Wednesday, April 9, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Mukadderat: Elâlem ne der? İkinci bahar var mı?

“Aslında insanın canını en çok acıtan şey hayal kırıklıkları değil, yaşanması mümkünken yaşayamadığı mutluluklardır,” der Dostoyevski. Peki sen hayatı sade, basit ve düz bir şekilde yaşamak isteseydin nasıl yaşardın? Bu soru kafamı kurcalarken, uzun reklam kuşağı yerini filmin jeneriğine bıraktı. “Mukadderat” yazısı büyük puntolarla belirdi perdede. Henüz film başlamadığından çabucak anlamına baktım Google’dan. Arapça kökenli bir kelime olduğunu ve kader, kısmet, gelecek gibi anlamlara geldiğini okuyup, kapattım telefonumu. Keyifli bir film izlemenin hayaliyle koltuğuma iyice yerleştim.

Kastamonu’nun Cide ilçesindeydim… Cide’nin dar sokakları, taş evleri, mütevazi hayat tarzı ve nostaljik atmosferi hemen beni içine aldı. Aldı almasına ama daha açılış sahnesinde yaşanılan dram yüzüme adeta bir tokat gibi çarptı: Ölüm, cenaze!

Eşini kaybetme duygusu sahi nasıl yaşanırdı günlük hayatlarımızda? Kadınlık hallerinin zorlu yanlarından biri de buydu: Hayat arkadaşını kaybetmek, onun yokluğuna kısa sürede alışmak ve hayatına -hiçbir şey olmamışçasına- kaldığın yerden devam etmek. Nur Sürer’in Sultan anne karakterini başarıyla canlandırdığı bu rolde en iyi oyuncu ödülünü almış olmasına, hatta filmin Boğaziçi ve Antalya Film Festivallerinde en iyi film seçilmesine şaşırmıyorsunuz.

Bir kadın daha kocasını toprağa verdiği günün akşamında kendini nasıl yapayalnız hisseder? Film, gerçekten bunu sorgulatıyor bize. Senelerini birlikte geçiren insanlar, artık birbirlerinin hayatında hiç olmayacakları gerçeğini fark edince, yalnızlık korkusuna kapılıyorlar. Bir yas süresi içine giriyorlar. Bu yas süresinin belli bir zamanı olmalı mı yoksa kişiye, kişinin içinde bulunduğu ihtiyaç durumuna göre değişebilir mi? Sultan’ın yalnızlığına hemen bir eşlik araması, çoluk çocuk cenaze evinde olsalar bile, bize kalabalık içinde yalnızlığı sorgulatıyor. Yeni yaşam tarzını eline alma isteği hatta kadın olarak var olma mücadelesi göz dolduruyor…

İlginç olan bir başka nokta ise karısı ölen erkek yaşı ne olursa olsun, bakım ve ihtiyaçlarının karşılanması için çevreleri ve çocukları tarafından desteklenip hemen evlendirilirken, kocası ölen kadınlar için çifte standart uygulanıp, “Elâlem ne der,” lafının arkasına sığınılması. Sultan’ın bu kendi olma çabaları, özellikle bankacı kızı Reyhan (Aslı Gürbüz), aynı kasabada kahvehane işleten oğlu Nevzat (Osman Sonant) tarafından destek bulmuyor. Kasaba halkı ise çocukları annelerine karşı doldurmaya çalışıyor.

Mevlâna der ki, “Sen yola çık, yol sana görünür.” Sultan da hayata tutundukça, çocuklarından görmediği desteği ona inanan, güvenen başka kadınlardan buluyor. Aslında hayatta ihtiyaç duyduğumuz dostun ta kendisi oluyor bu bizi çevreleyen kadınlar. Erkeklerin aksine, konuşup dertleştiğin, belki sorunları çözmediğin ama anlatarak, anlaşılarak rahatladığın yerler oluyor o dost sohbetleri. İkinci bahar kavramı da böyle bir dostluk sonucu giriyor Sultan’ın hayatına. Hayattaki yalnızlığın çözümünün bir koca olmadığını anladığında, hayatının “İkinci Baharı” başlıyor.

Aslında nedir ikinci bahar? Yapmayı hep istediğin şeyleri veya yapmayı en iyi bildiğin şeyleri özgürce yapmak. Düşünsenize şu an böyle bir yol ayrımında olsanız, en iyi yaptığınız, kendinizi yeterli hissettiğiniz o alan ne olurdu? Sultan da Cide gibi şirin bir ilçede, bir kadın olarak bunun arayışını sürdürüyor. Dedikodulara, vazgeçirmelere aldırmadan, yoluna çıkan yeni insanlar onu geliştirip, besliyor. Bize hayattan ne isteyeceğini, nasıl isteyeceğini gösteren insanlar olmalı hep çevremizde dedirtiyor.

