Tuesday, April 8, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Aylin

Bu sabah öldü Aylin. Apartmanımızın kapısının önünde, merdivenlerin üzerinde; takıntıyı aşk, ısrarı tutku sanan, hayırı cevap olarak kabul etmeyen bir cani tarafından öldürüldü. Tam on sekiz yerinden bıçaklandı. Oluk oluk aktı kanı. Araya girip engel olmaya çalıştım, feryat figan ettim, kazağımı çıkarıp kanayan yerlerine bastırdım ama kucağımda verdi son nefesini.

Yıkamadım elimi o saatten bu yana. Kurumuş kanın verdiği gerginlik geçmesin istedim. Ola ki geçen zaman alıştırıverir öldüğüne beni diye. Arada burnuma yaklaştırıyorum elimi, kokluyorum kanı. Ama duyamıyorum Aylin’in kokusunu. Her şey böyle, bu hızda silinmeyecek değil mi?

Ne kolay öldü. Yaşamanın zorluğuna tezat bu kadar kolay olması çok ilginç. Her akşam oturduğumuz şu pencerenin önünde yalnızım şimdi. Yerdeki kanı da duruyor, bak. Orada, öylece. Akıp giderken birden vazgeçip duruverdi. Birikti, birikti, yoğunlaştı ve kalıverdi. Koyu bir bordo, kahverengiye dönmüş, işlemiş yola. Ne vicdansız şu komşular! İnsan bir kova su dökmez mi oraya? Üstüne basa basa kaç kişi geçti kim bilir? Anlamamışlardır ki insan kanı olduğunu. Uçup giden bir canın ardında bıraktığı son iz olduğunu…

Nasıl girdim ben bu eve? Sanki şuracıkta yaşanmış o vahşet kötü bir uykunun rüyası gibi. Gitmiyor bağırışlar kulaklarımdan. Bağırdığımı hatırlıyorum, ya da yırtıldığını sandığım boğazım hatırlatıyor. Fışkıran o kanlar nasıl sıcaktı öyle? Çaresizce gözlerime bakışı Aylin’in. Onu kurtaramadıkça kendimi de tırmaladım. Tırnaklarımın arasındakiler kendi etim herhalde. Bak sızısını duydum şimdi izlerin. Annesinin babasının yüzüne bakamadım hastanede. Onu korumak benim görevimmiş de ihmal etmişim gibi geldi. Utandım bir de tabii. Kızı ölen bir anne babanın yüzüne başka birinin yaşayan kızı olarak nasıl bakılır ki? Anlat diye inlettiler ortalığı. Dilim büyüdü ağzımın içinde, dönmedi kelimeler. Boğazıma bir yumruk oturdu; o kadar büyük. Nefes alamıyorum sabahtan beri.

Mahalleden arkadaştık biz. Babamın tayini ile geldiğimiz küçücük bir kasabada tanıştık Aylin ile. Taşındığımız ilk gün, evde yerleşme telaşı varken, ayak altında olmamak için apartman kapısının önünde sokağı izlerken gelip oturdu yanıma. Cebinden iki şeker çıkarıp birini bana uzattı, diğerini kendisi aldı. Öyle sıcak gülümsedi ki; işte o gülüşle evim oldu bu yeni yer bana.

Okulda aynı sırayı, sahip olduğumuz oyuncakları, kalemlerimizi, şekerlerimizi, annelerimizin elimize tutuşturduğu salçalı ekmeği, kıyafetlerimizi, korkularımızı, sırlarımızı, ilk heyecanlarımızı, hatalarımızı, paramızı, içtiğimiz ilk sigarayı… Her şeyi paylaştık. Ayrı iki insanken bir olmayı başardık. Aynı okulları kazanıp aynı hayalleri kurduk. Hayat ortağıydık. Anne babadan doğma kardeşimiz yoktu ama hiç de eksikliğini duymadık. Kardeşten öte can yoldaşıydık. Bu sefer pay edemedik ama ölümü, tek başına sırtlanıp gitti Aylin.

