Çarşamba, Haziran 4, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Bir Kadının Şiirle Direnişi: Füruğ Ferruhzad

… ve bu dünya yılan yuvasına benziyor.
Ve bu dünya öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki,
Seni öpüyorken, kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar
.

İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına, F. Ferruhzad

1934 yılının Tahran’ı… Henüz İslam Devrimi’ni görmemiş ancak Rıza Şah’ın modernleşme politikalarının yarattığı toplumsal gerilimlerle sarsılan şehir. Batının takım elbisesiyle Şii geleneğinin çarşafı arasında bocalayan bir halk… Bu dönem, Ferruhzad’ı anlamak açısından oldukça kritik. Bir yanda Rıza Şah’ın Batılılaşma hamleleri ve toplumu dönüştürme çabası, diğer yanda kökleri çok derinlere uzanan gelenek dayatmaları ile bunların doğurduğu ağır baskılar altında kıvranan İranlılar. İşte tam bu dengede, Ferruhzad ailesinin evinde bir kız çocuğu doğar: Füruğ.

Bu doğum sadece bir kız çocuğunun dünyaya gelişi değil, İran’ın suskun kadın coğrafyasında yankılanacak bir sesin habercisiydi.

Otoriter, doğudan kopmadan batıyı hazmetmeye çalışan bir subay babayla; erkeklerin kadınlardan ne isteyeceğine yine erkeklerin karar vereceğine koşulsuzca inanan, muhafazakâr kalıpları sorgusuz şekilde benimsemiş bir annenin kızıydı Füruğ. Bu iki uç arasında sıkışan İran’a, yıllar sonra ayna tutacak olan da oydu.

Kız Lisesi’nden ayrılarak girdiği teknik okulda, dönemin önde gelen kadın ressamlarıyla ve entelektüellerle tanışma, farklı bir sanat çevresine adım atma imkânı buldu. Bu çevre, onun sadece estetik değil, düşünsel olarak da dönüşüm geçirmesine alan açtı.

Rıza Şah’ın reformları, kadınlara eğitimin kapılarını aralamıştı aralamasına; ama toplumsal yapı, geleneklerin ağır yükünü hâlâ onların omuzlarına yüklüyor, özgürlüklerini görünürde kabul ederken, gerçekte onları dar kalıplara hapsediyordu. Kadınların çalışmaları mümkündü ama belirli sınırların ötesine taşmadıkları sürece; fikir üretmeleri hoş karşılanıyordu ama “fazla” düşündüklerinde tehlikeli sayılıyorlardı. Füruğ işte böyle; toplumun özgürlük vaadiyle biat baskısı arasında büyüdü.

O yıllarda İran’da, kadının düşünmesi cesaret istiyor, yazması ise neredeyse bir başkaldırı sayılıyordu. Füruğ’un daha küçücük yaşlarda kitaplara sığınması, altı, yedi yaşlarında şiir yazmaya başlaması, kelimelerle kendi alanını inşa etmesi yalnızca edebi bir yatkınlık değil, kendini anlatma çabasının tezahürüydü. Evdeki kısıtlamalar, kız lisesinde verilen tek tip eğitim ve sokaktaki erkek egemenliği onu boğarken, şiirle nefes alıyordu. Kız Lisesinden ayrılıp resim eğitimi almak üzere gittiği teknik okulda, dönemin kadın ressamlarından ve birçok sanatçıdan eğitim alma imkânı buldu.

Henüz on altı yaşındayken kendisinden on beş yaş büyük olan uzaktan akrabaları Perviz Şapur ile evlenmek istediğinde, aşkın yanında belki de özgürleşme arayışını, sanatın içerisinde bir insan olan Şapur’dan destek görme ihtimali gibi motivasyonları da konuşmak mümkün olabilir. Diğer yandan; bir türlü yakın ilişki kuramadığı babasının bir de başka bir kadın için evi terk etmesi, neredeyse iki katı yaşında bir erkekle evlenmek istemesini anlaşılır kılabilir. Zira, Şapur ile evlenme kararı, babasının ikinci evliliğini yapmasından sadece bir yıl sonra gerçekleşmişti. Perviz Şapur sanatçı kişiliğiyle, genç kızın ihtiyaç duyduğu yakın ilgiyi verebilir, babasının karşı çıktığı edebiyat çalışmalarına destek olabilirdi. Ancak işler, Füruğ’un özlemini duyduğu gibi gelişmeyecekti.

