Gülümseyerek teşekkür etti annesine. Kızgınlığının tamamı geçmese de, büyük oranda iyileşiyordu yaraları. Hayatındaki eksikliğin tamamlandığını hissetmek, bir kız çocuğu için öyle önemliydi ki, her gün öpücüklere boğarak “Teşekkürler anniş,” diyerek sarılıyordu annesine. Her akşam babasının işten geliş saatinde kapıyı açmak için annesiyle yarışıyor, babasına önce o sarılmak istiyordu. O gelmeden evvel bütün ödevlerini tamamlıyor ve baba kız saatinde film izleyip, bilgisayar oyunları oynayabiliyorlardı. Ve en önemlisi, babasından korkmuyor ama kaynağı sevgi olan sonsuz bir saygı duyuyordu. Çok istediği kulaklığı almak için teknoloji markete gittiklerinde “İyi ki benim babamsın,” diyerek gülümsedi.
“Acaba doğru mu yaptım?” diye çok sormuştu kendisine. Bir kızım olsa, bu adam babası olur muydu ki? Hayalindeki aile ortamında büyümemenin getirdiği o sancılarla, kendi düzenini kurmak adına küçük yaşta evlenmişti. Kısa süre sonra kızını kucağına aldığında, anne olmanın yaşı olmadığını fark etti. Kendisi de çocuk denebilecek bir yaştaydı henüz ama hayata tutunmak için kendi sebebini doğurduğunu anlamıştı.
“Bu benim mi şimdi?” diye sordu kendi kendine. Elleri, ne kadar da küçüktü. “Ah nasılda güzel gülüyor bana,” derken fark etmişti kızının yanağındaki gamzelerini. O gamzelere bir ömür tutunacağından bihaberdi henüz…
Annesi evde temizlik yaparken, o babasıyla bayram alışverişine çıkmıştı. Bütün şımarıklığı üzerindeydi. Sonuçta annesini evde bırakıp, babasıyla baş başa baba-kız günü yapıyorlardı. Kendisini dünyanın en şanslı insanı hissediyordu. Böyle bir baba, kaç kıza nasip olurdu ki?
“Hadi kızım, annen bizi bekler geçe kalmayalım.”
“Tamam babacım, şuraya da bakayım geliyorum”
“E hadi, bak bari,” diyerek gülümsedi babası.
Tam bu esnada “O varken bana hiçbir şey olmaz,” diye düşündü. Haklıydı da. Babası onu gözünün gördüğü veya görmediği her şeyden koruyabilirdi.
Boşanıp, İstanbul’ a geldiğinde küçücük kızıyla bir başına ne yapacağını düşünüyordu. Geçici süreliğine arkadaşının yanına yerleşmişti. Kısa süre içinde iş bulup, kendilerine bir düzen kurması gerektiğinin farkındaydı. Ama İstanbul’ da yaşamak, düşündüğü kadar kolay değildi.
Yıllar içinde hem şehre, hem de şehirdekilere alışmaya başlamıştı. Boşanmış bir kadın olmak, memleketine göre burada daha kolaydı. Bir de kızını bırakıp işe gitmek zorunda olmasa daha da güzel olacaktı her şey. Babası, hiç yardımcı olmamıştı bu süreçte. “Kendim için değil, kızım için olsa bari,” diye düşünüyordu. Ama olmamıştı işte…
Yaşı çok gençti henüz. Yeni insanlarla tanışıp, yeni birliktelikler deneyimliyordu. Fakat kafasından atamadığı bir şey vardı. “Benim küçük bir kızım var,” beklentisi kendisine bir eşten ziyade, kızına da iyi bir baba olması yönündeydi. Ama bu sandığı kadar kolay olmuyordu.
“Ben artık kestim umudumu, kızımla beraber yaşayacağız. Babası da, olabildiği kadar babası olacak,” dedi arkadaşına.
“Biz geldik annişşş,” dedi kapıdan girerken. Annesinin onları görünce dolan gözlerini fark etmemişti. Yıllardır hayalini kurduğu sahne buydu aslında annesinin. İçeri girip aldıklarını gösterdi annesine. Sonra odasına geçti ve aldıklarını deneyerek yerine yerleştirdi. Kendisini ve annesini seven bir babası vardı ve o, dünyanın en şanslı kızıydı.
Çalan telefonunu fark edip eline aldı. Ekranda gördüğü isim, biraz keyfini kaçırmıştı. Sakinliğini korumaya çalışarak telefonu açtı. Dinledi, dinledi ve kapatır kapatmaz ağlamaya başladı.
“Ben senin öz kızın değil miyim, neden bana bunu yapıyorsun?” diye düşündü. Tam bu esnada annesi girdi odaya. Kızının gözündeki yaşları sildi ama söyleyecek sözü kalmamıştı artık. Yıllar önce kendisini anlamayıp, ağlatan ve çok zor günler geçirmesine sebep olan adam, şimdi gözümün nuru diye sevdiği kızını ağlatmıştı. Üstelik, az önce eve onu çok mutlu getiren üvey babasının yanında gülen gözleri hiç solmamıştı…
Bunları düşünürken gözünden akan yaşı, kızı fark etti.
“Üzülme anniş,” dedi. “Herkes hata yapar ama sen babamla evlenerek, hatanı telafi ettin.”
Bu cümle ikisini de gülümsetmeye yetmişti.
Baba olmak için, soyadını taşımaya gerek var mıydı gerçekten? Babalık duygusu da içten gelen bir his olabilir miydi? Soyadını taşıdığı babası kızını gözyaşlarına boğarken, şimdiki eşi onun gülüşüne dünyaları feda edecek kadar seviyordu kızını…
“Ne oldu size?” diyen eşinin sesiyle irkildiler. Onlar konuşmadı ama o her şeyi anladı. Kızıyla göz göze geldiğinde, teşekkür eden gözlerle bakıyordu annesine. Kendisine verilen ikinci şansı, ikisi içinde doğru kullanmıştı. Sessiz yapılan bu konuşma sonrası üçünün de yüzünde hüzünlü bir tebessüm vardı.
Birlikte yemek masasına geçtiklerinde, arka fonda çalan şarkı oldukça manidardı:
Daha gidecek çok yolumuz var…