Cuma, Temmuz 18, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Data Data Söyle Bana, Benden Güzeli Var mı Dünyada?

Güzellik onayını sihirli bir aynadan alan kraliçenin o meşhur sorusunu hepimiz hatırlarız. “Ayna ayna söyle bana, benden güzeli var mı dünyada?” Şimdilerde bu soru, masalların gerçeküstü dünyasından çıkıp sanal gerçeklikler yaratmak üzere avuçlarımıza yerleşmiş durumda. Artık güzelliğimizi aynalara değil, elimizdeki telefonun ekranına soruyoruz. Cevabı uygulama filtrelerinde, verilerde ve etkileşim sayılarında buluyoruz. Algoritmaların eğittiği yapay zekâ uygulamaları; sosyal medyada çok beğeni alan ve yorum yapılan yüzleri, vücutları, ten tonlarını seçiyor. Dolayısıyla güzellik; artık kişisel bir deneyim, bir ifade biçimi, bir ruh hâli değil; veriyle optimize edilen bir proje.

Yapay zekâ artık bilgi üretmenin ötesinde; güzellik ve estetik kriterleri de üretiyor. Ondan, “güzel bir kadın” görseli tasarlamasını istediğimizde karşımıza çıkardığı modeller her seferinde birbirlerine benziyor. Kırmızı ve dolgun dudaklar, belirli oranda kıvrımlı hatlar, simetrik bir yüz, silinmiş yaş izleri ve pürüzden arındırılmış, âdeta laboratuvar üretimi yapay bedenler… Teknolojinin güzellik tanımı, aslında bir veri seti. Arka planda algoritma dediğimiz makine öğrenmesi modeli, dijital dünyada kadın bedeni gösterimlerinin aldığı reaksiyon verilerinden besleniyor. Kadınlar tek tipleştikçe yapay zekâ onları daha çok ön plana çıkarıyor ve yapay zekâ, hepsi birbirinin tekrarı olan sanal modeller ürettikçe kadınlar, birbirine ve verilerden oluşmuş bedenlere daha çok benziyor. Sosyal medya filtreleri ve artırılmış gerçeklik uygulamaları, gerçekliği değiştiren eğlenceli araçlar olmaktan çıkıyor, normları belirleyen bir güç hâline geliyor. 

Başlarda oyun gibi sunulan “AI beauty” uygulamaları, gün geçtikçe ciddi bir baskıya dönüşüyor. Her yeni kusursuz simülasyon, gerçek ve özgün kadın bedenlerini biraz daha “yetersiz” gösteriyor. Kadınlar artık sadece başkalarının değil, kendi dijital temsillerinin gölgesinde yaşıyor; filtreli benliklerinin baskısıyla gerçek bedenlerinden uzaklaşıyorlar. Son yıllarda yapılan pek çok çalışma, sosyal medya filtrelerinin kadınlarda beden algısı bozukluğu, depresyon ve özsaygı kaybı gibi psikolojik etkiler yarattığını gösteriyor. Kaygı zemininde, başka gerçekliklerle yarışan bedenler, kendilerini sevmeyi değil düzeltmeyi öğreniyor. Dijital çağın en büyük kırılmalarından biri de tam olarak bu: insanın kendine yabancılaşması. Mevcut görünümlerini, eski fotoğraflarını artık sevmeyen kadınlar, gerçeklikten koparak kurgulanmış versiyonlarını benimsiyor. Bu sadece estetik arayışı değil, aynı zamanda maruz kalınan bir psikolojik şiddet.

Tarih, kadın bedenine hep bir anlam biçti; kimi zaman namus, kimi zaman günah, kimi zaman arzu nesnesi oldu kadın. Gücün ve iktidarın aracı hâline getirildi, “kadın gibi görünmek” kisvesi altında ehlileştirildi. Yüzyıllardır bir kimlik değil, bir kontrol alanı olarak kodlandı. Son yıllarda bu denetim biçimi dijital bir evrim geçirdi. Kadınlar artık sanal dünya üzerinden şekillendiriliyor. Başka bir deyişle, kadına yönelik şiddetin dili değişti. Yasakların yerini filtreler aldı, kuralların yerine algoritma geçti. Şiddet şimdi piksel piksel kadın bedenlerine işleniyor. 

Sistemin istediklerini sağlayamayan kadınların görsel çözünürlüğü, var olmaya yetmiyor. 

