Özgürlük; kendin olabilme cesareti, kendine tanım bulma yolculuğudur.
Dünyanın her yerinde kadının bedeni ile erkeğin bedeni eşit kabul edilmez. Tüm itirazlara, feminist tepkilere, eşitlikçi söylemlere rağmen. Erkek kadar özgür değildir kadın.
Yıllar boyu Çin kanununda koca, karısını öldürdüğünde bir cezası yoktu. Çünkü kadının ruhsuz olduğu düşünülürdü. Kadın sadece çocuk fabrikasıydı onların gözünde. Bu düşünce, tavır ve kanunlar düzelse de tamamen yok olmamıştır maalesef.
Özgürlük, bireyin kendi çabasıdır, tutumudur. Fiziksel özgürlüğün temeli, bedene dayanan özgürlüktür.
Psikolojik özgürlük ise eğitim işidir. Dış faktörlere bağlı değildir. Zekâ ve emek gerektirir. Nesiller boyu, eğitim her kesime yerleştikçe ve geliştikçe, birey öncelikle de kadın, kendi olabilme cesaretine adım adım kavuşacak, özgürleşecektir.
Ruhsal özgürlük ise saf bilinç olabildiğinde içine girdiğin haldir.
Özgürlük politik ya da ekonomik değildir, manevidir.
Gerçek ve katkısız farkındalığa ulaştığında kavuştuğun, bedenden bağımsız ruhun özgürlüğüdür.
Kolektiflik ve toplum vardır, temeldir ama asıl olan bireydir.
Özgürlük, bir şeyden özgürleşmek midir?
Yoksa istediğin şeyi yapmak mıdır?
Özgürlük vizyondur. Tamamen kendin olabilmen, kendin olabilmek için cesaret göstermendir. Zincirlerini kırabilme cesareti gösterebilme ve karşılaştıklarınla baş edebilme gücüdür.
Özgürlük nihai deneyimdir. Büyük bir sorumluluktur. Bedeli vardır. Bıçak sırtında yürümektir. Seçtiğin yolda savaşmayı, kükremeyi, dolu dizgin koşmayı, sessizce bağırmayı gerektirir.
Topluma kafa tutmak, kolektife ya da kolektifle tepki vermek değil, onun oyununu anlayan zarafetle dışarı çıkmak isteyen asi ruhtur.
Özgürlük; devrimci olmak, savaşmak değildir. Özünde anlayıştır.
Sizce hangisi?
Bir şeyden özgürleşmek mi?
Bir şey için özgürleşmek mi?
İçine düştüğün esaretten, ebeveynlerinden, dinden, toplumdan ne için özgürleşmek? Bu olumsuz özgürlüktür. Negatiftir.
Oysa yaratmak için, üretmek için, farkında olmak, ifade etmek, kendin olmak için özgürlük istemek olumludur. Yaratıcılık içerir, pozitiftir.
Mevlana, özgürlüğü insanın sevgiliyle bir bütün olduğu, varlığını ona armağan ettiği ilahi kavuşma olarak tanımlar.
Platon’un “Mağara Alegorisi” özgürlük kavramını maddeden bağımsız hikmet hikâyesi şeklinde anlatır.
Annemizin karnından ağzı açık karanlık bir mağaraya doğduğumuzu düşünelim. Ellerimiz ve ayaklarımız zincirlerle bağlı, sadece mağaranın bir duvarına bakıyoruz ve hareket edemiyoruz. Arkamızda dev bir ateş ve ateşle aramızda bir yol var. Yoldan geçen her şeyin ve herkesin sadece mağara duvarına yansıyan gölgesini görüyoruz. Hayata dair tek bilgimiz ve gerçekliğimiz duvara yansıyan “koca gölgeler”.
“Mağara Alegorisi” Sokrates’in ağzından, öğrencisi Platon (Eflatun) tarafından ortaya atılmıştır.
Günlerden bir gün, zincirini kıran biri bu mağaradan kaçar ve dışarıda farklı, bambaşka bir gerçeklikle karşılaşır. Yıllardır gördükleri sadece birer gölgedir. Zincir, her düşünce sahibi için farklı bir metafordur. Bir kadın için zincir, ona sahip olan ve kısıtlayan erkektir; babası, kocası gibi. Devrimci için devlettir, vatansever biri için dış güçlerdir.
Mağarayı toplum sayanlar, evi sananlar ya da zindan diye algılayanlar da yanlış anlamlandırmış olmazlar.
Platon, zamanında çok düşünmüş ve mutlaka üzerine biz de düşünelim ve üretelim istemiştir.
