Cuma, Temmuz 18, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Kadınlar İçin Doğurganlık: Seçim mi, Zorunluluk mu?

21. yüzyılın başlarından itibaren dünya genelinde gözlemlenen düşük doğum oranları, birçok ülkenin demografik ve ekonomik yapısını tehdit etmeye başladı. Özellikle gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfus, azalan iş gücü ve sosyal güvenlik sistemlerinin sürdürülebilirliği gibi endişeler, doğurganlık artışı yönünde politikaların şekillenmesine yol açtı. Bu politikalar, ilk bakıldığındakadınları destekleyici ve teşvik edici görünse de kadınların üreme kararlarını nasıl etkilediği konusunda önemli etik ve toplumsal cinsiyet tartışmalarını da beraberinde getiriyor.

Doğurganlık oranlarındaki düşüş, yalnızca ekonomik nedenlerle açıklanamaz. Kadınların eğitim ve iş gücüne katılım oranlarının artmasını, kentleşmeyi, bireysel yaşam tarzlarının yaygınlaşmasını, evlilik ve doğum yaşının yükselmesini, çocuk sahibi olmanın maliyetini ve bakım yükünü bu düşüşün başlıca nedenlerinden sayabiliriz. Bu bağlamda çocuk sahibi olmamak, yalnızca bireysel bir tercih değil; aynı zamanda yapısal ve toplumsal engellerin bir sonucu olarak da değerlendirilmelidir.

Düşük doğum oranlarıyla mücadele eden devletler, doğurganlığı artırmak amacıyla çeşitli politika araçları geliştirdiler. Bunları sırasıyla, doğum yardımları ve çocuk başına maddi destekler, vergi indirimleri ve teşvikler, ücretsiz ya da düşük maliyetli kreş hizmetleri, uzatılmış doğum izinleri ve esnek çalışma saatleri, doğrudan kamu kampanyalarıyla doğurganlığın yüceltilmesi olarak sıralayabiliriz.

Bu tür uygulamalar, kadınları doğurmaya teşvik etmeyi amaçlasa da toplumsal söylem düzeyinde bu teşvikler, zaman zaman baskıya dönüşerek doğurganlığı ‘vatanseverlik görevi’ gibi sunabiliyor.

Kadınların doğurganlığına yönelik teşvik politikaları, kimi zaman açık ya da örtük biçimde anneliği bir zorunluluk hâline getiriyor diyebiliriz. Bazı ülkelerde kamu yetkililerinin açıklamalarının, çocuk doğurmayan kadınları ‘eksik’, ‘bencil’ ya da ‘ulusa katkı sunmayan’ bireyler olarak nitelendiriyor ve toplumsal baskıyı artırıyor..

Politikaların önemli bir açmazı da bakım yükünün hâlâ büyük ölçüde kadınların omzuna bırakılması. Kadınlar çocuk doğurmaya teşvik edilirken erkeklerin bakım sorumluluğu çoğu zaman göz ardı ediliyor. Bu durum, kadınları hem üretken (iş gücünde) hem de yeniden üretken (annelik) bir role sıkıştırıyor, iki alanda da yüklenmelerine yol açıyor.

Kadınların doğurganlıkla ilgili kararları, yalnızca demografik ya da ekonomik bir sorun olarak değil; temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmeli. Üreme hakkı; doğurmaya karar verme kadar, doğurmamaya karar verme hakkını da kapsar.

Doğurganlık üzerindeki devlet müdahalelerinin kadınlar için bir baskıya dönüşmemesi, ancak bazı temel koşulların sağlanmasıyla mümkün. Bunları, ekonomik güvencenin sağlanması, ücretsiz ve nitelikli bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması, ebeveynlik sorumluluklarının toplumsal olarak paylaşılması, kariyer-annelik ikilemini çözebilecek esnek ve adil çalışma koşullarının oluşturulması ve doğurganlık kararlarının tamamen gönüllülüğe dayanması olarak örneklendirebiliriz. 

Devletlerin doğurganlığı artırmaya yönelik politikaları, yalnızca nüfus artışı sağlama amacını taşımıyor; aynı zamanda kadın bedeni ve rolü üzerinde denetim kurma amacı da taşıyor. Kadınlara annelik dayatıldığında, onların birey olarak özerklikleri zedeleniyor. Gerçek bir teşvik, yalnızca doğurmayı değil; doğurmamayı da saygıyla karşılayacak bir anlayıştır. Kadının bedeni, yalnızca demografik kaygılarla şekillendirilebilecek bir alan değil; özgürlük, eşitlik ve saygı ilkeleri çerçevesinde korunması gereken bir bireysel haktır. Doğurganlık, devletin değil, kadının kararıdır.

Elif Aşcı
Elif Aşcı
1995 İstanbul doğumlu. İstanbul Medipol Üniversitesi Uluslarası Ticaret ve Finansman bölümü mezunu. Üç senelik finans şirketi deneyiminden sonra farklı deneyim arayışlarında. Sosyal medya ve e-ticaretle ilgili eğitimler alıp bu alanlarda ilerliyor.

POPÜLER YAZILAR