Kısacası ataerkil düzen, sanal dünyada da kadınları rahat bırakmıyor. Baskı ve yaptırımların teknolojik versiyonları, dijital kodlara gizlenmiş şekilde karşımıza çıkıyor. Mükemmel güzelliği veriyle tanımlayan bu sistem, kadının benzersizliğini bir “hata kodu” olarak algılıyor. Herkesi aynı görünmeye, aynı şekilde gülümsemeye, aynı ışıkta poz vermeye teşvik eden bu normatif güzellik standardı, kadınları sadece “görülmek için” yaşamaya itiyor. Sosyal medya artık bir paylaşım alanı değil, bir vitrin. Özsaygının yerine beğenilme arzusu geçiyor, özgünlük değil algoritmaya uygunluk prim yapıyor. Her şey optimize ediliyor: oranlar, renkler, pozlar. Ve bu optimizasyon, kadının doğal hâlini “eksik versiyon” olarak görüyor. Kadınlar “kendilerinin daha iyi versiyonları” karşısında görünmez hâle geliyor.

Kadınların kendiliğini yok sayan dijital kusursuzluk karşısında, gerçeğin kendisi kusur sayılmaya başladı. İşte bu yüzden, kendimizi kabul etmeye değil, veriye uyumlu hâle getirmeye çalışıyoruz. Verilerden daha güçlü özelliklere sahip olduğumuzu unutuyoruz. Oysa her birimizi eşsiz kılan çillerimiz, benlerimiz, kaz ayaklarımız, çatlaklarımız var. Hepimiz kendi hâlimizde, özgün ve biriciğiz. Gerçek güzelliğin, farklılıklarda olduğunu hatırlamalıyız. 

Çilleri birer sapma, çatlakları sistem hatası, kırışıklıkları güncelleme eksikliği sayan bu sistemde; algoritmaların tarayamadığı, filtrelerin örtemediği bir şey var: hakiki kimlik. Bugün en önemli gündemimiz, bu kimliği geri kazanmak. Kendimizi algoritmalarla değil, izlerimizle tanımladığımızda, özgürleşmek mümkün. İşte tam da bu noktada, geçmişin içinden fısıldayan bir öğreti bize yol gösteriyor.

Kusurları kucaklamayı öğütleyen Kintsugi, geleneksel bir Japon sanatı. Seramiklerin onarımında kırıkların ve çatlakların gizlenmemesi, aksine parlatılması gerektiğini söyleyen Kintsugi, çatlakları altınla belirginleştirerek nesnelerin hikâyesini görünür kılıyor. Günümüze taşıdığı bilgelik ise kusursuzluk estetiğine karşı direnmenin, mükemmellik dayatmalarına başkaldırmanın yarattığı özgünlük zeminini fark etmek. Kintsugi, standardize edilmiş parçaları değil, eşsiz izleri yücelten bir bakış açısı sunuyor. Kintsugi’ye göre her iz, nesnenin yaşam yolculuğunun bir parçasıdır. Aynı şekilde bizim kırışıklıklarımız, çatlaklarımız ve taşıdığımız izler de bizim eşsiz hikâyelerimizin parçası. Gizlenmesi değil, kutlanması gerekli. Çünkü hakikat verilerin değil, çatlakların arasında saklı. 

Bugün kadınların, gerçekliklerine sahip çıkması estetik bir tercih değil; kültürel, politik ve psikolojik bir direniş biçimi. Kendini geri kazanma mücadelesi, olduğun gibi kabul edilme savaşı. Filtre kullanmayı ve algoritmaya uymayı reddetmek bir başkaldırı. Özgürleşme getirecek bir özgünlük devrimi. 

Artık avucumuzdaki ekranlara, başkalarının parmağının ucundaki ‘like’lara, takipçi sayısına, etkileşim oranlarına bakmadan hepimiz kendi aynamıza dönüp şunu sormalıyız:

“Ayna ayna… Kendim olmayı öğrendim. Şimdi söyle bana, benden güzeli var mı bu dünyada?”

Gizem Yeşilyaprak
Gizem Yeşilyaprak
1988, Ankara doğumlu. Ankara Üniversitesinden lisans derecesini aldıktan sonra reklam ve iletişim dünyasına adım attı. 2009’dan bu yana Yaratıcı Yazar olarak çalışıyor. Markalar için özgün anlatılar tasarlarken, kendi hikâyelerinde de insanın hayatla kurduğu ilişkinin izini sürüyor.

POPÜLER YAZILAR