Çarşamba, Mayıs 21, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Pembe Polar Battaniye

Yan apartmanın dibindeki boş arsaya uçan pembe polar battaniyeyi bugün sonunda aldılar.

Aylar önce silkelerken bitişikteki apartmanın çatısına düşürdüğüm, askılar, sopalarla uzanıp almaya çalıştığım ama sonra kurtarmaktan vazgeçtiğim battaniye. Aradan biraz zaman geçip mevsim kışa dönünce, kapkara yellere karşı duran binaların çatılarından savrulup giden her şey gibi; toz gibi, toprak gibi, kiremitler ve kırık camlar gibi, havada sürüklenen poşetler gibi o da boş bir arsaya konuverdi. Günlerce alan olmadı, haftalarca alan olmadı, aylar geçti alan olmadı. Sayısız kez ıslandı, defalarca güneşin altında kurudu. Bu akşamüstü mutfak penceresinden baktığımda yerinde yoktu.

İki tarafı binalarla, sokağa bakan kısmı alçak bir çitle çevrili olan arsa; molozların, boş çimento torbalarının, kırık fayansların arasında hayat bulan yabani bir bahçeye evrilmişti. Birkaç limon ağacı, kendinden bitmiş türlü türlü otlar, çalılar, aralarına serpiştirilmiş papatyalar ve benzeri yabani çiçekler vardı. Yaz aylarında, yan apartmandaki dairelerden birinin balkonundan, atleti ve çizgili pijamasıyla bir çizgi film karakterini andıran beyaz saçlı, göbekli bir adam, mutfak musluğuna taktığı hortumla arsadaki bitkileri sulardı. Bu adam ve karısı akşam yemeklerini arsaya bakan o balkonda yerdi. Hava geç kararsa da çatal, bıçak sesleri duyulmaya başladığında yemek vaktinin geldiğini anlardık. Bir de yayılan rakı kokusundan.

Biz yemeği körfeze bakan çatı katındaki dairemizin geniş mutfağında yerdik. Bazen de üşenmezsek üst kata çıkar terastaki masaya kurardık sofrayı. Evin manzarası o kadar güzeldi ki, bulunduğumuz mahallenin eski, yokuşlu ve en güneşli yaz gününde bile gri olan sokakları moralimizi bozmuyordu. Üzerinde bulunduğumuz sokağın dibindeki markete gidip haftalık alışverişimizi yapardık. Aldıklarımız değişmezdi. Beyaz peynir, yumurta, lavaş ekmek, kolay yemek yapmak için sağlıksız ve hazır et ürünleri, çeşit çeşit kuruyemiş, bol abur cubur, nadiren meyve.

Hayatımız sıradandı. İçimiz ayrı ayrı birer yangın yeriyken, biz sakince otururduk. Biz kıpırdarsak her şeyin başımıza yıkılacağı sırça bir fanusta yaşıyorduk ve bunu çok iyi biliyorduk. Bu sebepten bir zamanlar salondaki koltukta televizyon izlerken altına girip oturduğumuz, kamp yapmaya gittiğimizde üzerimizi örttüğümüz, soğuk günlerde evdeki kedileri sarıp sarmaladığımız pembe polar battaniye hayatımızdan çıkınca hiç dert etmedik.

Dengemizi bozup sırça fanusu yerle bir edecek yeterince derdimiz vardı. Maddi konular bizi zorlasa da fazla sorun etmiyorduk. Elimize para geçtiğinde alıyorduk. Yoksa idare ediyorduk olanlarla. Bir kez doğalgazımız kesildiğinde, elektrikli sobayla tek odada yaşadığımız bir dönem olmuştu. Ne eğlenmiştik, kedilerle battaniyelerin altında film izleyip salep içerken.

Manevi dertler ise daha ağır ve dilsizdi. Varlığımla yokluğumun bir olduğunu düşünmeye başladığım günlerde ona sormuştum, “Gitmemi ister misin?”  Çok net ve tereddütsüz hatta sert bir şekilde “Hayır,” demişti. Bu ‘hayır’ bana olan bağlılığından değil ama bana olan bağımlılığındandı. Bunu bilmenin verdiği acı benim için hâlâ, yalnızlığın vereceği acıdan daha hafif ve katlanılırdı. O yüzden bir daha gitme konusunu açmadım. Bununla birlikte, içinde yaşadığımız sırça fanusun sallanmaya başladığını da gayet iyi biliyordum.