İlk zamanlar yazma konusunda eşinden gördüğü destek, 1952 yılında yayımlanan ilk şiir kitabı “Tutsak (Esîr)” ile son buldu. Kitapta yer alan “Günah (Sin)” isimli şiir basında yer alınca deyim yerindeyse kızılca kıyamet koptu.

GÜNAH

Günah işledim hazla dolu bir günah
Titreyen, mest bir bedenin yanında
Ey Tanrım ne yaptım bilmiyorum ben
O sessiz ve karanlık inzivada
O sessiz ve karanlık inzivada
Baktım sırlarla dolu gözlerine
Yalvaran gözlerindeki arzulardan
Kalbim takatsiz kaldı göğsümde
O sessiz ve karanlık inzivada
Perişan, yanında oturdum
Arzu döktü dudakları dudaklarıma
Divane gönlümün sıkıntısından kurtuldum
Aşk masalı mırıldandım kulağına:
Seni istiyorum ben ey sevgili
Seni istiyorum ey koynu can bahşeden
Ey divanem, ey âşığım seni
Arzu alevlendi gözlerinde
Kırmızı şarap raksetti kadehte
Tenim o yumuşacık yatakta
Kendinden geçerek titredi onun göğsünde
Günah işledim hazla dolu bir günah
Sıcak, ateşli bir kucakta
Günah işledim demirden
Ateşli, öç peşinde kollar arasında.

İlk kitabının yayınlandığı yıl, oğlu Kâmyâr’ı kucağına alan Füruğ, zamanının çoğunu bebeğine ayırmasına rağmen, şiirlerini de ara vermeden yazmaya devam ediyordu. Bu arada, artan şöhreti nedeniyle sık sık röportaj tekliflerinin gelmesi, kendisi de ünlü bir edebiyatçı olan kocasını rahatsız etmeye başlamıştı. Füruğ’un annesinin ifadesiyle; Perviz eş olarak, yemek pişiren, çocuk bakan geleneksel bir kadın görmek istiyordu.  Çift arasında çıkan görüş ayrılıkları ve tartışmalar, 1955 yılında boşanmayı da beraberinde getirdi. Ferruhzad’ın hayatındaki en zorlayıcı sınav olarak nitelendirmenin abartılı bir ifade olmayacağı olay bu boşanma ile gerçekleşti. İran yasaları gereği velayeti babasına verilen oğlu Kâmyâr’dan koparılmak Ferruhzad’ın ruhunda buhrana varan bir yara açtı. Sık aralıklarla olmasa da oğlunu görmek için yaptığı girişimler, Şapur ailesinin engellemeleriyle başarısız oldu. Birkaç intihar girişimi, ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde gördüğü tedavi ardından baba evine dönen Füruğ burada da huzuru bulamadı. Evliliğinin bitmesinden onu sorumlu tutan babasıyla yaşadığı çatışmalar dayanılmaz bir hâl alınca evden ayrılıp Tahran’da tek göz odada, yoksulluk içerisinde yaşamak zorunda kaldı. O günlerde babasına yazdığı bir mektup, genç kadının bir başına verdiği varoluş mücadelesini açıkça gözler önüne seriyordu:

“En büyük acım, beni hiç tanımamış ve tanımak istememiş olman. Belki de beni hala aptalca fikirleri olan sersem bir kadın olarak görüyorsundur. Keşke ben de öyle olsaydım; o zaman şanslı olabilirdim. Hayatının geri kalanında düşük rütbeli bir devlet memuru olarak kalmak isteyen, sorumluluk ve risk almaktan korkan bir kocayla küçük bir evde yaşamaktan dolayı mutlu olabilirdim. Şık giysiler giymekten, partilere gitmekten, komşularla sohbet etmekten, kaynanamla kavga etmekten ve kısacası yapılabilecek her ucuz ve önemsiz aktiviteden memnun olmak beni de mutlu etmeye yeterdi. Daha büyük ve daha güzel bir dünyadan habersiz, küçük kozamda bir larva gibi kıvranıp hayatımı öylece geçirebilirdim! Ama yapamam. Ben öyle yaşayamam.” (The Eternal Sunset, 108)

Maddi ve manevi baskı altında olmasına rağmen küllerinden doğmayı başaran Füruğ, 1956 yılında, eski eşi Perviz Şapur’a ithaf ettiği ikinci şiir kitabı Duvar’ı (Dîvâr) çıkardı. Hakkında çıkan ve sonu gelmeyen eleştirilerden uzaklaşmak için İtalya’ya gittiğinde sanat hayatında yeni pencereler açmaya adım attı. Yedi ay kaldığı ülkede film setlerinde, figüranlıktan dublaja kadar çeşitli işlerde yer aldı.

