(Sevgili babam Erdoğan Varlıer’i özlemle anarak…)
“Ben çıkıyorum baba! Taksi çağırıyorum.”
Yanımda valizim, sol kulağımda airpod’um. Simply Red’den “Stars” çalıyor. Şu, sevgilisinin kollarına yıldızlardan düşmek isteyen kızım işte. Diğer kulağım babamdan gelecek cevaba kilitli. Antrenin kapısında ayakkabılarımı giyiyorum. Gözüm salondaki baba koltuğunda.
Aynı anda televizyonda ana haber bülteninin fon müziği. Kurtatırsa beni Fatih Portakal kurtarır. Kumandayı alırsa eline işlem tamam. Sesleniyor içeriden.
“Ne taksisi kızım! Ben bırakırım seni terminale.”
Off! Şaşırdık mı? Hayır.
Tüm olasılıkları önceden hesaplamış olmanın verdiği özgüvene rağmen bir huzursuzluk, bir heyecan. Beni AŞTİ otobüs terminaline ya bırakırsa, diye tedbiren önceden aldığım Kamil Koç biletini yokluyorum bir elimle. Yerinde.
Yok baba ben giderim demeye yeltensem… Belli olur mu? İstekli görünmeliyim.
“Sağol baba. İyi oldu senin bırakacağın. Haberleri kaçırmamak için beni bırakmak istemezsin diye düşünmüştüm.”
“Yok kızım. Her gün aynı haber işte. Ben kızımı AŞTİ’ye tek gönderir miyim hiç? İt kopuk dolu orası.”
Babam enteresan bir adam. Görmüş, geçirmiş, çokça gezmiş halbuki. Ona göre tüm erkekler potansiyel tehlike. Lisede el ense tokat olduğum sıra arkadaşım Mete’ye bile takıktı. Anlatamadım bir türlü onların benim arkadaşım olduğunu. Ona göre bir kız ve erkek arkadaş olamazdı. “Benim hiç erkek arkadaşım olamaz mı? Ben bir gün nasıl evleneceğim sen böyle yaparsan?” diye söylendiğimde, “bu yaşta öyle aşk meşk olmaz,” deyip konuyu kapatıverirdi. On altı yaşımdan bu yaşıma kadar kafa hâlâ aynı kafa. Eh durum böyleyken ben de kişisel gelişim konusunda epey yol katettim.
Arabaya binince, önceden defalarca cevaplamış olduğum sorulara birebir aynı yanıtları veriyorum. Açık verir miyim hiç? Tutarsızlık? Asla!
Ankara’daki reklam ve organizasyon şirketinde işe girenlerin İstanbul’da kurum içi eğitime tâbi tutulduğu, otel ve konaklama masraflarının şirket tarafından sağlandığı, otobüs biletinin şirket tarafından alındığı, eğitimin iki gün süreceği… Aynı sorular, aynı cevaplar. Daha sonra başka şehir dışı eğitimlerin olacağının da yerini yapıyorum. Bazılarının bir haftayı bulabileceği… Hele bir haftalıklar potansiyel yurtdışı kaçamağı. Eh kolay değil. Vize, pasaport ve gerekli fotoşoplar için çalışmalarım uzun sürüyor.
Babaya söylenecek yalanlar ve alınacak tedbirler üzerine yüzlerce plan çıkarttım. Kitap yazsam bölümleri belli:
Tutarlı ve etkili iletişim.
Problem çözme becerileri.
Dijital baskı ve fotoşoplar.
Risk yönetimi.
Kriz ve afet yönetimi.
Organizasyon benim işim. Özgeçmişimde olmasa da çok tecrübeliyim bu işte. İşe alınırken mülâkatta da sormuşlardı üstelik ama elbette babamın kontrolünden kurtulmak için nasıl profesyonel organizasyonlar yaptığımı söyleyemezdim. İnsan Kaynakları Müdürü en güçlü yanlarımı sorduğunda, nasıl söyleyebilirdim evrakta sahtecilik yaptığımı? Hele kriz ve afet yönetimi benden sorulurdu. Ama diyemezdim ki Efes’te paraşütle atlayabimek, Kızıldeniz’de dalışa gidebilmek için ne numaralar yaptığımı. “Bir derdim var,” diye bağırabilmek için kalabalıkta, şu Aspendos’taki senfonik olan konser için yaptığım otel, konaklama, yeme içme organizasyonları tecrübeden sayılır mıydı?
Bir derdim vardı zaten hep. O da canım babamın sürekli radarında olmak.
Yolda öyle iyi biliyordum ki babamın neler soracağını? Şirketin antetli kağıdına bastığım iki günlük eğitim planı için ChatGPT’nin hakkını vermeliyim. Seviyorum bu ChatGPT’yi. “Merhaba canım Ceren’im. Bugün sana nasıl yardımcı olabilirim?” ile başlayıp devamında harika bir fikir olduğunu söyleyip duruyor. Tam iş bitmişken başka fikirler duymak istediğimde “Her zaman buradayım,” diyor. Suç ortağım o benim.
