M.Ö. 21 Temmuz 356’da, Herastratus adlı bir Efesli, çılgın arzusuna engel olamayarak – yüzyıllarca unutulmak istense de – unutulmayacak bir eyleme imza attı. Herostratus şöhret istiyordu. Hangi yolla olduğu önemli değildi; kötü şöhretle bile olsa adını tarihe yazdırmak, isminin yıllarca anılmasına sebep olacak bir eylemde bulunmak istiyordu. Ve nihayet, antik dünyanın en ünlü ve en ihtişamlı yapılarından biri olan Artemis Tapınağı’nı ahşap tavanından tutuşturarak yakmayı başardı. Yangından sonra Herastratus yakalandı ve suçunu itiraf ettikten sonra idam edildi. Ölümünün ardından Efes halkı, onun adını anmayı yasaklayan “damnatio memoriae” kararını aldı. Anlamı, hafızanın lanetlenmesiydi. Böylece Herastratus, insanlığın bilinçaltının derinliklerinde sonsuz bir unutuluşa mahkûm edildi. Ama kader döngüsünün planları farklıydı.
Artemis’in toprakları, Ege ve İzmir günlerdir yanıyor. Rüzgârın etkisiyle söndürülemeyen yangınlar, farklı alanlara da sıçrayarak binlerce canlıya yuva olan, hepimizin can damarları olan ormanları şiddetle yakmaya devam ediyor. Aynı anda birçok yerde çıkan yangınlar, “Acaba kasıtlı mı çıkarılıyor?” şüphesini doğuruyor. Otoriteler, yangınların bir bölümünün elektrik hatlarındaki sorunlardan kaynaklandığını iddia ediyor. Öyle ya da böyle – ister kasıtlı ister ihmal sonucu olsun – zeytinlikler, doğal araziler, sahil kasabalarındaki ormanlar ve köyler; yani alevlere maruz kalan tüm yaşam alanları, söndürme çalışmalarına rağmen yanmaya devam ediyor. Yangından kaçmayı başaramayan yaşlı bir kişi ve söndürme çalışmalarında görevli bir operatör, alevlerin ortasında kalarak hayatını kaybetti.
Haberleri okurken düşünmeden edemiyorum: İnsanın doğaya karşı bu yakıcı ve yıkıcı tavrı nereden geliyor? Bu, sadece doğadan kopmuş, kendi doğal yaşam alanlarından uzaklaşmış olan insanoğlunun, doğayı küçümsemesi sonucu ortaya çıkan bir yıkım süreci mi? Kendi teknolojik ilerlemesinin sarhoşluğuna kapılmış ve doğadan kendini soyutlamış olan insanoğlunun bencilce kayıtsızlığı mı? Elektrik şirketlerinin ihmali ya da kasıtlı saldırılar olsun… doğayı bu kadar küçümsemek, insanın kendi özünden iyice kopuşunun bir sonucu mu?
Bu sorulara cevap bulmanın artık çok da önemli olmadığı bir noktadaymışım gibi hissediyorum. Ama gözle görünür olayların ardındaki daha derin dinamikleri düşünmeden de edemiyorum. Vardığım noktada kendime sorduğum en anlamlı soru şu:
Ormanları ya da doğal alanları yok etmek, insanın aslında içten içe kendini yok etmesi anlamına geliyorsa, insan neden yaşamı boyunca bu kadar çok kendine zarar verici, kendini yok edici davranışa yönelir?
Yakmak, yıkmak, yok etmek insan doğasında olduğunu inkâr edemeyeceğimiz dürtüler arasında yer alıyor. Peki ama gerçekten, bu kendine zarar verme dürtüsünün ardında bastırılmış bir görülme arzusu mu yatıyor? Binlerce yıl önce, görünür olmak için lanetlenmeyi bile göze alıp, bir tapınağı yakan adamla; ormanlarını korumaktan vazgeçen, doğal yaşam alanlarının önemini unutan ve aslında kendi sonunu hazırlayan insanoğlu, aynı zehirli kaynaktan mı besleniyor?
İnsanların sinir oldukları kişileri daha çok takip ettiklerini fark eden bir sosyal medya fenomeni, bu yolla ciddi bir servet kazandığını açıklamıştı.