Mağaradan ilk zincirlerini kırarak çıkan kadın mıdır erkek midir bilinmez ama toplumu yansıtan mağaradan kaçan ve hakikatin peşine düşen, duvara yansıyan gölgelerle sınırlı toplumun ona dayattıklarını sorgulayan kadın ise dışarıdaki gerçeklikle karşılaşınca ne kadar mutlu olmuştur? Tartışılır.
Gerçek dünyaya zincirlerinden kurtulup geçen, aynada ya da suda yansımasını gören, sorgulayan özgür birey her şeyi anlamıştır artık. Bunca zamandır dayatılan tüm gerçek sadece gölgelerden ibarettir.
Duvardaki dev insanlar aslında gerçekte kendisi gibidir. Dev gölgelerden canavar sandığı eşyalar, hayvanlar ve diğerleri gayet sıradandır.
Dışarıda ışık, güneş, doğa, pırıltılı renkler, aşk ve yaşamın kendisi vardır.
Koşar, zıplar, sarılır, güler, ağlar ve bunlar mağaradaki korkunç yankılar yaratan sesler değil keyif veren duygulardır. Yıllarca gölgelere inanarak yaşamanın kısır dünyasına zincirlerinden kurtularak kavuşmuştur.
Mağaraya geri dönecek ve bu büyülü gerçekliği anlatmayı deneyecektir. Ancak bu paylaşım mağaradaki cahillikle mutlu olanları huzursuz edecek, bazılarını mutsuzluğa sürükleyecek ve anlattıklarıyla deli damgası yiyecektir. Gölgelerin peşine düşmek, özgürlüğe koşmak, sorgulamak bedeli ağır bir sorumluluktur. Karşılaştıklarını yorumlayabilmek, içselleştirip hazmedebilmek ise erdemdir. Sadece bu yolu ısrar ve cesaretle yürüyenler özgür olabilirler. Diğerleri renk cümbüşünden, özgürlüğün görkeminden korkacak, tutsaklığın kolay ve sahte güven veren halinden ayrılmayacak, zincirlerini parlatacaktır. Kimisi de inanacak, cesaretle dışarı çıksa da sorumluluk ve bedel ağırlığını taşıyamayıp mağaraya geri dönecektir.
Dönmenin ölüm olduğunu düşünen tek gerçeği bin gölgeye yeğleyenlerse gerçekleri yaşamaya ve anlatmaya devam edecektir.
Hayatın kendisi de aynı Platon’un mağarası gibi bizi zincirleyen gölgelere mahkûm eden ya da kendi kendimizi zincirlediğimiz gölgelerle ve yankılanan seslerle orayı evi sananlar, mutlu olmayan ama dışarı çıkmayı da göze alamayanlar, mutluluğu yakalayanlar veya bedelini ödemeye gönüllü, sorumluluklardan korkmayanlarla, gölgelerin ve gölgeleri yaratanın peşine düşüp yeni gerçeklikleri kovalayan ve sorgulayanlar arasında gidip gelen seçimler olacaktır.
Hayatı boyunca tavşanı değil de tavşanın gölgesini gerçek kabul eden birine tavşanın aslında nasıl göründüğünü anlatmak kolay olmayacaktır.
Her geçen gün zincirlerimizi yine yeniden kırmak, bize sunulan ya da dayatılanları ve kabul ettirilmek istenenleri açık zihinle görüp, gölgelerin değil, gerçeklerin dünyasında yaşamaya talip olmanın bedelini ödemeye hazır, sorgulayan beyinler hep özgür kalacaktır. Bedeni ve ruhu özgür dünya gelecek nesillerde gölgeleri değil gerçekleri aramayı ilke edinen beyinleri doğuruyor olmanın keyfine varacaktır.
Mağaradaki ateş geçici ve sahte aydınlıktır. Gerçekte aydınlığın kendisi olan güneş, gözleri kamaştıracak ancak gerçekliğin kapısını açan da o güneş olacaktır. Güneşe arkasını dönen yine sadece gölgeleri görecek, güneşi rehber edinenler ise gerçekliğin merkezinde olmanın özgürlüğünü yaşayacaktır.
Hayat bir seçimdir. Seçimlerimizle varız.
Çiçeğin kokusu, denizin dalgası, sahilde yürümenin coşkusu, çocuğun gülüşü, güneşin doğuşu her gün tekrarlayan muhteşem keşiftir. Özgürlük, bedelini hak eden inançtır, mükemmel bir şarkının ezgisidir. Bu şarkıda hepimiz birlikte dans etmekteyiz.
Peki sen neredesin?