İran’a döndükten kısa bir süre sonra Almanya’da yaşayan ağabeyi Emir Mesud’un davetiyle onun yanına gitti. Orada kaldığı süre boyunca Almanca öğrendi, Alman şairlerin şiir seçkilerinden oluşan bir çeviri hazırlamaya başladı. “Bir Gün Öleceğim (Marg-e Man Ruzi)” adıyla başladığı ancak tamamlayamadığı bu kitap, genç şairin ölümünden bir süre sonra ağabeyi tarafından derlenerek “Bir Hatıra (Yek Hâtere)” adıyla yayımlandı.

1958 yılında çıkardığı üçüncü şiir kitabı “İsyan (İsyân)”dan hemen sonra, hayatının yeni bir dönüm noktasına geldiğinden habersiz, dönemin ünlü film yapımcısı İbrahim Gülistan’ın ofisinde çalışmaya başladı. Asistan olarak başladığı Gülistan Film’de yeteneğiyle dikkat çeken Füruğ kısa süre içerisinde editör olarak görevlendirildi. Film projelerinde yer alması için eğitim görmek üzere İbrahim Gülistan tarafından gönderildiği İngiltere’de iki ay kaldıktan sonra döndüğünde bir belgesel yapımında editör olarak görev aldı. Gülistan’ın çektiği yapımlarda yardımcı olarak bulunmasıyla deneyimini geliştiren Ferruhzad için artık kendi projesini gerçekleştirme zamanı gelmişti. Cüzzam hastalarını konu alan ve yönetmenliğini yaptığı 1962 yapımı “Kara Ev (Khaneh Siah Ast)” belgeseliyle İtalya ve Almanya film festivallerinde ödül kazandı.

Tam burada, Füruğ’un içinde yarım kalan annelik duygusu için bir parantez açmak gerekiyor. Kara Ev belgeselinin çekimi için cüzzam hastalarını gözlemlemek üzere gittiği Bababaghi Köyü’ndeki ​​cüzzam hastanesinde, hasta anne ve babasının yanında kalan Hossein isimli küçük çocuğu evlat edindi. Henüz bebekken kendisinden alınan ve görmesi engellenen oğlu Kâmyâr’ın özlemini dindirmese de Hossein’i de kendi evladı gibi bağrına bastı.

Bu süreçte Füruğ ile Gülistan yakınlaşmış, ilişkileri farklı bir boyuta evrilmişti. Ünlü yapımcının evli olmasının da etkisiyle, bu konu üzerinde konuşmamalarına, açıkça kabul etmemelerine rağmen, basında onların beraberliği filtrelenmeden dile getiriliyordu. Yıllar sonra Gülistan’ın oğlu Kame, babasıyla Füruğ arasındaki ilişki için, bir röportajda şunları söyledi:

“Onların ilişkisi sade bir aşktan ibaretti. Yaratıcılıkla birleşen iki kişinin yolu ve kalbi herkesin anlamayacğı türden bir bağ ile yakınlaşmıştı. Gizli, saklı veya ailemiz tarafından ayıplanan bir şey de yoktu. Annem de biliyordu ve hatta Füruğ bizim evimize de gelip gidiyordu. Yaratıcı iki ruh birbirine bağlanmıştı, kimseye bir zararları yoktu. Doğrusunu söylemek gerekirse kimseyi ilgilendiren bir durum da yoktu. Onların ilişkisini kirleten tek şey dış dünyaydı.”

1960’lı yılların başında uzun bir süre Avrupa’da kalan çift, İran’a döndükten sonra, Füruğ yaşarken gördüğü son kitabını çıkardı. 1964 yılında yayımlanan “Bir Başka Doğuş (Tavalodi Digar) Füruğ’un şiir kariyerinde zirve olarak gördüğü bir kitaptı. Oysa yayınlanmamış şiirlerinin toplandığı ve ölümünden sonra 1974’te yayınlanan “Iman Biavarim be Aghaz-e Fasl-e Sard (Soğuk Mevsimin Geleceğine İnanalım)” isimli kitabı en çok okunan eseri olmuştu.  

Rüzgâr Bizi Götürecek

Benim küçük gecemde 
Rüzgâr ağaçların yaprağına son kez süre tanıyor 
Benim küçük gecemde viran olmanın korkusu var

Kulak ver 
Karanlığın esintisini duyuyor musun? 
Ben garipçe şu talihime bakıyorum, ümitsizliğe alıştım

Kulak ver 
Karanlığın esintisini duyuyor musun?