Bir kadının tek çözüm sandığı evlenmek düşüncesinden sıyrılıp, kendine yeni bir yol çizme cesareti gösteren Sultan, semt pazarlarında, “Bir kadın olarak yapamazsın,” dedikleri her şeyi yapmaya başlıyor. Sultan’ın yaptığı işe gösterdiği özen, kararlılığı, rakiplerini de onunla aynı çizgide olmaya itiyor. Böylece herkes kazanıyor. Onun “Biz istersek dünya yerinden oynar,” mottosu, çocuklarından kasaba halkına kadar herkese yavaş yavaş yansıyor. Hiçbir şey onu durduramıyor. Annenin bu net duruşu, ona karşı duran abi ve kız kardeşin miras konusunda uzlaşmalarına, aile içinde yükselen seslerin durulmasına, Sultan’a karşı anne saygısının tekrar oluşmasına katkı sağlıyor.

Başarmanın getirdiği özgüvenle, Sultan’ın karşısına yeni fırsatlar çıkması, girişimci ruhunu da ister istemez tetikliyor. Filmi izlerken, onun her başarısını sanki kendi başarınmış gibi duyumsuyorsun. Hani bazı durumlar vardır, ihtiyaç durumunda ortaya çıkarlar. İşte, Sultan’ın daha dün yalnızlıktan korkup, koca aramasıyla başlayan süreç, onu başka işler açmasına, çalışmayıp evde oturan kadınlara da iş olanağı yaratmasına kadar götürüyor. Para kazanmak, aile bütçesine katkı sağlamak tatlı geliyor tüm kadınlara. Güvenleri oluşuyor. İş büyüdükçe, kadın gücüne ihtiyaç da artıyor. Ve kadınların kendi kimliklerini kazanmalarına tanık oluyoruz…

Kadın dayanışması ve toplumsal normlara karşı bireysel mücadele temalarını işleyen bu film hem düşünsel hem de duygusal bir deneyim keyfi sunuyor. Filmin, emekçi kadınlara adanmış bir yapım olması dikkat çekici. Kadın hikayelerinin başarılı erkek yönetmeni olarak bilinen Nadim Güç de son sahnede tek tek emekçi kadınlara yer vererek izleyiciye sürpriz yapıyor.

Filmin eleştirilerini incelerken, Mutlu Hesapçı’nın filmin senaristi, yönetmeni ve iki oyuncusu ile yaptığı röportajına denk geldim. Şöyle diyordu: “Mukadderat” erkeklerin eşlik ettiği gerçek bir kadın filmi. Ruhu yaşlanmayan ve kendi hayatına sahip çıkan, yaşamak isteyen kadınların…

Filmin yönetmeni Nadim Güç’ün şu sözleri ise oldukça çarpıcı:

“Ben hep anneci bir adamım. Ve hep o taraflardan yürüdüm. Zaten bu ülkede kadınlarla ilgili derdi bakıp da görmemek mümkün değil. Her şey çok erkek. Anlatılan, yazılan, çizilen şeyler erkek. Şirketler erkek. Bütün sektörümüz erkek. Bu beni biraz rahatsız ediyor. Hâlâ çok erkek var. Bu kadar şeyin içinde bir kadını anlatmak, onun içinde ne hissettiğini bilmek daha incelikli geliyor bana.”

Nadim, bu projede senarist Erdi Işık’a inandığı için yer almış. Erdi, Cideliymiş. İçinde annesi, babası, eniştesi, dayısı olan tüm ailesinin var olduğu kendi hikayesini anlatmış; bu gerçek karakterlerden ilham almış. Ve Nur Sürer’i düşünerek de bu senaryoyu yazmış. İkilinin yolları bu detaylarla kesişince, ortaya çok başarılı bir film çıkmış. Film, ilk gösterim sonunda seyirci tarafından on dakika ayakta alkışlanmış. Nadim, ödülü alacaksa Sultan anneyi oynayan Nur Sürer ve erkek evlat olduğu için ailesinde tutulan Nevzat rolünü oynayan Osman Sonant’ın almasını dilemiş. Çünkü ikilinin bu filmin içinde büyüdüklerini görmüş. Dileği gerçekleşmiş. En iyi oyuncu ödülü Nur Sürer’e verilirken, Osman Sonant da en iyi yardımcı oyuncu ödülünü almış. Osman Sonant bu role hazırlanırken, Cide’de bir kahveye gidip oturmuş, konuşmalarını dinlemiş, hareketlerini izlemiş, giyim kuşamlarını incelemiş kahvedeki insanların. O kadar içine sindirmiş ki bu gözlemi, sonuç ona ödül getirmiş.

Nadim diyor ki; “Biz bir hikâye anlattık, bunu önce seyirciye anlattık.” Seyirci sevdi, benimsedi. İçinde kadının olduğu hikayeler çekmek istediği için sevgili Nadim Güç’e kocaman bir alkış. Elâlem ne der kaygısıyla yaşamı kaçıranlar için izlenmesi gerekli!

Ayda İmer
Ayda İmer
Yeditepe Üniversitesi Hazırlık Okulunda İngilizce Öğretim Görevlisi.Yıldızlar Dökülür Gecelerimden, Çiçek Açan Öyküler, Her Sonbahar Gelişinde ve Görülmemiştir kollektif kitaplarının yazarlarından biridir.

POPÜLER YAZILAR