Yalnızım dostlarım, yalnızım, yalnız… İbrahim Tatlıses
Bir kadın platformunda, üstelik de kadın sorunlarından birini dile getirmek üzere yazılan satırlara; kadınları aşağılayan, onlara şiddet uygulayan kepaze bir isimle başlamak doğru değil, biliyorum. “Daha da yalnız kal,” demek için anmak istedim adını.
Beter ol, İbrahim!
Ben de yalnızım.
Fakat özgürüm.
Yoksa… özgür taklidi yapan bir yalnız mıyım?
Kafam karışık.
Dışarıdaki komşuları yok sayarsam her şey yolunda. Kapının bu tarafı; konforlu, huzurlu, bana ait. Eşiğin öte tarafına adım atınca fotoğraf değişiyor. Sorgulamalar, şüpheler, imalar…
Bina girişlerindeki açık sistem posta kutuları koca bir sıkıntı mesela yalnızlar için. Her dairenin kendi bölmesindeki faturalardan evine ait olanı alıp, diğerlerine bakmayanı görmedi henüz bu gözler. Şu faturayı alıvereyim dediğin an bir apartman teyzesi bitiverir dibinde.
“Aysu o nasıl fatura kız? Tek kişisin, az kıssana kombiyi. Biz iki kişi yarısını ödüyoruz, vallahi yazık.”
“Nuran, evde hamam mı işletiyorsun, yalnız başına o nasıl su faturası öyle?”
Tüketimlerinizde bile özgür olamazsınız. Yalnızlığın gerektirdiği metreküp kadar su harcayabilirsiniz.
Müziğin sesini fazla açamazsınız mesela. Doğum gününüzde arkadaşlarınızı davet edip ufak bir kutlama yapacak olsanız, sabah balkonda otururken üst kattan uzanan bir bigudili kafadan “Zeynep, akşam ne vardı kız senin evde? Sesler buraya kadar geldi,” iğnelemesi akar zift gibi üzerinize. Oysa onun çocukları evin içerisinde millet bahçesinde yuvarlanır gibi gümbür gümbür sesler çıkartabilir. Sizinki yasak onlarınki haktır. Çünkü onlar yalnız değil, ailedir.
Akşam kız kıza biraz eğlenmeye çıkmışsınızdır, gecenin finalinde çorbacıya gidersiniz, tuzlamanın sarımsağından önce karşınızdaki tabela ile sona erer çakırkeyif güzelliğiniz. ‘Aile salonumuz üst kattadır’ Neden? Oysa aynı salonda, sarhoşluklarımız birbirine karışarak da oturabilirdik. Yalnızlığımıza niçin bulaşıcı bir egzama muamelesi yapıyorsunuz sayın işletmeciler?
Bir de malum sarı sitenin ev ilanları var ki onlara değinmeden geçemeyeceğim. Salonuydu, mutfağıydı, banyosuydu derken son noktayı o ifade koyar: Aile Apartmanı. Bekâr biri oturuyorsa binada vay haline. Gelen giden misafiri göz hapsinde tutulur. Eve her girenle cima eylediği var sayılır. Bekârların yirmi dört saat, önüne her gelenle seks yaptığına ilk kim kanaat getirdi? Korkunuz bekârdan mı, yoksa eşlerinizi mi fazla iyi tanıyorsunuz?
Oysa bir zamanlar yalnız yaşamak; dışlanmak, ötelenmek anlamına gelmezdi. Apartmanda, mahallede yalnız biri varsa pişen yemekten onun da payı ayrılırdı. Çünkü onun yalnızlığı ‘tamamlanması gereken bir eksiklik’ sayılırdı, ‘cezalandırılması gereken bir tehdit’ değil.
Anadolu’nun köylerinde, mahallelerde, apartmanlarda… Evlerden birinde yemek pişince, bir tabak bekârın kapısında gönderilirdi hemen. Eski zamanların çay bardaklarının en iyi arkadaşı, şimdilerin kolesterol canavarı ilan edilen pişiler kızartılır, en güzel kabaranlarından bir tabak sıcak sıcak onların kapısına gönderilirdi. Kokmuştur, canı çeker diye. Kurban bayramlarının en dolgun parçaları ona ayrılırdı; yalnız, alamaz, dolabı et dolsun diye. Hele bir hastalansın, çorbalar çeşit çeşit giderdi kapısına, en nanelisinden en limonlusundan. Birkaç gün görünmeyince kapısı tıklatılırdı. “Nerelerdesin, görünmedin ne zamandır?” Hele de yalnız olan kadınsa, her evin kızı, her çocuğun ablasıydı.
