öykü Yarışmasında üçüncü oldu. Yazarlık ve editörlük yapmaktadır.

POPÜLER YAZILAR