Hayatta ne olsa derinden sarsılırsın, diye sorsalar söyleyeceğim son şey bile olmazdı Aylin’in ölümü. Tanrı, ikna olayım diye tasarladı sanırım bu gidişi. Çünkü geriye düşen başını kaldırmaya çalışmasam, dağılmış saçlarını toplamasam, kanayan yaralarını dindirmeye uğraşmasam, kurtar beni dercesine son bakışını görmesem asla inanmazdım öldüğüne. Bana yapılan kötü bir şaka, diye düşünürdüm. Beni bırakıp gitmez; daha da önemlisi bensiz ölmez derdim. Sağır et beni Allah’ım, kör et! Gitmiyor sesler kulaklarımdan, bak hala görüyorum her yandaki izleri.

Ucu görünen şu kırmızı eşarp onun değil mi? Ah! Kaç gündür arayıp da bulamadı bu kız bunu. Öldü diye yasa mı geldin sen de? Kokusu var üstünde, çektikçe dağlıyor bak ciğerimi, köz basıyorlar, attılar yere eziyorlar. Senin de canın böyle mi yandı Aylin?

İnsan can verirken hayatı film şeridi gibi akar gider gözlerinin önünden derler ya; bugün ne olduğunu anladım bunun. Üstelik ölmeden!

Kimin daha çok harçlık topladığını önemsemeden bayram paralarımızı ikiye pay ettiğimiz bayramları, annemin bana almadığı tokayı annesine aldırıp hiç takmadan bana verdiği günü, ödevimi yapmadığım zamanlarda yapmış olmasına rağmen okula ödev götürmeyişini, ben bitlendim diye annem saçlarımı kazıttığında ağlaya ağlaya annesini ikna edip kel kalışını, mahalledeki bakkaldan sakız çalışımızı, sırf ayrı zaman geçirmemek için iki çok yakın arkadaşla sevgili oluşumuzu, okula gelmeden sokağın köşesinde eteklerimizi belimizden kıvırdığımız sabahları, gittiğimiz ilk festivalde tüm paramızı harcayıp otostopla eve döndüğümüzü ve ailelerimizden bunu sakladığımızı, annelerimizin rujlarını yürütüp okulda bu yüzden disiplin cezası alışımızı, üniversitede aynı yurtta kalamayacağımız için bin bir yalvarmayla şu binadan bir daire kiralayışımızı, yanlış olduğunu bildiğimiz halde sırf diğerimiz istiyor diye işlediğimiz suç ve günahları… Bütün bunlar bir an için, sadece tek bir soluk alıp vermeye yeten zaman diliminde geçti gözlerimden. Yaş olup düştü her biri. Yanaklarımdan süzülüp kalbime saplandılar tek tek.

Ölümün insanı çaresiz bıraktığı yerdeyim. Bir bahanesi, izahı, telafisi yok bu ölümün. Aylin yok artık, ne zaman biteceğini bilmediğim, daha doğrusu hiç düşünmediğim hayatımın yalnızlık evresinin ilk günü bugün. Simsiyah, soğuk, nemli, uğultulu… Gerçek zamandan bambaşka bir akışa sahip, orantısını yapmayı beceremediğim, hangi yoldan yürüyüp ne yöne gideceğimi bilemediğim, dehlizlerinde yitip gideceğim yeni hayatım. Aylin’siz ve bu yüzden de anlamsız…

Esra Keskin Çelik
Esra Keskin Çelik
36 yaşında, evli ve iki kız çocuk annesi. Uzun yıllar endüstride aktif çalışmış bir mühendisken dört yıldır yazma ve aşçılık üzerine yoğunlaştı. Kolektif kitaplarda yayımlanan yazılarının yanı sıra bir de öykü kitabı var. Yazmaya, üretmeye, düşünmeye ve sorgulamaya devam ediyor.

POPÜLER YAZILAR