Çünkü yalnız olmak korumaya alınması gereken bir hâldi, tekme atma sebebi değil.
Şimdi yalnız olmak hele de yalnız bir kadın olmak kolay mı? Şehirde olsa, selam verme şekli, pencereyi açması, perdeyi çekmemesi, eve misafir gelmesi, alışveriş poşeti… Hepsi, komşuların kahve sohbetlerine dedikodu malzemesi. Kapılara gönderilen o güzel tabaklar artık anne lezzetleri değil, bol soslu, iyi pişmiş imalar dolu.
Anadolu’da ise mesele daha derin. Bir kadın yalnız yaşıyorsa külliyen tehlikedir. Kadınlar, kocalarına göz koyacak diye itekler; erkekler, nasıl olsa reddetmez diye yapışır. Oysa gündüz programlarına baktığınızda onları görürsünüz daima. Birbirlerinin eşiyle kaçan, iki kardeşe birbirinden habersiz ayrı ev açan, birkaç dönüm lanet olası tarlaya küçücük kızını iki katı yaşta akrabasına satanların hepsi ailedir, yalnız değillerdir mesela. Örneğin; el kadar Narin’i içlerinde yok edip çuvalla dereye bırakanlar da aile kurumundandır. Akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalan yirmi ikisindeki Güldünya’yı solduran da ailedir. Sabahın köründe, İstanbul’un göbeğinde, bir bavulda parçaları bulunan Münevver’i hayattan çekip koparan cani de onu günlerce saklayıp koruyanlar da ailedir. Örnekleri çoğaltıp canınızı daha çok sıkabilirim. Ama neyi değiştirir?
“Ne güzel ufak ufak sırıtarak okuyorduk, azıcık eğleniyorduk, nereden geldi konu bu can yakıcı olaylara?” dediğinizi duyar gibiyim. Küçük bir ayna tutma diyelim. Bu dünyadaki çoğu iğrençlik; mabet muamelesi yaptığınız, kutsal saydığınız ailelerde olup bitiyor. Ahlâksız sandığınız yalnızlar ise korkuyla aileleri izliyor.
Yalnızım dostlarım, yalnızım, yalnız… İbrahim Tatlıses
Bir kadın platformunda, üstelik de kadın sorunlarından birini dile getirmek üzere yazılan satırlara; kadınları aşağılayan, onlara şiddet uygulayan kepaze bir isimle başlamak doğru değil, biliyorum. “Daha da yalnız kal,” demek için anmak istedim adını.
Beter ol, İbrahim!
Ben de yalnızım.
Fakat özgürüm.
Yoksa… özgür taklidi yapan bir yalnız mıyım?
Kafam karışık.
Dışarıdaki komşuları yok sayarsam her şey yolunda. Kapının bu tarafı; konforlu, huzurlu, bana ait. Eşiğin öte tarafına adım atınca fotoğraf değişiyor. Sorgulamalar, şüpheler, imalar…
Bina girişlerindeki açık sistem posta kutuları koca bir sıkıntı mesela yalnızlar için. Her dairenin kendi bölmesindeki faturalardan evine ait olanı alıp, diğerlerine bakmayanı görmedi henüz bu gözler. Şu faturayı alıvereyim dediğin an bir apartman teyzesi bitiverir dibinde.
“Aysu o nasıl fatura kız? Tek kişisin, az kıssana kombiyi. Biz iki kişi yarısını ödüyoruz, vallahi yazık.”
“Nuran, evde hamam mı işletiyorsun, yalnız başına o nasıl su faturası öyle?”
Tüketimlerinizde bile özgür olamazsınız. Yalnızlığın gerektirdiği metreküp kadar su harcayabilirsiniz.
Müziğin sesini fazla açamazsınız mesela. Doğum gününüzde arkadaşlarınızı davet edip ufak bir kutlama yapacak olsanız, sabah balkonda otururken üst kattan uzanan bir bigudili kafadan “Zeynep, akşam ne vardı kız senin evde? Sesler buraya kadar geldi,” iğnelemesi akar zift gibi üzerinize. Oysa onun çocukları evin içerisinde millet bahçesinde yuvarlanır gibi gümbür gümbür sesler çıkartabilir. Sizinki yasak onlarınki haktır. Çünkü onlar yalnız değil, ailedir.