Gecede, şu an bir şey geçiyor 
Ay kızıl ve karmaşık 
Ve her an düşme korkusu yaşanan bu damda 
Bulutlar yaslı kalabalıklar gibi 
Sanki yağmurun yağacağı anı bekliyor

Bir tek an 
Ondan sonra hiç 
Bu pencerenin arkasında gece titriyor 
Ve yeryüzü 
Geri kalıyor dönüşünden 
Bu pencerenin arkasında bir bilinmeyen 
Beni ve seni bekliyor

Ey baştan ayağa yeşil olan sen 
Ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim aşık ellerime bırak 
Ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim aşık 
dudaklarımın okşayışlarına teslim et

Rüzgâr bizi kendisiyle götürecek 
Rüzgâr bizi kendisiyle götürecek

Genç şairin hazin sonuna geçmeden önce biraz da şiirlerinden ve etkilerinden bahsetmek yerinde olur. Toplumda konuşulmayan ne varsa, onun şiirlerinde can bulmuştur: kadın bedeni, arzular, yalnızlık, patriyarkal düzenin ikiyüzlülüğü… Erkek egemen bir toplumda kadınlara biçilen görünmezlik, onun şiirlerinde doğuştan bir kader değil, sorgulanacak bir kalıp olarak ele alınır. Bu cesur sorgulamayı edebiyat yoluyla yapmaya kendini adayan şairin dizeleri; kadını, anne ya da eş gibi tek boyutlu rollerden çıkarıp arzuları, çelişkileri, korkuları ve isyanlarıyla bir bütün olarak; yani gerçek bir birey olarak sunar. İran edebiyatında bu derece sansürsüz ve doğrudan kadın anlatımı ondan önce rastlanmayan bir durumdur ve bu yalnızca tercih değil, aynı zamanda varoluşsal bir direniştir. Onun sanatçı duruşunu benzersiz kılan da budur.

Ferruhzad için özgürlük yalnızca dış zincirleri kırmak değil, aynı zamanda o zincirlerin ruhumuza nasıl işlendiğini anlatmak, onlarla mücadele etmektir. Dili yalnızca anlatmak için değil, algıları değiştirmek, yerleşik kalıpları sarsmak için kullanmıştır. Kelimeleri adeta birer kıvılcım gibi; dokunduğu yeri yakar.

Şiirlerinde kendi kimliğini arayan kadın figürü, toplumun dışlayıcı normlarına karşı açık bir meydan okuma ortaya koymakta, bu tavır feminist bakışta da karşılığını bulmakta, eserlerine toplumsal bir boyut kazandırmaktadır. Feminizmin ilgi alanı olan bireysel özgürlük, beden özgürlüğü, baskılara boyun eğmeyen direnişçi duruş Füruğ’un şiirlerinde belirgin şekilde öne çıkmaktadır. Bir kadın olarak, eserlerinde ortaya koyduğu önermeler, feminist ilkeler ile paralellik göstermekte, şair kimliğinin yanı sıra, onu toplumsal değişim talebinin önemli bir sembolü haline getirmektedir.

Senden Sonra

Ey yedi yaş!
Ey şaşırtıcı yaşı yola çıkmanın!
Ne çok zaman geçti senden sonra
Çılgınlık ve bilgisizliklerle dolu!
Bizimle o kuş arasında, senden sonra.
Bizimle sabah esintisi arasında
Bir bağlantı olan o diri o aydınlık pencere
Kırıldı
Kırıldı
Kırıldı

Senden sonra o topraktan yapılmış
O bir tek sözcük söyleyen bebek,
bir tek sözcük: Su, su, su
Boğuldu suda
Sesini öldürdük biz senden sonra ağustos böceklerinin
Ve bağladık yüreğimizi
Alfabeden yükselen zil seslerine
Siren seslerine silah fabrikalarının

Senden sonra masaların altından
Oyun yerimiz olan masaların altından
Masaların arkasına geçtik
Arkasından masaların
Masaların üstüne
Ve oynadık masaların üstünde
Ve yitirdik, senin rengini yitirdik ey yedi yaş!
Birbirimize ihanet ettik senden sonra
Ve sildik tüm anıları
Kurşun parçaları ve akan kanın damlalarıyla
Sokakların alçı duvarlarından

Alanlara doluştuk senden sonra
Ve haykırdık:
Yaşasın!
Kahrolsun!

