Maria ve Eleni’nin karşılaşmasının üstünden bir hafta geçmiş ve Maria sözleştikleri o ilk Pazar günü kiliseye heyecanla gitmişti. İçeride gözleri heyecanla Eleni’yi aramıştı ama yoktu. Yaşlı kadın ayin sonrası bahçede bir süre beklemeye karar vermişti. Etrafına baktı tekrar, cemaat yavaş yavaş dağılıyordu. Bahçeye çıkıp geçen hafta birlikte oturdukları ağacın gölgesine sığındı yeniden. Kime sormalıydı? Burada pek kimseyi tanımıyordu, kısa süreliğine eski bir ahbabını ziyarete gelmiş tesadüfen de Eleni ile karşılaşmıştı. “ Yıllardır burada yaşıyor, onu tanıyan birileri mutlaka vardır” diye geçirdi içinden. Eleni’nin izini sürmeye ne olursa olsun evini bulmaya karar vermişti. Bir süre daha bekledi, herkes gittikten sonra kilisenin temizliğini ve bakımını yapan görevli bahçeyi süpürmeye başlamıştı.
“Kolay gelsin oğlum, size bir şey sorabilir miyim?”
“Tabii teyze buyur.”
“Eleni adında birini arıyorum evladım. Buralara yakın oturuyor eski bir tanıdığımdır kendisi, Pazar ayininde geleceğim dedi sözleştik ama gelmedi.”
“Eleni… Bilemedim be teyzem.”
“Bir Türk’le evlidir kendisi, yıllardır burada yaşıyor.”
“Bir Türk’le…? Aaa tamam, Salim Bey’in gelini Eleni Hanım olmalı. Neden arıyorsun, bir sorun mu var yoksa?”
“Hayır, sorun yok, yıllar sonra karşılaştık, burada buluşacaktık ama gelmedi. Siz evlerini biliyor musunuz? Bana tarif edebilir misiniz?”
“Sahile doğru in teyzem a bak şu dar sokaktan, az ileride sol kolunun üzerinde büyük bahçenin içinde iki katlı bir ev var. Gösterişli güzel bir kapısı var. Hemen göze çarpar. Önünde de iğde ağacı var. Yakın sayılır.”
“Teşekkür ederim oğlum. Kolay gelsin size.”
Yaşlı kadın ağır adımlarla çıktı kilisenin bahçesinden. İçinde endişeyle karışık bir heyecan vardı. Eleni onun ziyaretinden memnun kalmazsa, ya eşi aksi bir adamsa, ya da böyle bir karşılaşma onların arasını bozarsa. Bunları düşünürken önce iğde ağacını ardından da özenerek yapılmış el oyması büyük ahşap kuş kabartmaları ile süslenmiş olan bahçe kapısını gördü. Maria kapının önünde durdu, anahtar deliği el işi kabartmaları olan bakır bir levha ile çevrelenmiş, biraz üstüne de demirden el şeklinde bir tokmak yerleştirilmişti kilise görevlisinin söylediklerine hak verdi. Derin bir nefes çekti içine, iğde kokusunun güzelliği sardı içini. Ama yetmedi sakinleşmesi için, mırıldanır gibi “demek bu evde yaşıyorsun yıllardır, bu kapıdan geçip kurdun yeni hayatını; aileni, ülkeni, mahalleni bu kapının ardında bıraktın demek. Umarım mutlusundur koritsaki mou” dedi.
Maria bir süre daha bahçe kapısının önünde bekledi. Kalbi kapıyı çalmasını Eleni diye seslenmesini söylüyordu. Bir taraftan da endişeleniyordu. “Mutlu olsaydı elbette anlardım, onun için telaşlanmazdım bile, ama yüzüne hüzünlü bir gölge çökmüştü, gözlerinin ışığı azalmıştı, benim bildiğim Eleni o güzel yüzünde tebessüm olmadan konuşmazdı. Şimdi dalgın, üzgün bir kadın olmuş. Ah Eleni ah.” Yaşlı kadın kapının önünde dalmış düşünürken arkadan bir kadın yanaşmıştı,
“Hoş geldiniz buyurun birine mi baktınız?”
Maria suçüstü yakalanmış gibi şaşkın şaşkın baktı sesin sahibine. Kendisiyle hemen hemen aynı yaşlarda ufak tefek bir kadındı bu. Pamuk gibi beyaz, ince dudaklı, mavi gözlü güzel bir kadın… Yaşadığı yılların ağırlığından omuzları biraz çökse de pes etmemişti. Bakımlıydı, üzerinde kısa kollu sade yazlık bir elbise vardı. Beyaz saçlarını özenle toplamış, altın zincir kolye ve küpeler takmıştı. Eline de işlemeli küçük bir cüzdan almıştı. Maria hızlıca toparladı kendini.
“Merhaba efendim, affedersiniz evet ben Eleni Hanım’a bakmıştım. Evi burası olacak bana öyle tarif ettiler.”
“Evet, doğrudur burası burası. Hoş geldiniz, ayakta kalmayın, buyurun içeri geçelim.”