Zaman zaman aynı evin içinde ayrı hayatlar yaşardık. O üst kattaki odaya kapanıp çeviri yaparken, ben alt kattaki salonda veya mutfaktaki koltukta oturup film izler ya da kitap okuyup bir şeyler karalar, bir nevi kendime dönerdim. Bu kısa ayrılıklar bazen gün boyu, bazen birkaç gün sürer ve ikimize de iyi gelirdi. En başlarda sorunlarımız üzerinde konuşsak da artık -dört yılın sonunda- hiçbir şey olmamış gibi devam etmeyi daha uygun buluyorduk.

Günün erken saatlerinde yan apartmanın çatısında bulunan antenlerin en yüksek olanına bir karga konuyordu. Aksatmadan her sabah gelmesinin nedeni ona attığımız peynirler olsa da içimizdeki uslanmaz romantiğin inanmak istediği, onun mistik güçleriyle bizi korumaya gelen doğaüstü bir varlık olduğuydu. “Bak,” derdi “bizi koruyor, gözlüyor.” Bazen onu gıcık edecek cevaplar vermek çok hoşuma giderdi. “Yo,” diye yanıtlardım, “sadece her sabah peynir attığın için geliyor.” Ufka bakarak bizi bekleyen, attığımız peynirleri sakince yakalayan ve yedikten sonra bir müddet daha kalarak körfezi izleyen bu heybetli karganın telaşsız hayatının bir parçasına dahil olmak, üzerimizde meditatif bir etki bırakıyordu.

Bir sabah karga gittikten sonra ben de market alışverişini yapmak için çıktım. O gün kek yapmaya karar vermiştim. Kakao, vanilya, kabartma tozu alacaktım. Fırın olmadığından tencere keki yapıyordum. Hazır çıkmışken, yaptığımız kedi evlerinde barınan yavrulara da mama götürdüm.

Yolda hep aynı saatte geçen seyyar satıcı ile karşılaştım. Mahallenin yokuşlu sokaklarında yorgun bedeni ve uykulu sesiyle “Poğaça, boyoz,” diye bağıran bu adamın varlığı içimi acıtıyordu. Artık evde oturup dinlenmesi gereken bir yaşta olmasına rağmen arabasını iterek sokaklarda sürükleniyordu. Durdum, iki gevrek iki de boyoz aldım.

Sabah serinliğine, denizden esen meltemle süzüle süzüle dans ederek gelen iğde kokusu eşlik ediyordu. Bu baş döndürücü koku, en kötü günü bile canlandırabilirdi. Dönüşte yolu biraz uzattım. Parkın içinden geçtim. Küçük bir daire çizdim. Temiz havayı içime çektim. Bir banka oturdum. Güneş yüzümde dans ederken parkta bulunan su havuzunun fıskiyeleri çalıştı. Bir köpek sahibiyle geçti yanımdan. Parktaki kediler tısladı. Kalkarken marketin yanında barınan bir evsize gözüm takıldı. Tam başımı çevirecekken üzerinde tanıdık, eski bir şey gördüm. Bir battaniye, polar hem de pembe. Bir an yüreğim kalktı. Sonra hiç olmazsa işe yarar bir yere gitmiş diye teselli buldum. Eve dönmek için tırmanacağım yokuşun başına geldiğimde artık battaniyeyi düşünmüyordum.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Banu Kalkandelen
Banu Kalkandelen
1968 yılında İstanbul’da doğdu. Sırasıyla Maçka İlkokulu, F.M.V. Özel Işık Lisesi ve Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Yazmaya ortaokul yıllarında başladı. Milliyet Sanat Dergisi’nin açtığı “Genç Yazarlar” yarışmasında dereceye girdi. Kedim ve Ben sitesinde hayvan hikayeleri ve Kedici dergisinde makaleler yazdı. Profesyonel bir ajansta yazarlık, serbest içerik yazarlığı ve çevirmenlik yaptı. “Yazıya Giriş” ve “İleri Öykü Teknikleri” atölyelerini tamamladı. Editörlük tecrübesini geliştirirken çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı. “On Dört Pandabiyat Öykü Seçkisi” kitabında öyküsü ile yer aldı.

POPÜLER YAZILAR