Eleni olduğu yerde kala kaldı.
İsmini bu şekilde, doğru telaffuzla söylendiğini duymayalı yıllar olmuştu. Önce bir yanılgı sandı. Sonra, sesi tanıdı. O sesin içinden gelen sıcaklık, onu çocukluğuna, annesinin mutfağına, pencereden içeri dolan yaz rüzgârına kadar taşıdı.
Kendisini tanıyan biri… Burada, başka topraklarda ve tam da şu anda arkasında duruyordu.
Mazisi, anıları, ailesi, evi; hepsi arkasındaydı şimdi. Ve o uzaklaşmış olsa da, onlar bu loş eski kilisenin içinde bir yerlerden çıkıp ismini sesleniyorlardı.
“Eleni!”
Az önce sıcacık sarıp sarmalayan ses, bu defa biraz daha sert ve uyarır gibiydi. Arkasını döndü, gözlerini kısarak baktı. Kır saçlı, yüzünde derin çizgiler olan ufak tefek yaşlı bir kadındı bu.
Biraz daha dikkatli bakınca gözlerine inanamadı: Maria’ydı bu. Yıllar öncesinden çıkıp gelen eski bir tanıdık. Sıcak bir soluk, şefkatli bir sesti.
“Maria?”
“Evet Eleni, benim.”
“Ah Maria! Póso mou élipses… Sana sarılabilir miyim?”
“Maria gülümsedi, gözleri hafifçe doldu, kollarını açtı.”
“Ela, canım benim…”
Aradan yıllar geçmişti ama Maria’nın yaşlı mavi gözleri, yıllar önceki sessiz sıcaklığını hala koruyordu. Eleni’nin kalbinde hafif bir sızı dolaştı. Onca yıl öncesinden çıkıp gelen bu samimi içten yürekli kadınla bir zamanlar aynı mahallede oturmuş, aynı fırından ekmek almış, aynı sahilde gün batımını izlemiş, aynı kilisenin ayininde yan yana durmuşlardı. Annesinin en iyi dostuydu, kendisinin de en sevdiği teyzesi Maria’ydı bu…
“Demek bunca yıl hep buradaydın?” diye sormak istedi Maria ama onun yerine sustu, çünkü saçlarını örüp çiçekler taktığı, ilk adımlarına ilk konuşmasına tanık olduğu küçük kızı incitmekten korktu. Onun âşık olduğu adamın peşinden karşı kıyıya gittiğini biliyordu.
“Zaman… Herkesin gövdesine başka türlü dokunuyor. Ama kalp, sevdiği birini uzaktan da görse tanıyor. Sanki dün görüşmüşüz gibi ha Elenica mu?”
“İyi ki tanıdın beni Maria, seni burada görmek rüyâ gibi.”
“Hadi gel bahçeye çıkalım biraz. Burada konuşamayız.”
İki kadın bir süre beraberce kilisenin bahçesinde oturdular. Hafif esen rüzgârla hışırtısını duydukları yapraklar başlarının üzerinde bu eşsiz âna şahitlik ediyordu. Bu büyülü sessizlik ara ara bozulsa da konuşmadan birbirlerini anlama çabaları ve içlerine çöken eski hatıraların sıcaklığı yetiyordu. Maria cevap alamayacağı soruları sormuyor, sadece Eleni’nin şefkatle saçlarını sırtını okşuyordu.
“İyi misin, mutlu musun burada?”
“İyiyim Maria neden iyi olmayayım? Sadece…”
Eleni cümlesini tamamlayamamıştı; gözleri, dalgın bir şekilde yerdeki bir noktaya sabitlenmişti. Tıpkı çocukluğunda mutsuzluğunu gizlemek için yalandan gülümsemeye çalıştığında olduğu gibi, istemsizce dudakları kıvrılmış, yüzüne acıklı bir tebessüm yerleşmişti. Bir süre sonra Eleni isteksizce ayağa kalktı.
“Ne oldu canım, neden gidiyorsun? Söyle bana seni nerede bulabilirim?”
“Pazar günü ayinde geleceğim Maria seni görmeye”
“Evin nerede peki? Nerede yaşıyorsun?”
“Burada Maria, burada yaşıyorum. Şimdi gitmem gerek, ama sonra uzun uzun konuşuruz olur mu?”
“Sen nasıl istersen yavrum, burada olacağım. Hasretle bekleyeceğim seni.”
Eleni eğilip Maria’nın yaşlı, kırışık ve incelmiş derisinden mavi damarları görünen zayıf ellerini öptü. Gözlerinden süzülen yaş Maria’nın parmaklarının arasından sızıyordu. Yaşlı kadın bu acı sahneyi, yıllar öncesinde yaşayamadığı vedayı burada, küçük eski kilisenin bahçesinde yaşıyordu. Bir süre sonra da çaresizliğin ona yakıştırdığı sessizlikle orada bir başına kaldı. Elenie geldiği gibi usulca süzülerek çıkıp gitti kilisenin bahçesinden.