Organizasyon şirketi için iki günlük hizmetiçi eğitim planı çıkar.
Peki bunları şimdi saat saat uyarla. Kahve molaları ve önemli konuşmacıları da ekle.
Şimdi bir de profesyonel görünen bir katılım sertifikası hazırla. Katılım için teşekkür et.
Katılımcı ismine Ceren Akyürek yaz.
Kopyala yapıştır. Yazdır. İşlem tamaaaam!
Montumun cebinden çıkardığım, zarifçe katlanmış kağıdı uzatıyorum babama.
“Görmek istemiştin ya? İstanbul’daki eğitim programı.”
Dosyaya göz ucuyla bakıyor kırmızı ışıkta. Başıyla onaylıyor.
“Varınca görüntülü ara kızım. Ben de ararım seni gün içinde zaten.”
“Tamam tamam ararım babiş. Gün içinde eğitimde açamayabilirim. Akşam da yemek vereceklermiş. Ben seni otel odasına çıkınca ararım.”
Onun sevdiği benim tahammül edemediğim şarkılardan açıyorum spotify’dan. Biraz keyiflensin ki, kafası dağılsın.
Issız yuvanda tektin
Çekilmez çile çektin
Kim derdi gülecektin
Çile bülbülüm çile
Şu yirmi dört yaşımda, gençliğimin baharında çektiğim çile ne yahu? Altı üstü İstanbul’a Teoman’ın konserine gideceğim Ateş ile.
Nakaratta inletiyoruz arabayı babamla.
“Çileeeeee, Allllaaaah!”
Allah’tan teknoloji özürlü canım babam. Yapay zekâ yardımıyla hazırladığım photoshoplarla kendimi monte ediyorum toplantı görsellerine. Görüntülü konuşmalarda geri planlarım hazır. Dalışta mercanları görmeden önce şirketin dış mekanından gömlek ceketli fotoğrafımı atıyorum. Cevabını bekleyene kadar atmıyorum kendimi sulara. Bekliyor, bekliyor,bekliyorum. Dakikalarca yazıyor babam. Yazıyor… Yazıyor…
“Canım kızım. Seninle gurur duyuyorum.”
Sharm El Sheikh’de pasaport kuyruğunda görüntülü arıyor. Mesaj atıyorum. “Babam toplantıdayım, acilse arayayım,” diye.
Uzun kuyrukta pasaport polisine gelene kadar yazıyor mesajı.
“Pardon canım kızım rahatsız ettim. Sen uygun olunca ara.”
Bazen bunları hak etmediğini düşünüyorum. Lisede burslu, üniversitede bölüm üçüncüsü, evde işten gelince terliklerini önüne koyduğum babam başkalarının kızlarını eleştirirken benim sevgilimle oraya buraya gittiğimi görse ne yapar? İşte bunu düşünmek istemiyorum. Bir keresinde beni yine eğitimde bilirken uçağın kaçırıldığını, Antalya’ya gidecek uçağın Bulgaristan’a doğru gittiğini, sonrasında olaya müdahale edilip İstanbul’da indirildiğimizi, yolcuların televizyon muhabirlerine röportaj verirken benim kameralara görünmemek için saklandığımı bilse, yine “Kızım da kızım,” der miydi?
Çokça zıpladım bir çekirge gibi. Henüz toslamadım duvara.
Arabayı park edince beni otobüse bindirmekte kararlı. Otuz iki numaralı perona gelip bavulları yerleştirmekle mücadele eden muavine sorup teyit ediyoruz. İstanbul 19.30 arabası. Muavin babama soruyor.
“Yolcu nerede inecek?”
“Taksim,” diyor babam. Otelin Taksim’de olduğunu söylediğimden bavulumu alıp bagajın en dibine sıkıştırıveriyor. Eyvah! Sıçtım şimdi. Bunu nasıl akıl edemedim? Hay benim salak kafam!
Muavin yolcuların bavullarını birer ikişer atıveriyor bagaja. Ataşehir’de inecekleri en öne koyup kapatıveriyor bagajı. Benim bavul cehennemin dibinde.
Babam bir de bayan yanı olup olmadığını kontrol ediyor içeri girip. Montumu katlayıp üst rafa yerleştiriyor. Çantamı koyacakken “Yok,” diyorum, “çantam elimde dursun.” Öyle ya otobüs harekete geçer geçmez Ateş’i arayıp haber vermeliyim. WhatsApp’a bakıyorum.Önceki mesajlarımı okumuş:
“Tamam aşkım. Zaten tahmin etmiştik. Gişelerde buluşuruz. Ben seni terminalin çıkışından gişelere kadar takip edeceğim. Merak etme.”