Akşam kız kıza biraz eğlenmeye çıkmışsınızdır, gecenin finalinde çorbacıya gidersiniz, tuzlamanın sarımsağından önce karşınızdaki tabela ile sona erer çakırkeyif güzelliğiniz. ‘Aile salonumuz üst kattadır’ Neden? Oysa aynı salonda, sarhoşluklarımız birbirine karışarak da oturabilirdik. Yalnızlığımıza niçin bulaşıcı bir egzama muamelesi yapıyorsunuz sayın işletmeciler?
Bir de malum sarı sitenin ev ilanları var ki onlara değinmeden geçemeyeceğim. Salonuydu, mutfağıydı, banyosuydu derken son noktayı o ifade koyar: Aile Apartmanı. Bekâr biri oturuyorsa binada vay haline. Gelen giden misafiri göz hapsinde tutulur. Eve her girenle cima eylediği var sayılır. Bekârların yirmi dört saat, önüne her gelenle seks yaptığına ilk kim kanaat getirdi? Korkunuz bekârdan mı, yoksa eşlerinizi mi fazla iyi tanıyorsunuz?
Oysa bir zamanlar yalnız yaşamak; dışlanmak, ötelenmek anlamına gelmezdi. Apartmanda, mahallede yalnız biri varsa pişen yemekten onun da payı ayrılırdı. Çünkü onun yalnızlığı ‘tamamlanması gereken bir eksiklik’ sayılırdı, ‘cezalandırılması gereken bir tehdit’ değil.
Anadolu’nun köylerinde, mahallelerde, apartmanlarda… Evlerden birinde yemek pişince, bir tabak bekârın kapısında gönderilirdi hemen. Eski zamanların çay bardaklarının en iyi arkadaşı, şimdilerin kolesterol canavarı ilan edilen pişiler kızartılır, en güzel kabaranlarından bir tabak sıcak sıcak onların kapısına gönderilirdi. Kokmuştur, canı çeker diye. Kurban bayramlarının en dolgun parçaları ona ayrılırdı; yalnız, alamaz, dolabı et dolsun diye. Hele bir hastalansın, çorbalar çeşit çeşit giderdi kapısına, en nanelisinden en limonlusundan. Birkaç gün görünmeyince kapısı tıklatılırdı. “Nerelerdesin, görünmedin ne zamandır?” Hele de yalnız olan kadınsa, her evin kızı, her çocuğun ablasıydı.
Çünkü yalnız olmak korumaya alınması gereken bir hâldi, tekme atma sebebi değil.
Şimdi yalnız olmak hele de yalnız bir kadın olmak kolay mı? Şehirde olsa, selam verme şekli, pencereyi açması, perdeyi çekmemesi, eve misafir gelmesi, alışveriş poşeti… Hepsi, komşuların kahve sohbetlerine dedikodu malzemesi. Kapılara gönderilen o güzel tabaklar artık anne lezzetleri değil, bol soslu, iyi pişmiş imalar dolu.
Anadolu’da ise mesele daha derin. Bir kadın yalnız yaşıyorsa külliyen tehlikedir. Kadınlar, kocalarına göz koyacak diye itekler; erkekler, nasıl olsa reddetmez diye yapışır. Oysa gündüz programlarına baktığınızda onları görürsünüz daima. Birbirlerinin eşiyle kaçan, iki kardeşe birbirinden habersiz ayrı ev açan, birkaç dönüm lanet olası tarlaya küçücük kızını iki katı yaşta akrabasına satanların hepsi ailedir, yalnız değillerdir mesela. Örneğin; el kadar Narin’i içlerinde yok edip çuvalla dereye bırakanlar da aile kurumundandır. Akrabasının tecavüzüne uğrayıp hamile kalan yirmi ikisindeki Güldünya’yı solduran da ailedir. Sabahın köründe, İstanbul’un göbeğinde, bir bavulda parçaları bulunan Münevver’i hayattan çekip koparan cani de onu günlerce saklayıp koruyanlar da ailedir. Örnekleri çoğaltıp canınızı daha çok sıkabilirim. Ama neyi değiştirir?
“Ne güzel ufak ufak sırıtarak okuyorduk, azıcık eğleniyorduk, nereden geldi konu bu can yakıcı olaylara?” dediğinizi duyar gibiyim. Küçük bir ayna tutma diyelim. Bu dünyadaki çoğu iğrençlik; mabet muamelesi yaptığınız, kutsal saydığınız ailelerde olup bitiyor. Ahlâksız sandığınız yalnızlar ise korkuyla aileleri izliyor.