Tuesday, April 8, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Madam Anahit: Pera’nın Solmayan Çiçeği

Dile kolay, kırk yıl… Şehirlerin incisi İstanbul’un gözbebeğinde, Beyoğlu Çiçek Pasajında bir nağme göğe yükseldi. O, kimi zaman neşeli kimi zaman hüzünlü melodi, Madam Anahit’in akordiyonundan geliyordu.

Anahit, 1926 yılında Tarlabaşı’nda varlıklı bir ailede dünyaya geldi. Annesinin piyano sesiyle büyüdü. On altı yaşında, lise ikinci sınıftayken koroya girerek müzikle tanıştı. İlk gençlik yıllarında yaz aylarını ailecek adada geçirirlerdi. Orada bir komşu oğlu sayesinde akordiyon ile tanıştı. Akordiyonun sesiyle büyülendi. Ailesinden gelen müzik sevgisinin de katkısıyla akordiyon dersleri almaya başladı. Annesine yaptığı yoğun ısrarlar sonucunda 170 liraya, beyaz renkli, kullanılmış bir akordiyon aldı.

Akordiyonunu aldıktan sonra ileride ilk eşi olacak, dönemin ünlü kontrbas ve piyano müzisyeni Nora Dırızyan’dan dersler almaya başladı. İki gencin arasında hızla duygusal bir yakınlık doğdu ve evlendiler. Anahit evliliğinden sonra eğitimini bıraktı. Nora ile düğünlerde, eğlencelerde birlikte çalmaya başladılar.

Cadde-i Kebir olarak anılan Beyoğlu, bugün olduğu gibi o günlerde de eğlence merkezlerinin, gece hayatının en gözde muhitiydi. Anahit’in yolu Cite de Pera binasının girişinde, o zamandaki adıyla Hristaki Pasajı olan, Çiçek Pasajı ile kesişti. Kendini kabul ettirmesi çok uzun yıllar alsa da mücadeleciydi Anahit. Yine aynı dönemde müzisyen eşiyle beraber ünlü gazinolarda da sahne aldılar. Derken ilk defa anne oldu, ilk oğlunu kucağına aldı. 

Anahit’in on parmağında on marifet vardı. Kantodan kasap havasına kadar uzanan icra yeteneğini sahnelerde sergilerdi. Eski İstanbul tangolarından Rum kasap havalarına, Ermeni taverna şarkılarından Edith Piaf’ın La Vie En Rose’una kadar geniş bir repertuvarda şarkılar söylerdi.

Nora ile evliliklerinin on yedinci senesinde sorunlar baş gösterdi. Nora, her şeyine karışıp baskı yapmaya başladı. Huzursuzluğa dayanamayan Anahit eşinden boşandı. Sanatına ve hayatına tek başına devam etti. Herkes tarafından çok seviliyor, göz kamaştırıyordu. Yakasına her daim taktığı gülle, dudaklarındaki parlak kırmızı rujuyla, kocaman gözlükleriyle, o buruk sesiyle, tiril tiril elbiseleriyle ama en çok da akordiyonuyla Çiçek Pasajının unutulmaz simgesi haline geldi.

Bir süre sonra aşk, kapısını yine bir müzisyenle çaldı. Tekrar evlendi ve bir oğlu daha oldu. Ancak bu evlilik de ona mutluluğu getirmedi ve çok kısa süre sonra yeniden boşandı. Müzikle yaşamak onu tüm olumsuz duygulardan arındırıyordu. Eski neşesine ve ışıltısına kolayca ulaştı. Çiçek Pasajı’nda geceleri akordiyon çalmaya devam etti. Evliliği bir kez daha denese de yine mutluluğa ulaşamadı. Gece hayatının yarattığı sorunlara üçüncü evliliği de yenik düştü.

Madam Anahit, 1947-1952 yılları arasında Beyoğlu’nun en sevilen sanatçılarından biriydi. İnsanlar, özellikle onu ve akordiyonunu dinlemek için gelirlerdi Çiçek Pasajı’na. Çevresi genişledi. Yeri geldi insanlar gül yaprakları döktü başından aşağı yeri geldi ünlü sanatçılar onu dinlemek için Çiçek Pasajı’na geldiler. Gecesi gündüzü müzik olmuştu. Evinin duvarlarını Ayhan Işık, Zeki Müren, Sadri Alışık, Kemal Sunal, Yılmaz Güney ile çekilmiş fotoğraflar süslemeye başladı. Çalıp söylemeyi en sevdiği şarkılar “Papatya Gibisin” ve “Yıldızların Altında” eserleriydi. Belki kendini bulurdu belki de kendini unuturdu bu iki şarkıda, bilinmez.

Anahit, nev’i şahsına münhasır biriydi. Doğru bildiğinden şaşmaz, paraya tamah etmez, beğenmediği kişiye çalmaz, söylemezdi. Beyoğlu’nun eskileri, Anahit’in böyle insanları “Masana meze olmam,” diye terslediğini anlatırlardı.