“Benden nefret eden ya da bana öfkelenenler sayesinde daha çok etkileşim alıp, daha çok kişiye ulaşıyorum,” demişti. İki binden fazla yıl önce, Herastratus’un motivasyonu elbette para kazanmak değildi ama o da şöhretin yalnızca olumlu eylemlerden geçmediğini anlamıştı. Görünür olmak için anoreksiya hastalığına yakalanıp yok olana kadar kendini tüketen ve bu yolla etkileşim almaya devam eden idollerin dünyasında, görünür olmak için insanın gideceği en uç nokta nedir, gerçekten bilmiyorum. Ama bildiğim ya da sezdiğim tek şey şu:
İçimizdeki o karanlık gölgeleri, zaman zaman yaşadığımızgörünür olma ve bunun için her şeyi göze alma dürtülerini hafızamızdan lanetlemeye, unutmaya çalıştıkça, bu dürtüler kendini daha yıkıcı ve yakıcı yollardan ortaya çıkarmaya çalışacak.
İki bin yıldan fazla bir süre önce, Efes halkı “damnatio memoriae” yani hafızanın lanetlenmesi kararını oy birliğiyle alarak, içlerinden birinin hastalıklı ve yıkıcı olan saplantılı görünme arzusunu tarihe gömmek istedi. Ama bazı tarihçiler ondan bahsettiler ve bugün bile adı psikolojide bir terim olarak anılır. Herostratik şöhret, Herostratik sendrom ya da Herostratik motivasyon: Ne pahasına olursa olsun aranan takıntılı şöhreti, hastalıklı bir görünme ve onaylanma arzusunu tanımlar. Kader döngüsünün garip bir cilvesi olarak, insanlığın unutuluşla lanetlediği Herastratus, kendini psikolojik terimlerde bile hatırlatır. Tıpkı bastırdığımız duygu ve düşüncelerin, daha sağlıksız yollardan ifade bulması gibi. Kolektif bilinçte hatırlanması bile lanetlenen bir figür, kendini daha sağlıksız yollarla dışa vurur.
Öyleyse, bireysel ya da kolektif olarak iyileşme yolu, insanın ve insanlığın içinde yatan sevgi dolu, yaratıcı, nazik, sevecen doğayı kabul etmek kadar; yakıcı ve yıkıcı yanlarını da görmekten geçer. Karanlık tarafı görmek, ona teslim olmak değil; onu tanımak, onu kontrol edebilmektir. Tapınak ve orman yakanların karanlık doğasını insanlık hafızasında lanetleyip unutulmaya mahkûm etmek yerine, içimizdeki karanlık doğayı anlamaya çalışmak, içsel yangınlara teslim olmamak gerçek iyileşmenin yolunu açabilir.
Efsaneye göre tam da o gece, Büyük İskender dünyaya gelir. Artemis’in yokluğunun sebebi budur, denir. Böylece, tapınağın yanmasına engel olamamış ama yeni bir doğuma yardımcı olmuştur. Kader döngüsü, bizlere doğum ve ölümün, yıkım ve yaratımın bir arada olduğunu göstermek ister gibidir. Belki insanlığın içinde bulunduğu bu yıkıcı haller, cesaretle kendi iç karanlıklarıyla yüzleşebilen insanların varlığı sayesinde yeni bir doğuma dönüşebilir. Doğumların yardımcısı olarak tanınan doğa tanrıçası Artemis ile yıkım ve ölümle ilişkilendirilen Hindu tanrıçası Kali, Ege’de birleşip karanlığı aydınlığa taşımaya yardımcı olabilirler. Umarım yangınlar söndüğünde, karamsar bir acı yerine, yeniden doğuşun umudunu taşıyabiliriz. Unutmaya çalıştığımız karanlık, bizi yakmaya devam ederken yüzleştiğimiz karanlık ise doğuma yardım eder. Doğayla bağını koparmış, görünür olmak uğruna doyumu sosyal medya etkileşimlerinde arayan hâllerimizi fark edip, yeniden doğaya dönmek belki hâlâ mümkündür. Karanlık anne Kali’nin olduğu yerde, mutlaka doğuma yardım etmek için bekleyen bir Artemis vardır. Çünkü her yıkım, yeterince cesaretle bakıldığında, bir doğumun eşiği olabilir.