7 Haziran 1983
Sevgili günlük, içimde kelebekler uçuşuyor. Sevdiğin insanla yuva kurduğunda böyle oluyormuş demek… Evimizde ikinci günümüz. Düğün harika geçti, onu bir ara anlatırım. Bugün Çanakkale’deki yazlıklarına gidiyoruz. Sadece ikimiz. Rüyada gibiyim. Çanta hazırlamaya gidiyorum, görüşürüz.
Gözleri dolmuş, kalbi özlemle çarparak, ilk sayfasını bile okumayı tamamlayamadığı günlüğü, ayağının yanına bıraktığı kol çantasının içine yerleştiriyor. Babası bu defteri verirken “Annenin evlendiğimizde tutmaya başladığı günlüğü buldum,” demişti son ziyaretlerinde, “Benim itlik yaptığım zamanlardı. Annen ve sen beni değiştirdiniz. Okurken bunu unutma lütfen,” diye eklemişti gözlerini kaçırarak. “Deniz göründüüü!” diye arka koltukta sevinç çığlıkları atan çocuklarının heyecanı, onu kendi çocukluğunun yazlarına götürüyor. Ailece geldikleri yaz tatillerinde, dönüş yaklaşınca gitmemek için yaptığı huysuzlukları anımsıyor. Annesinin yokluğu bir kez daha kalbini sızlatıyor. Kocası sessizce eline dokununca, minnetle onun yüzüne bakıp gülümsüyor. Gözünde biriken yaşları, camdan bakma bahanesiyle siliyor.
Bahçe kapısına park ettikleri arabadan sevinçle inen çocuklar, kapıda kendilerini bekleyen Erol dedelerine neşeyle koşup, sarılıyorlar. Kocası, arabanın arkasından çantaları indirirken, Fulya, bahçe kapısından çocukluğunun bütün yazlarını geçirdiği dede evine içinde tarifsiz bir buruklukla bakıyor. Onsuz ilk tatilleri… Babasının da hiç gönlü yoktu bu yaz gelmeye ama torunlarının ısrarına dayanamadı. Onlardan bir gün önce gelip evi açmak istemiş, her sene olduğu gibi Nesrin teyzeye hem evi temizletmiş hem de yiyecek bir şeyler hazırlatmıştı. Çocuklar çoktan içeriye koşmuş, babalarının getirdiği çantaları açıp, denize gitmek için hazırlanmaya başlamışlardı bile. Fulya da babasına sarılıp, iki yas tutan insanın anlayacağı suskunlukla birbirlerini selamlıyorlar…
20 Haziran 1983
Biliyorum bir türlü yazamadım. Çanakkale çok güzeldi. Bol bol denize girdik, tarihi yerleri gezdik. Erol o kadar düşünceli ki, kendimi ona her gün daha yakın hissediyorum. Rüya gibi bir haftaydı. Şimdi eve alışmaya çalışıyorum. Kayınvalidem bir alt katta oturuyor. Sağ olsun, bana çok yardımcı oluyor. Evi yerleştirirken bile onu şuraya koysan daha iyi olur diyerek, farklı bakış açısı geliştirmemi sağladı. Erol Çanakkale’de “Annemin sana karışmasına izin verme,” demişti bir akşam yemeğinde. Neden öyle dedi anlamıyorum, kadıncağız sadece yardımcı olmaya çalışıyor.
“Benim iyi niyetli annem,” diye düşünüyor babaannesi ile ilgili yazdıklarını okurken, nasıl otoriter bir kadın olduğunu ve herkese nasıl kök söktürdüğünü Fulya gayet iyi biliyor.
6 Temmuz 1983
Bugün ilk kez mahalle pazarına gittim. Benim için değişik bir deneyimdi, annem bizi hiç pazara götürmezdi. Ne güzelmiş, her şey taptaze…
16 Temmuz 1983
Bugün ilk yemekli misafirlerimizi ağırlayacağız. Erol’un iş yerinden arkadaşları gelecek. İçkili bir masa olacak dedi Erol, meze tariflerini kayınvalideme sordum.
17 Temmuz 1983
Dün akşam bayağı yorulmuşum, Erol hala uyuyor. Güzel bir akşamdı. Pek alışık olduğum bir ortam değildi ama uyum sağlamaya çalıştım. Arkadaşları da iyi insanlar, iki tanesi eşiyle geldi, iki tane de bekar arkadaşı vardı. İşe yeni başlayan Berna çok havalı giyinmişti. Saçları da çok güzeldi. Makyajı biraz fazla gibiydi ama ona yakışmıştı. Belli ki böyle yemeklere alışıktı, herkesle rahatça sohbet ediyordu. Benimle pek konuşmadı gerçi ama Erol’un her söylediğine gülerek, onunla bayağı sohbet etti.