Kalpler çiçekler. Öpücüklü emojiler. Canım benim ya!
Otobüs harekete geçip geri manevraya geçince camdan babama parmaklarımı birleştirip kalp yapıyorum.Birbirimizi görebileceğimiz son noktaya kadar el sallıyoruz.
Ah babam ya! Sen niye böylesin. Bu kadar gör geçir, sonra kızının turşusunu kur. Ya bi sal beni baba artık! Kaç yaşına geldim hâlâ erkek sineklerden bile kollamaca. Bir keresinde hoşlandığım çocuk market dönüşü babamın ağır paketlerini taşımaya teşebbüs etmişti ki, o centilmen, Rumeli beyefendisi gidip yerine hanzo biri gelmişti, tanıyamamıştım. “Çekil! Lüzum yok!” deyip çocuğu fırçalamıştı. Akşam da bana “Kimdi o yapışkan mahlûk?” deyip hesap sormuştu.
Yanımdaki orta yaş teyze sesleniyor. “Kızım, Allah kavuştursun.”
Sağol teyze amin de önce sevgilime kavuşsam.
Yapmacık bir gülümsemeyle cevap veriyorum. “Amin, teyzecim.”
Otobüs terminalin yolundan şehre çıkınca ileride dörtlüleri yakmış beyaz Honda’yı görüyorum. Ateş’i çaldırınca dikiz aynasından kontrol edip yola çıkıyor. Eh ne yapalım? Gişelere kadar ayrı gayrı.
Şehir trafiğinden uzaklaşıp Kazan gişelerine gelmek üzereyken yanımdaki teyzeden izin isteyip şoförün yanına gidiyorum.
“Merhaba, şoför bey. Ben gişelerde inecektim.”
Muavinle şoför önce birbirlerine, sonra bana şaşkınlıkla bakıyorlar. Şoför ters bir tonla cevap veriyor.
“Yolcu indirme bindirme yok.”
“ Aaa! Ama ben inmek zorundayım gişelerde…”
“Hanımefendi, şirketimizin kuralları ve güvenlik sebebiyle yolcu indirmiyoruz. Ayrıca bu express. Yani mola yok. Hem siz neden ineceksiniz ki?”
Otobüsü sollayıp önüne geçen beyaz Honda arabayı gösteriyorum. Ateş bir demet çiçek buketini gösteriyor sollama yaparken. “Ben o arabaya bineceğim,” diyorum.
Nuh diyor, peygamber demiyor gerizekalı. Görev adamı işte. Ne denirse onu yapacak.
Bir oturuyorum, bir kalkıyorum. Ateş’i arıyorum . “İndirmiyor beni,” diye söyleniyorum. Yerime geçince yan koltuktaki ve arka koltuktaki teyzeler soruveriyor. “Kızım sen neden inmek istiyorsun?”
Yalan söylemek ikinci ana dilim artık. Yazıyorum senaryoyu. Beyaz Honda’yı gösteriyorum.
“Biz birbirimizi çok seviyoruz. Evlenmek istiyoruz. Geldiler beni istediler ama babam evermiyor beni,” diye ağlamaklı isyanlar. Ben de şaşıyorum akan timsah gözyaşlarıma. Oscar’lık performans!
Teyzeler halime acıyıp ellerini bellerine koyuyorlar. Üçer beşer şoför mahalline gidip beynini yakıyorlar:
“Sevenleri ayırma sakın. İki gönül bir olmuş. Bırak çocukları gitsinler.”
Aslan teyzelerim benim. Kadın dayanışması işte. Erkek yolcular cıkcıklıyor. Kötü bakışlar… “Allah akıl fikir versin,” diyenler…
Kadınların dırdırına dayanamayıp illallah diyor şoför. Gişelere doğru sağ sinyali verip çekiyor kenara otobüsü.
Ateş’im canım benim. Çiçeklerle iniyor arabadan. Bir alkış tufanı otobüste. Ne o? Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda Teoman’ı dinleyeceğiz. Şu çektiğim çileye bak!
Toparlanıp atlıyorum otobüsten. Muavin bavulumu en dipten çıkarmak için tüm bavulları indirip yarı beline kadar bagajın içine giriyor. Söylenip duruyor. “Ben gördüydüm seni. Bir de babana el sallamıştın. Allah evladın hayırlısını versin,” deyip tek tek otuz,kırk bavulu kan ter içinde geri yerleştiriyor.
Üç gün sonra evdeyim. Gözümde gözlükler, babamın şekerli kahvesini koyuyorum sehpasına.
“Babiş, ne diyor Portakal? Ne olmuş? Var mı bir haber?”
“Teoman’ın konserinde izdiham olmuş. Birbirini ezenler, yaralananlar… Allah akıl fikir versin.”