Pazartesi, Ekim 27, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Cumhuriyetin Aynasında Kadın

Işığın ve Gölgenin Hikâyesi

Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçiminin değişimi değildi; bir zihniyetin yeniden doğuşuydu. O zihniyetin merkezinde kadın vardı. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, bir ulusun gerçek kurtuluşunun, kadınların özgürleşmesiyle mümkün olacağını biliyordu. “Dünyada her şey kadının eseridir,” diyerek kadını toplumun süsü değil, temel taşı olarak gördü.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan adımlar, karanlık bir yüzyılın ardından yükselen umut ışıklarıydı. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla kızlar erkeklerle aynı okullarda eğitim hakkı kazandı. 1926’da Medeni Kanun, kadına aile içinde eşitlik getirdi; çok eşlilik yasaklandı. 1930’da belediye seçimlerinde, 1934’te ise milletvekili seçimlerinde kadınlara oy hakkı tanındı. O dönemde İsviçre, Fransa ve İtalya gibi birçok ülkede kadınlar hâlâ bu haklardan mahrumdu. Atatürk’ün vizyonu, çağının çok ötesindeydi.

Kadınlar bu ışığın altında yükselmeye başladı. İlk kadın doktor, ilk kadın avukat, ilk kadın pilot, ilk kadın milletvekili… Cumhuriyet onlara sadece hak vermedi, aynı zamanda birer ilham kaynağı yarattı. Kadın artık evin duvarları arasında değil, ülkenin geleceğinde söz sahibiydi.

Ama zaman ilerledikçe bir şey fark edildi: Haklar verilmişti, kadının yeri değişiyordu fakat zihinler aynı hızla değişmiyordu. Kadınlar yasalar önünde eşit sayılıyordu ama hayatın içinde hâlâ görünmez engellerle karşılaşıyordu. Kadın konuştuğunda “fazla iddialı”, sessiz kalınca “yetersiz” bulunuyordu.

Toplumun dili, çoğu zaman Cumhuriyet’in diline yetişememişti.

Bugün kadınlar bilimde, sanatta, sporda, siyasette söz sahibi. Artık kimse kadının “yapamaz” denilen işleri başaramayacağını iddia edemiyor. Ancak bütün bu ilerlemelere rağmen, kadına yönelik şiddet, ekonomik eşitsizlik, iş hayatındaki cam tavanlar hâlâ varlığını koruyor.

Kimi zihinlerde kadının adı hâlâ “fedakârlık”la, “suskunluk”la, “itaat”le eş anlamlı.

Atatürk’ün hedefi, kadının sadece görünür olması değil, saygı görmesiydi. O; kadını, toplumun tamamlayan yarısı olarak değil, eşit bir parçası olarak gördü. Fakat Cumhuriyet’in verdiği ışık, her yere aynı parlaklıkta ulaşamadı. Bazı yerlerde parladı, bazı yerlerde gölgede kaldı.

Yine de bugün, okula giden her kız çocuğunda, kendi ayakları üzerinde duran her kadında o ışığın izleri vardır. Cumhuriyet’in kadına sunduğu haklar, bir temel attı; bu temelin üzerine yükselen her yeni kuşak, o yapıyı biraz daha sağlamlaştırıyor.

Ama unutulmamalı ki haklar, yalnızca kanunlarla değil; zihniyetle yaşar. Atatürk’ün yaktığı o meşale, hâlâ yolumuzu aydınlatıyor. Bizlere düşen, o ışığı yalnızca anmak değil; yaşatmaktır. Kadının haklarını hayatın her alanında eşit bir biçimde savunmaktır.

Çünkü Cumhuriyet bir güneşse, kadın onun en parlak ışığıdır. Ve o ışığın dünyanın karanlıkta kalan tarafını aydınlatması için hâlâ yürünecek yollar vardır.

Tuğba Beyazbaş
Tuğba Beyazbaş
Edebiyat öğretmeniyim. Sözcüklerin insan ruhuna dokunma gücüne inanıyorum. “Ruhumun Şarkısı” adlı öykü kitabının yazarıyım. Çeşitli yazar ve yayınevlerine editörlük yapıyorum. Her metinde, bir duygunun yankısını, bir sessizliğin anlamını ararım. Çünkü kelimeler, doğru tınıyı bulduklarında bir şarkıya dönüşür tıpkı ruhun kendi şarkısı gibi.

POPÜLER YAZILAR