Fulya, bahçeyi sularken torunlarını ıslatıp, bağrış çağrış kaçışmalarını gülerek izleyen babasına bakarak “Ahh baba, ahh!” diye sitem ediyor. “Neyse ki kendini çabuk toparlamışsın,” diye düşünüyor. Annesiyle olan ilişkilerine tanıklığından memnun bir halde, kaldığı yerden okumaya devam ediyor.
25 Temmuz 1983
Yeni evli olmak bayağı zormuş günlük. Neredeyse her gün bir misafirim var. Kayınvalidemin bütün akrabaları, komşuları evimize geldi. Birçoğunu bir daha göreceğimi hiç sanmıyorum. Neyse sanırım bu furya da bitti.
7 Ağustos 1983
Erol bir haftalığına yıllık izine ayrıldı. Çanakkale’deki yazlığa gideceğiz ama bu sefer kayınvalidem, görümcem ve çocukları da orada olacak.
17 Ağustos 1983
Yazlıktan döneli iki gün oldu, hala başımın ağrısı geçmedi. Çocukları severim ama bunlar bildiğim çocuklara hiç benzemiyor. Beş dakika rahat durmadılar. Annesi ile babası keyiflerince gezip çocukları bize bıraktı. Erol da çoğu zaman onlara takıldı. Ben, kayınvalidem ve bu afacanlarla tatilin büyük çoğunluğunu evde geçirdim. Neyse, en azından Erol tadını çıkardı. Onun adına mutluyum, çünkü çok yoruluyor…
Fulya, burada duraksayıp gülümsüyor. Kuzenlerinin ondan büyük olmasına rağmen ne kadar yaramaz olduklarını hatırlıyor, babaannesini nasıl delirttiklerini de. Gülümser hanım onu hep daha fazla severdi, “Sen çok akıllı bir kızsın,” der ve bayramdan kalan çikolataları sakladığı vitrin dolabını açıp, istediği kadar almasına izin vererek, torununu kendince ödüllendirirdi.
31 Ağustos 1983
Bugün pazardan pembe bir sardunya, toprak ve saksı aldım. Sardunyamı güzelce diktim, sonra da balkonun en güzel yerine koydum ve seyrettim. Öyle güzel ki…
22 Eylül 1983
Canım günlük, bugün kalbim bir başka atıyor. O kadar heyecanlıyım ki… HAMİLEYİMMM! Daha Erol’a söylemedim.
23 Eylül 1983
Dün akşam güzel bir yemek hazırladım. Mum da vardı. Erol, biraz şaşırdı masayı görünce. Tam tatlıya sıra geldiğinde pat diye söyledim. Çok şaşırdı. Tepki vermeyince “Sevinmedin mi?” diye sordum, “Sevindim tabii,” dedi. Sonra sarıldı ve öptü. İçimdeki kelebekler kısa bir an kanat çırpmayı bıraktı, sonra tekrar başladı.
22 Aralık 1983
Bugünkü kontrolde doktor ultrasonla baktı, “Erkek olabilir,” dedi “Ama belli olmaz tabii kendinizi ikisine de hazırlayın siz,” diye de ekledi. Erol ilk kez erkek ihtimalinde sevincini belli etti. Niye az sevindiğini anlamıyorum. Balayındayken ben çocukları çok severim, hemen düşünelim demişti halbuki…
“Ah baba ya! Bu erkekler niye böyle?” Kendi hamileliğinde cinsiyetini öğrenmek için gittikleri kontrolde “Oğlan dimi doktor bey?” diyerek kendisini sinir eden kocasını hatırlıyor. “Ahh! Annecim, bunca yılda bir adım evrimleşmedi bu erkekler,” diyor siniri yine zıplayarak.
5 Ocak 1984
Yeni yıl sönük geçti. Erol bir iş yemeğine katılmam gerekiyor diyerek beni annesine bıraktı, çok geç olmadan ben eve geçtim. O geldiğinde ise gece yarısını çoktan geçmişti. Koltukta uyuyor numarası yaptım. Arkasında içki ve sigara dumanı bırakarak yatak odasına geçti. Ben ve bebeğim yeni yıla beraber girdik.
2 Şubat 1984
Karnım bayağı büyüdü, aynada hep göbeğime bakıyorum. Küçük odayı bebek odası yapmaya karar verdik. Her gün mutlaka odayla ilgileniyorum. Erol bu aralar çok çalışıyor. Daha sabah işe giderken, akşam yemeğine beni bekleme dediği oluyor. Sanki bu aralar biraz fazla içiyor ama karışmıyorum.
21 Mart 1984
Sardunyanın toprağını tazeledim. Yeni bir saksıya, komşudan aldığım mor renkli sardunyayı diktim. Bana arkadaşlık ediyorlar, onlarla konuşmak iyi geliyor. Bu aralar Erol çok sessiz, mecbur kalmasa benimle konuşmayacak sanki. Baba olmak onu çok strese soktu diye düşünüyorum. Keşke bana anlatsa.
