Çarşamba, Mayıs 21, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Var Bi Şey

Her hafta sonu olduğu gibi, kocası çocukların kurs telaşına kendini kaptırıp evden çıktıktan sonra etrafı toplamaya girişti. İki odayı toparladıktan sonra darlandı. Mutfağa geçti, kendine bir filtre kahve doldurdu. Elektronik sigarasına bir sigara takıp ısınmasını beklemeye başladı. Yorgunum. Çok yorgunum. Hizmetçi miyim, aşçı mıyım, anne miyim, öğretmen miyim, kadın mıyım, yoksa köle mi? Neyim ben? Kimim? Cep telefonuna baktı. Oynadığı iki-üç oyunda görevlerini tamamladı. Bir sigara daha içti. Belim ayrı, kıçım ayrı, başım ayrı ağrıyo yeminlen. Bıktım anasını satayım, vallahi bıktım. Ağlamaya başladı. Sinir, stres, yorgunluk ama en çok bıkmışlık hissiydi onu ağlatan. Çıkamıyorum şu döngüden! Çıkamıyorum! Dört mutfak sandalyesinden en sıkışık olana oturduğunu fark edince alaycı bir kahkaha attı. Tıpkı hayatım gibi... Zar zor sıkıştığı yerden kalktı. Banyoya geçip günde üç kez fayansların üzerinden topladığı saçları eliyle öbek yapıp çöpe attı. Bu biir… Zaman içinde ıslak bez yerini ıslak kâğıt havluya, o da yerini kuru kâğıt havluya bırakmıştı. Şimdiyse eli yetiyor da artıyordu. Ellerini yıkarken sağ avuç içiyle şöyle bir lavaboyu ovup, aynanın önündeki saç fırçalarına dolanmış saçları da elleriyle temizledi. Saaaç! Her yer saaç! Evdeki tek kısa saçlı benim ama herkesin saçını ben topluyorum layn oradan buradan! Akla hayale gelebilecek her yerden… Hay bin kunduz! Rahmetli babasının küçükken onu “Gamlı Baykuşum” diye sevdiğini hatırladı. Gözleri doldu.

Mutfağa geri döndü. Kahvaltı sofrasını toplayıp bulaşıkları makineye yerleştirdi. Omlet tavasını yıkamaya koyuldu. Bendeniz tencere ve tavadan sorumlu devlet bakanıyım. Evde, misafirlikte, kayınvalidemlerde, anamın evinde, yazlıkta, kışlıkta tencere ve tavalar benimdir. Ya da kara toprağın… Siniri bozuldu. Güldü. İşi bitince ellerini kurulayıp bir sigara daha içti.  Buzdolabını açıp içinde ne var, ne yok diye bakarken üç gün önce pişirdiği karnabahar kapuska ile göz göze geldi. Yenmekten çoktan vazgeçilmiş kapuskayı plastik bir kaba boşaltıp söylenerek buzluğa tıktı. Yapmıycam ulan yemek bi daha! Bok yiyin! Ama ohh canıma değsin dün omlete bir kısmını karıştırdım da bebelere sebze yedirdim… Anlamadı gerzekim Ayşeler hahh!

Salona geçti. Koltuk yüzlerini elleriyle düzleyip kırlentleri kabarttı. Küçük el süpürgesiyle etrafı şöyle bir süpürdü. İşi bitince kendini büyük divana bıraktı. Malım ben mal! Mal değneğinin önde gideniyim hem de! Birazdan her yer yine dandini bostan olacak! Bok mu var! Otur kitap oku! Sessizliğin, kendinle olmanın tadını çıkar. Film izle, uyukla! Bi Pazar gününü de Pazar günü gibi yaşa bea! Olmaz! Olamaz! Birinin yapması lazım bu işleri! Yoksa birikir! Daha da çok işim olur! Yine de divana uzandı. Tam gözlerini kapatmıştı ki sokak kapısının açıldığını duydu. Sıçayım!

Merhaba faslından sonra her hafta sonu olduğu gibi çocukların kurs telaşına kendini kaptırıp eve dönen kocası balkona çıktı. Bir sigara yaktı. Çocuklar da ellerini yıkayıp odalarına kapandılar. Uzandığı yerden kalktı. Mutfağa geçip balkona çıktı. Kocasının tam karşısına oturup gözlerini ona dikti.

“Ne var? Niye öyle dik dik bakıyosun tatlım?”

“Dik dik mi? Hiç farkında değilim vallahi aşkım. Kafamda bi sürü bi şey. Ama bu aralar senin için endişeliyim. Fazla gergin ve sessizsin. Bi şey mi var?”

