Ruhumun özgürleşen yanında gizliydi belki de bundan sonrasında yazacağım hikâyem.
Benim dünyam, başkasına kafesti belki.
Belki, bir başkasının hayali…
Bilmedim hiç, sormadım çünkü.
Sorsam, bir fikri olacaktı herkesin.
Bazıları dinleyecek, bazıları anlayacak ve birçoğu yargılayacaktı, kim bilir?
Oysa hiç duyasım yoktu başka sesleri.
Ruhum, kendi sesimin melodisine o kadar odaklanmıştı ki,
o ahenk bozulsun istemedim.
Günün birinde, bir şeyler yolunda gitmediğinde
y ine kendi sesimle yolculuk etmek istememin elbette vardı etkisi.
Çünkü bildim bileli, mutluluğu kendi içine gizleyen biriydim.
İnsan en çok kendini tanırdı ve madem her şey zıttıyla kaimdi,
İnsan, en çok kendine yabancıydı…
Bu, benim kendimi tanıma yolculuğumdu.
Belki de artık dönüşmeliydim.
Başıyla sonuyla bana ait olmalıydım.
Bundan mütevellit, yola çıktım.
Heybem boş denecek kadar hafifti.
Yalan yok, hep öyle olacak diye düşündüğüm anlar çok oldu.
“Hep sonradan,” diyor ya şair. *
İşte oralar, dönüşmenin ilk adımıymış.
Tecrübe ettim…
Yürüdüğüm yolların düz oluşuna aldandım elbette.
İnsan düz yolda da dizlerini kanatırmış, öğrendim…
Bir sohbet esnasında duymuştum bir arkadaşımdan:
“Yalnız yaşamaya alış ama yalnızlığa sakın!” demişti üzerine basa basa.
Ne demek istediğini de sonradan anladım.
Galiba biraz geç anlıyorum ama önemli olan anlamak, diyerek devam ettim yürümeye…
“Kadın kadının ilacıdır,” sözüne çok inanırım,
“Kadın kadının düşmanıdır,” lafını da anladım.
Aldırmamayı öğrendim.
Benim kahkahama inat esen rüzgârı kabul ettiğim gibi,
gözyaşlarıma rağmen açan güneşi de kabullendim.
Yaşamak tam olarak böyle bir şeydi işte.
Bize rağmen akan zamana eşlik etmek,
ona direnmeden, akışta kalarak yaşamak daha az yorucuydu.
Hem hayat, istediğimiz her şey için bir bedel ödetmiyor muydu zaten!
Kendi kararlarını alabilmenin de bir bedeli olacaktı elbette.
Akşam eve geldiğinde yemek yapmama özgürlüğünün,
istediğin filmi istediğin zamanda izlemenin,
çamaşırı biriktirmenin ve bulaşıkları tezgâhta bırakmanın bir bedeli mutlaka olacaktı.
Ödedim…
Hatta sanırım hâlâ ödüyorum.
Ve artık biliyorum ki bu yolculukta yalnız değilim.
Benimle aynı şeyleri hatta daha da kötülerini yaşayan arkadaşlarım var; henüz tanışmıyor olsak da.
Evet, başkalarının acısından güç bulmayı da ekledim heybeme.
Eskisi kadar hafif değil belki taşıdıklarım.
Ama eskisi kadar da yorucu değil taşımak.
Bir yerde, sanırım kırılıyor her şey.
İnsan kendi gelişimine şahit oldukça,
sahip olduklarına daha sıkı sarılıyor.
Kendini, duygularını daha iyi tanımaya başlıyor.
Kişisel gelişimini ve dönüşümünü tamamlıyor.
Her gününe yazdığı hikâyeyi, her anına atfediyor artık.
Çünkü her haliyle önce kendisi yüzleşiyor ve bir sonraki doğacak güneşi görememe ihtimalini düşününce,
daha çok yalnızlık ekliyor hayatına.
Her şeye ve herkese rağmen kendini tamamlıyor.
Günün sonunda içtiği kahvenin, beden yorgunluğuna değil ama zihin yorgunluğuna iyi geldiğini gördüğünden beri,
kimin ne dediği ya da ne düşündüğünü kapının ardında bırakıyor…Ruhumun özgürleşen yanında gizliydi artık bundan sonra yazacağım hikâyem.
Benim dünyam, bana nefesti; içime çektim…
Dizindeki Yara