Yıllar sonra ilk eşi ile yeniden yakınlaştı Anahit ve evliliği son kez denedi. Birbirlerinin ve mutluluğun kıymetini anlayan çift saadet içinde yaşadılar. Ancak kader, Anahit’in mutluluğuna yine göz dikmişti. Kocası hastalandı, yıllar yılı kullandığı alkol sonu oldu, hayatını kaybetti. Anahit bir kez daha yalnız kaldı. Yine de mücadeleden vazgeçmedi. Her gece parlak kırmızı rujunu sürüp, Çiçek Pasajı’nda insanlara müziğiyle neşe dağıtmaya devam etti.

1955’te o korkunç günler yaşandı. Türkiye tarihinde kara bir leke olacak olan 6-7 Eylül olayları Anahit’in hayatını da derinden etkiledi. Çok sevilen, beğenilen, alkışlanan bir sanatçıyken bir gecede her şey ters yüz oldu Anahit için. Halkın düşman olduğu biri haline geldi. Sahne aldığı Çiçek Pasajı’nda ve gazinolarda istenmemeye başladı. Müziğiyle, sesiyle mutlu ettiği insanlar ondan uzaklaştı. Bu olaylar Anahit’in ruhunda derin izler bıraktı. Anahit, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Bu vahim hadiseden sonra kendisini Beyoğlu’ndan çekti. Sembolü olduğu sokaklara yabancılaştı. Eski tanıdıkları Anahit’e o zor dönemde destek oldular. Babanın Suçu, Adalet, Yalancı Yârim, Cennet Çocukları, Kadın ve Şarap, Faize Hücum, Arkadaş, 24 Saat, Öğretmen gibi birçok filmde küçük rollerde oynadı.

Beyoğlu, eski günlerine dönmeye başlayınca Anahit de yuvasına geri döndü. Yine çaldı yine söyledi. 1980’lere geldiğinde, Anahit artık yaşlanmaya başladı. 1986 yılında Tarlabaşı Bulvarı’nın açılması sebebiyle evi belediye tarafından yıkıldı. O yıkıntı arasında bile akordiyonunu çaldı Anahit. Müziği bir ağıt oldu Beyoğlu’na yayıldı. Ve hafızalara kazınan fotoğrafı da o günlerde çekildi. Anahit, ev sahibiyken kiracı konumuna düştü. Büyük bir yoksullukla karşı karşıya kaldı. Varla yok arasında, kıt kanaat yaşamaya başladı.

Başına gelen büyük felaketlerden sonra artık altmış dokuz yaşında olan Anahit, hayat neşesini kaybetmedi. Yine sadık dostu akordiyonu ile Çiçek Pasajı’nın sembolü olmaya devam etti. Ancak ilerleyen yaşıyla onu dinlemek isteyenlerin sayısı günden güne azaldı. Zamanında dostu olanların vefasızlığı onu büyük bir üzüntüye sevk etti. Son zamanlarında Nevizade Sokak’ta çalmaya başladı. Ne var ki; eski Beyoğlu’na özlemi hiç dinmedi, mutlu olamadı.

Yıllarca gece hayatında çalışsa da, Anahit hiç sigara içmez, hiç alkol kullanmazdı. Seksen altı yaşında karaciğer yetmezliğine bağlı siroz ve kalp yetmezliğinden hastaneye kaldırıldı. Tedavilere cevap vermeyen Anahit, 2003 yılında aramızdan ayrıldı. Yaşadığı o debdebe ve şatafata rağmen cenazesine, onu uğurlamaya bir avuç insan geldi sadece. Vedasına bile vefasızlık bulaştı. Şişli Ermeni Mezarlığı’na defnedildi.

Balık Pazarı, Çiçek Pasajı ve Nevizade esnafı, akordiyoncu Anahit’in ölümüne çok üzüldüler. Mezarı bir dönem bakımsız kalan Anahit’in imdadına yine Beyoğlu esnafı yetişti. Anahit’e gönül verenler, kendi aralarında topladıkları parayla yepyeni bir mezar yaptırdılar.

Madam Anahit’in vefatının ardından Beyoğlu Üç Horan Ermeni Kilisesi rahibi şöyle söyledi: “Ölümü Ermeni cemaati için bir kayıp, cennet için bir kazanç oldu.”

Yaşamı tıpkı Beyoğlu gibi kâh düşerek kâh kalkarak, neşeli, müzik dolu geçti. Sezen Aksu, “Düşler Ülkesinin Gelgit Akıllısı” şarkı sözlerinde Anahit’i şu dizelerle andı:

Üzülme üzülürüm, kıyamam sana
Bilirsin, kötü söz diyemem sana
Ben düşler ülkesinin gelgit akıllısıyım
Ayrılık hakikaten koydu bana

Benim hemen geceye akmam lazım
Bu gece Beyoğlu’nu yıkmam lazım
Anahit’in ruhuna orta yerinde
Pasajın çiçek gibi ah be cancağızım

Damla Adam
Damla Adam
Başta İTÜ olmak üzere çeşitli üniversitelerde lisans ve yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. Halen Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenci. Turizm, sağlık, pazarlama sektörlerinde çalıştı. Kolektif kitaplarda ve dergilerde yazıları yayımlandı. “Oyuncak Tabanca” isimli öyküsüyle Zehirli Kalem Öykü Yarışmasında üçüncü oldu. Yazarlık ve editörlük yapmaktadır.

POPÜLER YAZILAR