Cumartesi, Ağustos 16, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Toplum Neden Yalnız Yaşayan Kadını Yargılar?

“Ve bir kadın, sessizliğin kıyısında kendi sesini duyduğunda, dünya artık eskisi gibi dönmez.”
Jeanette Winterson

“Bir kadın yalnız yaşadığında, yargılanan onun yalnızlığı değil; kendiyle kurduğu özgür ilişkidir.”  

Modernleşme ve kapitalizmin desteklediği bireyselleşmenin hiç hesaba katmadığı kaçınılmaz sonuçlardan biri de yalnız yaşayan kadınların sistemde daha çok yer almaya başlamasıdır.

Ne yazık ki günümüzde bile, ekonomik olarak muhtaç durumda olmayan ve kendi tercihiyle  yalnız yaşamayı seçen kadın, yargılanmaya açıktır. Yalnız, bağımsız ve mutlu kadın hemen her toplumda rahatsız edicidir. Toplumsal normlarda, yalnız yaşayan ve bu halinden memnun olan kadın, alışılmış geleneksel kalıplarda sessiz bir çatlak, hatta kırılma olarak algılanır. Dolayısıyla kadının yalnız yaşamı tercih etmesi, sadece onu ilgilendiren bireysel seçimin ötesinde toplumun derininde bir başkaldırı olarak algılanmaya müsaittir.

Daha açık söylemek gerekirse asıl önemli olan kadının yalnızlığı değil, bu tür bir yaşam biçiminin sistem tarafından tanımlanmamış olmasıdır. Tanımlanmamış olan ise ürkütücüdür.

Kadının Kimliği: İlişkisel Düzlemde Bir Sıkışma
Sosyal hayatta kadın, bir ilişki üzerinden tanımlanır ve onaylanır. Anne, eş, kız kardeş, sevgili… Buna bağlı olarak da kadın, ister istemez bir başkasının tamamlayıcısı olarak  görülür. Yani toplum, yalnız kadının aslında herhangi bir aidiyetinin  olmadığını düşünür.  Bugüne kadar tanımlanan ve yürürlükte olan sistem şemasında, ‘bir yere ait olmayan’ kadının, yeri yoktur. Böylece, kolektif bilinçte rahatsız edici bir boşluk ortaya çıkar. Bütün rahatsız edici boşluklar gibi bu da kolektif hafızada kırılma tehlikesi demektir.

Kontrol ve Denetim
Yalnız kadının, sınırlarını kendisinin  çizme özgürlüğüne sahip olması, ataerkil normlar açısından düpedüz tehdittir. Kendi sınırlarını çizebilen bir kadın, toplum tarafından denetlenebilir ve öngörülebilir olma niteliğini yitirir. Sistemin algıladığı en önemli tehdit ise öngörülemezliktir.

Rollo May ’Özgürlük ve Kader adlı eserinde : “Bir İnsanın özgürlüğü, diğerlerinin yapay güvenliğini tehdit eder,”demektedir. İşte söz konusu özgür insan özellikle de kadın ise süregelen düzen için tehdit olarak algılanacaktır.  

Yalnız Kadının Tehlikeli Özgürlüğü
Toplum, yalnız kadını normal (!) düzenden sapma olarak görür. Bu durumun diğer kadınlara da bir ‘örnek’ olabileceğini düşünür. Kadının özgürce yaşadığı bir hayat, diğerlerine de ilham vererek, kadının içindeki yaratıcı gücü kimseye ihtiyaç duymadan ortaya çıkarmasına yol açabilir. Bu ise kalıpların çatlaması demektir. Bu tanımlamadan da açıkça görülebileceği gibi toplumun tehlike olarak gördüğü asıl kavram yalnızlık olmayıp, yalnızlık nedeni ile meydana gelen güçlenmedir.

Kadının yalnızlığı, diğerlerine de ‘yalnız kalabilirim, yalnız da var olabilirim’ duygusunu fısıldar. Bu fısıltı, kolektif düzenin ezberini bozar. Süregelen sistemin korunması için kadının yalnız başına güçlenip, yaratıcı, üretken ve mutlu olmasına engel olunmalıdır. Sistemin doğru ya da yanlış olması önemli değildir. Önemli olan sürekliliğin sağlanmasıdır.

Bilinmeyene Görünmeyene Tahammülsüzlük
Toplumsal düzende yalnız kadın, zamanla görünmez kabul edilir. Kalabalık sofralarda yoktur, düğünlere yalnız gelir, alışılagelen mekanlarda bulunmaz. Buna karşılık, kendine ait bir dünya kurmuştur. Kadının var olduğu halde görünmez olması, toplumu hem rahatsız eder hem de meraklandırır. Bilinmeze duyulan merak genellikle önyargının ilk basamağıdır.

“Ne yapıyor tek başına?”, “Kimlerle görüşüyor?”, “Gece yalnız mı dönüyor?”, “Ne iş yapıyor?” soruları, aslında kadın bedenine ve zihnine karşı geliştirilen tahammülsüzlüğün dışa vurumudur.

Bu noktada Mevlânâ’nın sözü derin bir anlam taşır: “İnsan neyi ararsa, onu görür.” Toplum, yalnız kadında bir özgürlük değil; bir bozulma, bir eksiklik arar ve onu görür.

Medyada, Edebiyatta, Gündelik Dilde Yalnız Kadının Tanımlanması
Hemen hemen bütün anlatılarda yalnız kadın imajı acınası bir figür ya da tehditkâr bir karakter olarak lanse edilir. Medyada yalnız kadın karakterler çoğu zaman eksik, mutsuz, tamamlanmamıştır. Kadının mutlu olması ancak filmin sonunda kendisini tamamlayabilecek bir erkekle yaşamını birleştirdiğinde mümkündür. Yalnız yaşayan erkek için ‘bekâr hayatı’ tadının çıkarılması gereken bir özgürlük alanı olarak tanımlanırken, aynı yaşam kadın için ‘eksiklik’ gibi sunulur. 

Bu çifte standart bile kültürel kodların kadın yalnızlığına dair olumsuz yargılarla dolu olduğunu gösterir.
Simone de Beauvoir, ’İkinci Cins adlı eserinde bu durumu şöyle özetler: “Kadın, kendisi için değil, başkası için vardır.”

Yalnız Kadın, Sessiz Bir Devrim Başlangıcı
Toplum yalnız kadını doğrudan doğruya bir sistem eleştirisi olarak yargılar. Onun yalnızlığı, başkaldırmadan çok, sessiz bir kendi farkındalığıdır. Kendi evinde, kendi hayatını sürdüren kadın, toplumsal kalabalıkların gürültüsüne boyun eğmez.

Toplum mühendislerinin ortaya koyduğu senaryonun dışında yer alabilmek, çok büyük bir varoluş cesaretidir. Ve işte tam da bu yüzden, toplum yalnız kadını yargılar: Çünkü onu anlayamaz ve kontrol edemez.

Füsun Esen Günaydın
Füsun Esen Günaydın
1965 Ankara doğumlu. Ankara ve Kuşadası’nda ikamet ediyor. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Müh. Bölümünde tamamladı. 15 yıl çeşitli alanlarda çeviriler yaptı. Halen değişik platformlarda deneme ve öykülerini yayınlıyor. Ayrıca “fusunesen.com” adresinde bir web sitesi yönetiyor.

POPÜLER YAZILAR