Maria biraz çekinerek bahçeden içeri girdi. Büyük bir avluydu burası. Beyaz badanalı duvarlar, begonviller, zeytin ve kiraz ağaçlarının olduğu, bir kenarda beyaz örtü serili ahşap bacaklı masa ve onun çevresine yerleştirilmiş, üzerinde rengârenk kırlentler olan kanepe ile huzurlu şirin bir köşe oluşturulmuştu. Bahçenin başka bir köşesinde atölye vardı. Uzunca bir masa üzerinde marangozların kullandığı küçük el aletleri, arka rafta da oyularak yapılmış kuş heykelleri, küçük farklı ahşap figürler vardı. Maria başka bir dünyanın içinde olduğunu anladı. O çevreyi incelerken kendisini içeriye alan yaşlı kadın da onu inceliyordu.
“Buyurun şöyle geçin, bahçe serin olur bu saatlerde ağaç gölgesinde oturup ferahlayın ayakta kaldınız.”
“Çok teşekkür ederim. Rahatsızlık vermek istemem sizlere.”
“Estağfurullah ne rahatsızlığı. Buyurun lütfen. Eleni de birazdan gelir. Çarşıya gitmiştik beraber, ben sıcağa dayanamıyorum pek, önden kaçıp geldim. O da gelir şimdi. Size ne ikram edeyim. Ev yapımı limonatamız var, kahve de yapabilirim arzu ederseniz.”
“Lütfen hiç zahmet etmeyin.”
“Zahmet ne demek hanım efendiciğim, siz bana iki dakika müsaade edin ben hemen geliyorum.”
Maria sanki bilinmeyen beklenmedik bir yabancı gibi değil de günler öncesinden davet edilmiş hatırlı bir misafir gibi karşılanmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Belki de Eleni bu ziyaretin gerçekleşeceğini tahmin etmiş, ev halkına da eski komşusu yaşlı Maria’dan söz etmişti. Ya da sadece misafirperver bir kadınla karşılaşmıştı hepsi buydu. Dalgın dalgın ahşap oyuncaklara heykellere baktı. İnce bir işçilik vardı hepsinde, özenli, usta bir elin ürünüydü belliydi. Masada tek kanadı ve başı oyularak ortaya çıkarılmış yarım bir kuş heykeline takıldı gözü, eksikliği, terk edilmişliği sergiler gibiydi belki tamamı henüz yontulmamış belki de böylece bırakılmıştı. Yarı bedeni olmayan bu ahşap kuş heykel hüzünlendirmişti Maria’yı.
Biraz sonra ev sahibi bir elinde limonata dolu sürahi diğer elinde tepsi ile çıktı evden, sakin hareketlerle az önce girişte çıkardığı terliklerini taktı parmak uçlarına. Bir yandan yürüyüp diğer yandan ayaklarını yerleştiriyordu terliğine.
“Kusura bakmayın biraz beklettim sizi. Buz eklemek istersiniz belki diye…”
“Ah ellerinize sağlık olsun, yoruldunuz.”
“Yok efendim ne yorulması, kurabiyeler de taze gönül rahatlığıyla yiyin, hurma ile yaptım. Eh artık şeker yememek gerek yaşımız gereği malûm, siz de bilirsiniz eskiden hep böyle yapardı annelerimiz, nenelerimiz.”
Maria karşısındaki kadının sıcacık tebessümle aydınlanan yüzüne, samimi gözlerine baktı. Onun bu biraz telaşlı ama dostça içten konuşması sakinleştirmişti yüreğini az da olsa.
“Ne güzel yapmışsınız, ellerinize sağlık. Biz de böyle yapardık eskiden şekersiz mis gibi.”
İki yaşlı kadın bir birlerine tebessüm ederek baksalar da her ikisinin de aklından onlarca soru geçtiği aşikârdı. Maria limonatasından küçük bir yudum aldı.
“Efendim kendimi tanıtmadım bağışlayın. Benim ismim Maria.”
“Estağfurullah çok memnun oldum Maria Hanımcım, benim adım da Nergis.”
“Ne güzel bir isminiz var Nergis Hanım…”
Maria daha cümlesini bitirmeden bahçe kapısı açılmış ve Eleni ellerinde çantalarla içeri girmişti. Girer girmez Maria ile göz göze geldi. Yüzünde sevinç yoktu, daha çok şaşkınlık hatta biraz da mahcubiyet vardı. Maria ne yapacağını bilemedi. Böyle bir karşılama beklemiyordu, Eleni de mutlu olur diye geçirmişti aklından. Ama umduğu gibi olmamıştı. Sessizliği ev sahibi olan yaşlı kadın bozdu.
“Eleni bak kızım Maria Hanım seni ziyarete gelmiş. E şaşırdı tabii.”
“Merhaba Eleni!”
“Merhaba Maria hoş geldin. Şaşırdım birden, şunları bırakıp hemen geliyorum.”
Bu soğuk karşılama avlunun içinde serin bir rüzgâr gibi dolaşıp gelip Maria’nın yanı başına oturmuştu. Yaşlı kadın yeniden masanın üzerinde yarım kalmış kuşa baktı uzun uzun, kalkıp gitmeli miydi, yoksa Eleni’den bu yarım hikâyeyi dinlemeli miydi?