Alanın kargaşasında kurnazca
Kentimize sızmış ve şarkılar söyleyen bozuk paraları
Alkışladık
Senden sonra yargıladık aşkı

Birbirimizin katili olan bizler
Merak içindeydi yüreklerimiz
Ceplerimizde
Bizse pay almak için aşktan, yargılamaya başladık

Senden sonra mezarlıklara adandık
Büyükannenin çarşafı altında soluyup duruyordu ölüm
Bir yanında dirilerin kederli dallarına
Adaklar bağladığı
öbür yanında
Ölülerin fosforlu köklerini tırmaladığı
O ulu ağaç: Ölüm
Ve o kutsal parmaklığın üstünde oturuyordu ölüm
Köşelerinde
Dört mavi lalenin yandığı
Rüzgârın sesi geliyor
Sesi geliyor rüzgârın ey yedi yaş!

Kalktım ve bir bardak su içtim
Ve hatırladım birden korkusunu
Genç tarlalarının çekirgelerden

Ne ödemeliyiz?
Ne kadar ödemeliyiz daha
Büyüsün diye bu beton kutu
Ne ödeyeceğiz?
Gerekeni
Yitirmek için yitirmişiz çoktan
Işıksız yola koyulmuş olan biz
Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep
Çocuksu anılarında bir toprak damın
Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan.

Daha ne ödemeliyiz?

1934 yılının aralık ayında başlayan kısacık yaşamıyla edebiyat tarihine güçlü bir iz bırakan Füruğ, 1967 yılının 13 Şubat günü, kendi kullandığı aracıyla kaza yaparak yaşama veda etti.

Stüdyodan eve gelip yemeğini yedikten sonra tekrar yola çıktığında, okul servisiyle karşı karşıya kalıp içinde çocuklar olan araca çarpmamak için direksiyonu kırınca, yol kenarına fırlayarak aldığı darbeyle komaya girdi. Hastanedeki ikinci gününde vefat etti.

Ölümün bile vicdanlarını yumuşatamadığı mollalar cenaze namazı kıldırmayı reddedince iki gün bekleyen cenazesi, üçüncü gün, yazar Mehrdad Samadi tarafından namazı kıldırılarak kaldırıldı. Farah Diba ve Şah Rıza’nın emriyle Zahîru’d Dovle mezarlığına defnedildi.

Otuz üç yıllık yaşamında verdiği eserler edebiyat dünyasına, İran başta olmak üzere kadınları koynuna hapseden, eksik gören coğrafyalara ilham verdi.

Onun mirası, zaman ve mekânın ötesine geçen bir değere sahiptir. Dizeleri, kendi sesini bulmaya çalışan, dayatılan sınırları sorgulayan ve özgürleşme arzusu duyan herkes için bir kılavuz gibidir. Çünkü özgürlük, tıpkı onun söylediği gibi, önce kendi içimizde başlar.

Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla

Kim vurduya gitti aşkımız
Faili meçhul değilse nefsi müdafaadır…
Ellerimizdeki kelepçenin anahtarı sende
Kavgamızın tek seyircisi bu şehir
Tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır
Söyle sevgilim sen söyle
Akan kanımızın hesabını kime soracağız?
Kim toplayacak gözyaşlarımızı
Kim koyacak sevgiyi içimize
Gittik gittik gittik
Acılara gittik
Keşkelere gittik
Ben sana sen bana gittik
Sonra öğrendik ki dünya yuvarlak, kaldık
Sen bağıra bağıra ağlardın ben susardım
Sen duvarları yumruklardın
duvarlarında ellerinin izleri kan içinde
Ben içime içime oyardım kendimi
Sen çimenlere yatıp uyuyakalırdın
Ben banklara tünemiş uykusuz
Sen ot içerdin duman kusardın geceye
Ben tek sigaralık ciğerimle öksürüklerde
Sen aşka inanmazdın sen inanmazdın
Ben maviye inanırdım
Boynumdaki yorgun damarların mavisine
Beyaz dalgaları omuzlayan deniz mavisine
Denizin bittiği yerde başlayan
göğün mavisine inanırdım
Bir de ensemdeki dövmeye inanırdım
Kuş Ölür Sen Uçuşu Hatırla

Bu yazının hazırlanmasında ihtiyaç duyduğum bilgi teyitlerini sağlama konusunda destek veren sevgili Sina Ghasemi’ye içten teşekkürlerimle.

Yücel Cüre
Yücel Cüre
Otuz beş yıl bilişim sektöründe klavyeyle haşır neşir oldu, ama mesaisi sadece işle sınırlı kalmadı. Editörlük, yazar koçluğu ve eğitmenliğin yanı sıra, kurucusu olduğu "Çünkü Kadınız Kolektifi" çatısı altında sosyal sorumluluk projeleri yürütüyor. Kelimelerin hayatı dönüştürme gücüne inanıyor ve bu sihrin peşini bırakmaya hiç niyeti yok.

POPÜLER YAZILAR