Babasının, annesini bu kadar yalnız bırakmasına içerliyor Fulya ve diğer taraftan annesinin o genç yaştaki gücüne ve masumiyetine hayranlık duyuyor.
14 Mayıs 1984
Sevgili günlük, neler oldu bir bilsen? En son yazdığım tarihten bir iki gün sonra sancım başladı. Dayanılmaz olunca kayınpederim ve kayınvalidemle hastaneye zor yetiştik. Doktor, “Doğum başlamış,” dedi. Daha iki ay var desem de “Bazı bebekler yedi aylık dünyaya gelir, bunda bir sakınca yok, endişelenme!” diye beni ikna etmeye çalıştı. Gerçi ikna etmese ne olacak doğurdum doğuracam o haldeydim. Erol’u aradık. İş toplantısındaymış (!) Öyle söyledi sekreter kız. Neyse ki kayınvalidem çok destek oldu doğum sırasında. Ve sıkı dur! Bir KIZIM oldu günlük! Dünya güzeli bir kız. Öyle güzel kokuyor ki… Erol, hastaneye koşturmaktan ter içinde geldi. Üzgün olduğunu söyledi, gerçekten de öyle görünüyordu. Bebeği emzirirken eğilip bakmak istedi, içki kokusu kızıma gitmesin diye onu elimle ittim.
15 Mayıs 1984
Fulya’yı emzirmek için ara vermiştim bir baktım gün bitmiş. İki aydır zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum ama inan bu durumdan hiç şikayetçi değilim. Onu bir görsen ne demek istediğimi anlarsın, bana güç veriyor. Kendim için yapmadığım her şeyi onun için yaparım. Ve yapıyorum da… Doğumdan sonra, kendimi toparlayınca Erol’u aldım karşıma konuştum, “Bu hayatı ve bizi istemiyorsan seni zorlamaya hiç niyetim yok. Kapının yerini biliyorsun. Yok, ben sizinle kalmak istiyorum diyorsan da bu saçmalıklara son vermen gerekecek. Eskiden olduğu gibi, evine saatinde gelecek ve bizimle ilgileneceksin. Kızının yanına da içki kokarak yaklaşmayacaksın. Karar senin.” dedim. Ne mi oldu? Çok çaba gösteriyor. Gösterdiği çabaya karşılık ben de ona adım atıyorum. Fulya, benim gibi onu da büyüledi. Bu arada sardunyalarımın da sana selamı var. Bendeki gelişmeler bu kadar günlük, öperim.
Fulya, bahçedeki manolya ağacının altında, babasının yıllar önce onun için İstanbul’dan getirip kurduğu, annesinin eskiyen minderlerini geçen yaz tekrar yenilediği pembe çiçekli salıncakta ayaklarını toplamış otururken, annesinin başka günlüklerinin olma ihtimalini düşünüyor. Olsaydı babası diğer defterleri de bulurdu. Evlendiğinde, annesi kendisi için not tuttuğu defteri paketleyip hediye vermişti, “Bu Fulya defteri” demişti. Doğduğu günden, emeklediği, ilk anne dediği güne kadar akla gelebilecek bütün tarihleri not almıştı. “Benim adımı neden Fulya koydunuz? diye sordu” bile vardı bu notların içinde. Defterin sonuna da evden ayrılacağı günün tarihini yazarak, “Sen, şimdi kendi bahçende yeşereceksin ama unutma bu topraklar senin için hep burada olacak. Sen bizim bahçemizin en güzel çiçeğisin,” yazmış ve o gün de bugün gibi burnunun direğini sızlatmıştı. Annesinin, sevdiği adamla yeni bir hayata başlarken yaşadığı heyecan, aynı adamın yaşattığı hayal kırıklığı, mücadelesi, hayata karşı esnekliği, özünü kaybetmeden değişimi. Babasının toylukları ve sudan çıkmış balık hallerine, annesinin verdiği ayarla kendine gelip ailesine sahip çıkışı. Yaşadığı güzel çocukluk ve şimdi kendi çocuklarıyla tatile geldiği bu ev, bu bahçe… Bu salıncaktan kalktığında, artık aynı insan olmayacağının bilincinde tatil boyunca bitmesin diye yavaş yavaş okuduğu ve annesiyle vedalaşmayı son güne bıraktığı günlüğü kalbinin üstünde tutarak gözlerini kapıyor ve bütün duyguların sakince içinden geçip gitmesine izin veriyor. Salıncağın gıcırtısı, yaprakların hışırtısı, arkada babasının çocukken ona da yaptığı gibi torunlarını gıdıklarken çıkardıkları tatlı sesler eşliğinde, “Teşekkür ederim anne,” diyor, kalbinde hissettiği derin bir huzurla, “İyi ki senin kızınım.”