Lavanta kokulu bir park bulun,
İçinde çocuk cıvıltıları,
Masanıza konan yavru bir arı,
Ve süs havuzundan da olsa kulağınıza dolan su sesi olsun…
İhanete uğradığınızda…
Göğe bakın ikindi ertesi,
Maviliğinde şöyle bir dolaşsın gözleriniz,
Tekir kedilerle göz göze gelin,
Bırakın okusunlar içinizi,
Dilleriniz farklı da olsa.
İhanete uğradığınızda…
Uykunuz geldi zannedeceksiniz.
Sizi içine çekmek isteyecek,
Yatak, duvar, döşek…
Kaybetme korkularınızın gölgesinde,
Biricik ruhunuzdan ayrışıp onu terk eden bedeniniz,
Devleştikçe devleşecek.
Kavmini erken terk eden Yunus Peygamber gibi adeta,
Bir balinanın gözlerinden bakar gibi bakacaksınız dünyaya.
Hafızanız antik bir şehre dönüşecek,
Anılar hâlâ orada olsa da.
İhanete uğradığınızda…
İhanete uğramak…
Lavanta bahçelerinden geçe geçe,
Patikalardan döne döne,
Dağ çiçeklerinin lezzetini, kokusunu hissede hissede tırmandığınız Kelebekler Vadisi’nde,
Gün batımını seyrederken,
Uçurumdan itilmeye benzer.
İhanete uğramak…
Sezar’dan miras kalan “Et Tu, …?” ifadesindeki,
Üç noktanın yerine yazılacak ismi söylemeye,
Dilinin varamaması demek.
İhanete uğramak…
Ruhunun gözyaşı mezarlığına dönmesi demek.
Et Tu, …?