“Yok bi şey,” diye cevap verdi her zamanki gibi kocası.

“Var bi şey. Belli. Hep böyle yapıyosun. Niye konuşmuyosun benimle hiç? Bi ara ne güzel anlatıyodun. Yine anlatmaz oldun. Söyle nolur, ne oldu? Konuşalım bak. Çok üzülüyorum böyle olunca,” dedi her zamanki gibi.

“Ya tatlım, dedim ya yok bi şey işte. Vallahi yok.”

Yalancı! Bal gibi de var bi şey! Salak mıyım ben? Kesin yine iş, güç, patron, krediler, taksitler yüzünden bu hâlin! Ama bunlar hep var! Konuşmuştuk bunu! İkinciyi doğurmadan önce bi karar almıştık! Şansını zorladığını bile bile devam etti.

“Ya bi söyle işte. Belli bi şeyler olmuş yine. İşle mi ilgili? Yoksa benle mi ilgili?”

“Yok işte bi şey. Yok. Yorgunum sadece.”

Var bi şey işte! Sanki ben yorgun değilim! Haftanın beş günü iş, neredeyse her akşam atölye. Öğrencilerin yükü, benim ödevlerim… Üstelik benim eve iş getirmeme gibi lüksüm bile yok! Bi de milletin ukalalığı! Yok efendim üç ay tatil yapıyomuşum, günümün yarısı boşmuş. Benim tercihim! Var mı! Rahat mı batıyomuşmuş! Ulan ben insanla uğraşıyorum her gün. Hem de üniversite öğrencileriyle! En kritik yaştaki! Hem size ne! Ben kendim istedim, seçtim bu işi! Siz de öyle yapaydınız dümbükler! Sanki Horhor Çeşmesi’nden bana durmadan para akıyomuş gibi bi tavırlar! 657’ye tâbi kadrolu, sözleşmeli devlet memuruyum ulan ben! Düz, beyaz devlet memuru! Yoksulluk sınırının altındayım ulan ben!   

Dudaklarını büzüp küskün gözlerle kocasına baktı. Bir şey demeden içeri girdi. Buzdolabını açıp çocukların söylenmeden yiyebileceği bir şeyler hazırlamak için bakındı. Kıymalı makarna! Daha ne olsun! Su ısıtıcısına arıtmadan su doldurup kaynamasını beklerken buzluktan önceden kavurup dondurduğu ve küçük poşetlere koyduğu kıymalardan birini çıkardı. Küçük bir sos tenceresine kıymayı, domates püresini ve envai çeşit baharatı koyup kapağını kapattı. Altını kısık ateşte açtı. Makarnayı da haşlanması için kaynayan suya attı. Kocası arkasından usulca salona geçti.

İçeride her Pazar olduğu gibi kocası büyük divana uzanmış; bir elinde kumanda, bir elinde cep telefonu, bir sosyal medyada dolanıyor, bir kanal zaplıyordu. O ise bir mutfakta makarnayı karıştırıyor, bir bilgisayar başına geçiyor, mutfakla çalışma odası arasında mekik dokuyordu. Mutfak camından yansıyan güneş ışığına daldı bir an. Kış kışlığını bu sene de yapmamıştı. Kışın ortasında neredeyse bir bahar havası vardı. Ankara güneşi yalancıdır. Ayazı keser atar adamı. Daraldı. Üzerinde incecik hırkasıyla balkona çıkıp bir sigara içti.

Yanlış bahar

Kış güneşi

Yoruldum her bulduğumda kaybetmekten seni…

İçeri giresi yoktu. Ama makarna suyunu çekmek üzereydi. Sosun da karıştırılması gerekliydi. Aha, yine çocuklar birbirine girdi. Adam da klasik cinnet moduna bağladı. Müdahale etmiycem. Kendileri halletsin. Sonra fırçayı ben işitiyorum. Gülse mi içerlese mi bilemedi. Yoruldum. Çok yoruldum. Yaş kırk dokuz. Dante’yi geçeli neredeyse on beş yıl olmuş. Hâlâ çalış çalış, nereye kadar. Emekli de olamıyorum çocukların okulu yüzünden. Bitmiyor ki anasını sattığımın masrafları. Otuz senedir derse gir çık. Nereye kadar? Yaşıtım hatunlara bakıyorum. Ohh millet almış, yürümüş. Koca parasıyla günlerini gün edenler mi dersin… Çocuklarını büyüttükleri için tüm boş vakitlerini kendilerine ve istediklerine yapmaya ayıranlar mı dersin… Bi biz tabutta rövaşata. Dar alanda kısa paslaşmalar bize kalan…

Tam içeri girecekti ki kocası çıktı balkona.

