Dostoyevski’nin “Uysal Kız” kitabında, hikâye sadece erkek kahraman tarafından anlatılmasına rağmen, olayları farklı açılardan da görebiliyoruz. Yazarın fantastik bir öykü olarak adlandırdığı,yetmiş yedi sayfalık bu kısa eserin bize söyleyecek çok sözü var.
Anlatıcımız kırk bir yaşında emekli bir yüzbaşı. Aileden soylu olmasıyla övünüyor. Genellikle altın ve gümüş olmak üzere değerli eşyaları rehin aldığı bir rehinci dükkânı var. Geçmişinde pek de söz etmek istemediği, umutsuzluğa düştüğü günler var. Düello yapmak istemediği için subayların kararıyla alaydan ayrılması isteniyor, yani kovuluyor. Aklının ve iradesinin zayıfladığı zor günler yaşıyor. Evlendiğinde eşine bunları anlatmıyor. Eşi, başkası vasıtasıyla öğreniyor bu gerçekleri. Parasına sahip çıkan, eli sıkı biri. Susarak konuşma ustası olduğunu söylüyor. Para biriktirip hayatının geri kalanını güney kıyılarında, kendi malikânesinde ailesiyle birlikte, oradaki insanlara yardım ederek geçirmeyi hayal ediyor. Bu planından da hiç bahsetmiyor eşine.
Evlendiğimiz insanla geçmişimize ait sırlarımızı paylaşmalı mıyız ne dersiniz? Bunları başkalarından duyduğunda ne düşünür karşı taraf? Gelecekle ilgili planlarımızı anlatmalı mıyız ona? Neden para biriktirdiğimizi bilmek hakkı değil mi?
Anlatıcı kendisinin susarak konuşma ustası olduğunu iddia ediyor. Bu mümkün mü? Susan bir eşi nasıl anlar, nasıl yorumlayıp değerlendirir insan?
Anlatıcımızın eş olarak seçtiği, hikâyemizin kadın kahramanı 16 yaşında bir genç kız. Annesiyle babası öleli üç yıl olmuş, geçimsiz teyzeleriyle kalıyor. Kızcağız teyzelerinin yanında üç yılı köle gibi geçiriyor, yine de gündelik, ezici ev işlerinin üstesinden gelip bir fırsatını bularak sınavlara giriyor. Yani gözü yukarılarda ve iyi şeylere özenen biri. Teyzelerinin çocuklarına ders veriyor, onların çamaşırlarını dikiyor, yerleri siliyor. Ona dayak atıyorlar, yediği ekmeği başına kakıyorlar. Onu satmaya bile kalkışıyorlar.
Genç kız bir gazeteye vereceği iş ilanının parasını karşılamak için bazı eşyaları rehine vermek üzere rehinci dükkanına gidiyor. Kahramanımız olan rehinci, genç kızdan etkileniyor, onun hakkında bilgi topluyor ve ona evlilik teklif ediyor.
Genç kız bu evlilik teklifini kabul ediyor.
Verdiği iş ilanlarıyla kendisine uygun bir iş bulamayan genç kızın, babası yaşında bu adamla evlenmekten başka çaresi kalmıyor.
Onun bu evlilikte mutlu olmasını bekleyebilir miyiz? On altı yaş evlilik için uygun mudur, ne dersiniz? Günümüzde de yaşanıyor mu böyle olaylar? İnsanlar çaresizlikten hiç de uygun olmayan evliliklerin içinde buluyorlar mı kendilerini?
İlk zamanlar kocası genç kadını sıkı bir disipline alıyor. Daha sonra biraz yumuşuyor. Kadın coşkuyla ona sarılmaya kalktığında bu davranışını soğuk karşılıyor.
Genç kadının sevilmek kadar sevmeye de ihtiyacı olduğunu anlıyoruz. Sevmek istiyor, sevgiyi arıyor. Ancak bu ihtiyaçları karşılanmıyor.
Kocası sürekli para biriktirmesinin gerekli olduğunu söylüyor. Paranın kendisinin olduğunu, hayatını istediği gibi yönlendireceğini vurguluyor. Evliliklerinde suskun kalmayı tercih eden kendisi olduğu halde hikâyeyi sonradan anlatırken, neden en başından beri susmayı tercih etmiştik diye sorguluyor.
Evliliklerde eşlerin birbirleriyle konuşması önemli mi? Hiç konuşmadan iletişim kurabilmek mümkün mü? Bazı insanlar neden kaçar konuşmaktan ya da neden üşenir? Yoksa bu bir üstünlük taslama olabilir mi? Anlatıcımız bir yerde, “Eşit olmadığımız düşüncesi hoşuma gidiyordu,” diyor. Bu düşünce onu konuşma zahmetinden kurtarmış mıdır ne dersiniz?
Hikâyenin ilerleyen bölümlerinde genç kadının sinir krizleri geçirdiği anlara tanık oluyoruz. Bir gece, kocasının silahını alarak uyumakta olan adamın şakağına dayıyor. Sonra hemen odadan çıkıyor.
Bu olaydan sonra kocası ona çarşıdan demir bir karyola ve paravan alarak yataklarını ayırıyor. Nikahları bozuluyor. Gurur, itibar ve üstünlük duygularına çok önem veren adam eşinin yenildiğini ancak bağışlanmadığını söylüyor. Gece durmadan sayıklayan, sabaha doğru ateşi çıkan genç kadın altı hafta yataktan çıkmıyor.
Daha sonraki süreçte ilişkileri iyice kopuyor. Genç kadın artık neredeyse kocasının varlığını unutarak, onun yanında kayıtsız bir şekilde şarkı söylemeye bile başlıyor. Bu durum adamı çok sarsıyor. Sonunda dayanamıyor, yerlere kapanarak kadının ayaklarını öpüyor ve “Senden başka hiçbir şey istemiyorum,” diyerek sevgisini itiraf ediyor. Ancak artık çok geç.
Sevdiklerimizin kıymetini bildiğimiz, sevgimizi söylemekten çekinmediğimiz, sevgimiz için emek ve para harcamaya üşenmediğimiz, gurur ve kibirden arınmış bir yolculuk olsun bizimki. Sevgimizi çok geç olmadan, keşke demeden paylaşabildiğimiz nice güzel günlere…