Bir kadın sabah evden çıkar. Belki işe gidecektir, belki sadece biraz hava almak için.
Ama önce aynanın karşısında durur.
Kıyafeti “fazla” mı açık? Kahkahası “çok mu” yüksek perdeden? Yürüyüşü yüzünden “tacize uğrar” mı? Oturuşu “davetkâr” mı?
Henüz adım atmadan, kafasında onlarca ihtimali eleyip topluma uygun olanı bulmaya çalışır.
Çünkü o çok tanıdık cümle, kulağına yine fısıldanmıştır, “Elâlem ne der?”
Bu söz, nesilden nesile aktarılan bir baskının kısa özetidir.
Kadının ne giyeceğini, ne zaman evleneceğini, nasıl güleceğini, hangi yaşta ne yapması gerektiğini dışarıdan bir göz belirler.
Toplum, kadının ne kadar görünür olacağına, ne kadar konuşacağına, hatta ne zaman susması gerektiğine bile karar verir.
Kadının her hareketi neden ‘elâlem ne der?’ korkusuyla şekillenmek zorunda?
Bir kadının attığı her adım neden toplumun onay filtresinden geçmeli?
Bu baskı artık yalnızca sokakta ya da aile içinde değil. Şekil değiştirdi.
Gizli gizli fısıldanmak yerine ekranlardan, yorumlardan, beğenilerden ve algoritmalardan akıyor.
Eskiden mahalle arasında söylenirdi;
“Yalnız mı çıkmış dışarı?”
“Çok mu gülmüş?”
“Kadın kısmı öyle giyinir mi?”
Bugün artık sosyal medyada yazılıyor;
“Bu yaşta böyle poz mu verilir?”
“Evli misin sen, yakışıyor mu sana?”
“Her gün bir fotoğraf… Bıktık.”
“Senin gibi biri böyle şeyler paylaşmaz.”
“Kadın dediğin biraz ağır durmalı.”
“Sen bir annesin, usturuplu davran!”
Dijital çağda da ‘elâlem ne der?’ baskısı devam ediyor.
Komşunun bakışı yerini ekran başındaki takipçiye bıraktı.
Akraba yorumu artık anonim bir kullanıcının profiline taşındı.
Ama içerik aynı: Kadını, onların diktikleri kılıfa sokup susturmak.
Çünkü toplum hâlâ kadının ne kadar görünür olacağına, ne kadar susması gerektiğine karar verme hakkını kendinde görüyor.
Ve bu kararlar, kadının kim olduğuna değil; kimin ne beklediğine göre şekilleniyor.
Toplum, kadını belli sınırlar içinde görmek istiyor.
Söz hakkı tanımadan konuşmasını, izin verilmeden paylaşmasını tehdit olarak algılıyor.
Kadının sesi yükseldikçe, tepki de yükseliyor.
Çünkü alışılmamış olan kadının kendi alanını çizmesi, kendi kararını vermesi, kendini sansürlemeden göstermesi.
Ama artık bu tahammülsüzlüğe tahammül etmiyoruz.
Kadın sadece yaşamak istiyor.
Açıklama yapmadan giyinmek, tartışılmadan paylaşmak, yargılanmadan var olmak istiyor.
Ve görünür oldukça güçleniyor.
Bugün bir kadın kahvesini alıp pencere kenarında bir fotoğraf paylaştığında, o ân sadece o âna ait olabilmeli.
Paylaştığı şeyin ağırlığını, anlamını, değerini başkaları değil, o belirleyebilmeli.
Ama hâlâ birileri bu sade görüntünün altına haddini bildirme çabasıyla yorum yapıyor.
Oysa kadın susmak zorunda değil. Kendini açıklamak zorunda da değil.
Belki artık herkes şu soruyu kendine sormalı; “Bana mı soruldu?”
Bugün bir kadın kahvesini alıp pencere kenarında bir fotoğraf paylaştığında, o ân sadece o âna ait olabilmeli.
Paylaştığı şeyin ağırlığını, anlamını, değerini başkaları değil, o belirleyebilmeli.
Ama hâlâ birileri bu sade görüntünün altına haddini bildirme çabasıyla yorum yapıyor.
Oysa kadın susmak zorunda değil. Kendini açıklamak zorunda da değil.
Belki de artık her sözden önce, herkesin kendine sorması gereken tek bir soru var;
“Bu yorumu yapmak bana ne kazandırır?”