“Makarnanın altını kapattım. Kalan suyunu da süzdüm. Senin yaptığın gibi bi bardağa boşalttım bi kısmını. Vitamini suyunda diye ekliyosun ya sen sosla beraber. Haa sosun da altını da kapadım.”

Ahaa! İnanamıyorum. Adama bak! Helâl vallahi. Aşkım benim yaaa! Bunca yıl sonra… Benim hâlâ umudum mu var? Var bi şey. Ama ne bakalım?

“Sağ ol aşkım. Ellerine sağlık.”

“Rica ederim tatlım. Hadi sana da bi kahve koyayım da on dakika oturalım başbaşa. Bebeler de sakinledi. Odalarında takılıyolar işte.”

“Tamam. Peki.” Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Ama içine bir sıcaklık yayılmaya başlamıştı. Gülümsedi. Ketumdur, az konuşur, içine atar ama içli köftedir be benim kocam. İyi kalplidir. Seviyorum uleyn seni.

Bir süre konuşmadan önlerindeki fincanlara bakarak sigaralarını içtiler.

“İyi misin?” diye soran kocasının sesiyle irkildi. Şaşkın şaşkın kocasının suratına baktı. Ne kadar uzun zamandır sormuyordu bana. Allahım… 

“İyiyim canım,” dedi titrek bir sesle. O kadar şaşkındı ki sesini ayarlayamamıştı. Boğazını temizledi. “Sen iyi misin?” diye sordu.

“Fena değilim. Kuyruğu dik tutmaya çabalıyorum.”

“Biliyorum… Bilmez miyim?”

Sustular yine. İkinci sigaralarını da sessizce içtiler. Aynı anda söndürüp ayağa kalktılar. Bir an için göz göze geldiler. Birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Kadının gözlerinden süzülen yaşlar, adamın yanağından süzülen yaşlara karıştı.

“Mantarları soteliyim mi?” diye kulağına fısıldadı kocası.

Bir Pazar klasiği… “Sotele canım,” diye cevap verdi.

Beraberce mutfağa girdiler. Kocası mantar sote için hazırlık yaparken o da sofrayı kurmaya başladı.

O Pazar akşamı dördü birlikte sofraya oturup sohbet ederek yemek yediler. Çocuklara elli defa “Ödev bitti mi? Okul kıyafetleriniz hazır mı? Çantalarınızı hazırladınız mı?” soruları sorulduktan sonra çocuklar odalarına, onlar televizyon karşısına geçtiler. Aynı divana oturdular. Kocasının omzuna kafasını yasladı. Saat on bir gibi beraberce yatak odasına geçtiler.

Pazartesi sabah altıya on kala kalktılar. Banyoyu yataktan önce çıkan kaptı. Çocuklara kahvaltı hazırladılar. Balkonda filtre kahve ve sigara içtiler. Yedide kocası çocukları servise indirdi. O kendi servisine yetişmek için son hazırlıklarını yaptı. O kapıdan çıkarken kocası içeri girdi. Sarılıp öpüştüler. Birbirlerini sevdiklerini söylediler. Hafta çabucak geçiverdi. Hafta sonu geldi.

O hafta sonu da kocası çocukların kurs telaşına kendini kaptırıp evden çıktıktan sonra etrafı toplamaya girişti. İki odayı toparladıktan sonra darlandı. Mutfağa geçti, kendine bir filtre kahve doldurdu. Elektronik sigarasına bir sigara takıp ısınmasını beklemeye başladı. Yorgunum. Çok yorgunum. Hizmetçi miyim, aşçı mıyım, anne miyim, öğretmen miyim, kadın mıyım, yoksa köle mi? Neyim ben? Kimim? Cep telefonuna baktı. Oynadığı iki-üç oyunda görevlerini tamamladı. Bir sigara daha içti. Belim ayrı, kıçım ayrı, başım ayrı ağrıyo yeminlen. Ama iyiyiz biz yaa… Hallederiz bir şekilde. Nelerin üstesinden geldik biz… Bunlar da gelir, bunlar da geçer… Bu sefer var bi şey… Ama bence iyi bi şey…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Sezi Coşkuner
Sezi Coşkuner
ODTÜ İngilizce Öğretmenliği mezunudur. 24 senedir ODTÜ’de öğretmenlik yapmaktadır. Evli, iki çocuk annesidir. Kendini bildiğinden beri okumayı ve yazmayı sevmektedir.

POPÜLER YAZILAR