Bizi anlayan ve bize ilgi duyan birilerine gereksinim duyarız.
Etrafımızdaki herkes bizi kim olduğumuzla ilgili farklı verilerle donatır. O an içinde bulunduğumuz ortamda komik olduğumuz söyleniyorsa art arda espri yapmak zorunda hissederiz kendimizi.
Beraber geçirilen bir hafta sonu ile alakalı hatırladıklarımız nelerdir?
Güzel olanları mı yoksa kötü giden tarafları mı hatırlıyoruz hemen?
Tüm bunlar ilişkilerin seyri, keyif alışla alakalı ipuçları verir aslında. Arabamız bozuldu ve biz bunu gülerek mi hatırladık yoksa gereksiz yere sinir küpüne mi döndük? Hem kendimize hem de yanımızdakilere zehir mi ettik güzelim anları?
Yoksa anahtar kayboldu ve devamlı esprilerle bu anı bile zevke mi dönüştürdük?
Ya da olmadık problemlerle birbirimizi mi tükettik?
Bir insanın hep iyi veya hep kötü olması beklenemez elbette. Duygular her zaman değişebilir ve ani patlamalar yaşanabilir. İçimizde birbirine zıt çok fazla duygu barındırırız çünkü.
Mutluluk az rastlanan bir hal olduğundan yoğun bir korku ve kaygıyla gelir. Yani hep anı, beklenti veya hayallerde arar dururuz mutluluğu. Şimdiyi yaşamaktan neden hep korkarız?
Geleceğe olan bitmeyen özlemimiz, tükenmeyen erteleme hastalığımız, beklentilerimiz, kaygı ve anılar…
Etrafımızdakilerin bizi başarılarımız ve dışarıdan görünen özelliklerimiz için değil de varlığımızın özü için koşulsuz sevmesini isteriz.
Güzel veya zengin olduğumuz ya da geçici özelliklerimiz için değil.
Herkes gücü sever.
Peki, biz diğer insanları zaaflarıyla da seviyor muyuz?
Asıl sınav: Sev beni!
Neden?
Çünkü ben seni seviyorum. Koşullu yani…
Sevgi nedir, ne ister?
Sevgi emek ister.
Peki, yalnızlık nedir?
Ruh ne ister?
Ruh devamlı yenilenmek ve özenli bir bakım ister. İnatçıdır da bu hususta. İnsanlar “Seni seviyorum” sözünü tekrar tekrar duymak ister. İyi ama kaçımız kendimize söylüyoruz bunu.
Narin bir çiçeği zamanı gelince toprağını ve saksısını nasıl da itina ile değiştiriyoruz değil mi?
Her gün ölçülü suyunu veriyoruz, güneşe çıkartıyoruz, havalandırıyoruz.
Ya da bir bebek gibi zamanı gelince mamasını veriyor bezini değiştiriyoruz. Gözümüzü üstünden ayıramıyoruz.
Nasıl ki özenli bir bahçeyi budamayı, sulamayı bıraktığımızda her şey arap saçına dönerse ruh da öyle, ilgilenmezsek kendimizle bütün duygular birbirine karışır. İçinde kendimiz de kayboluruz.
Düşünerek harekete geçmeliyiz. Ruhumuzun da aynı biçimde yalnızlığa, kendisiyle baş başa kalmaya ihtiyacı var.
Uğraş vererek yenilenmek için buna çok ihtiyacımız var. Sıradanlığı ancak böyle aşabiliriz.
Çünkü sıradan bir yaşam hiçbir zaman büyük bir yapıtın konusu olmamış, sanatçılara ilham vermemiştir. Çoğu insan, ruhunda derinliği keşfedemeyen, duygusunu paylaşamayanlarla hayatı paylaşmak zorunda kalmıştır.
Önemli yapıtlar sancılı süreçleri, imkânsızlığı ve ayrılığı vurgulamıştır.
Çünkü sıradan şeyler bile doğru kişilerle ile yapıldığında olağanüstü bir hâl alır.