Tuesday, April 8, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Uçmayı Unutan Kadın

Dışarıdan bir gözle değerlendirilmesi gereken bir nesne gibi davranmaya ne zaman başladık kendimize? Ne zaman her hareketimizi, her cümlemizi, vücudumuzdaki her kıvrımı eleştirir olduk? Diken üstünde yaşamamıza sebep olan o his ne? Hep bir şeyler eksik, hep bir şeyler fazla sanki. İçimizde sürekli ne yapmamız gerektiğini söyleyen bir ses var. Benliğimize yabancı, ama öyle tanıdık bir ses ki bu, çoğu zaman kendi sesimiz sanıyoruz. Durmadan konuşuyor:

“O öyle olur, bu böyle, okula gitmelisin, işe girmelisin, zayıf olmalısın, çok zayıf olmamalısın,
güzel ve çekici olmalısın, çok çekici olmamalısın, somurtma, çok gülme,
erkeklerle konuşma, en iyi kocayı bul, kork benden, korkma sen yaparsın,
sen yapamazsın, çok akıllısın, uyumlusun, laf dinlersin, terbiyesizsin,
seni çok seviyorum, senden nefret ediyorum…”

Bunların hangisi gerçek? Hiçbiri. Ama bunları gerçekliğimiz sanarız ve hayat sergilediğimiz bir şova dönüşür fark etmeden. Truman Show’dan bir adım daha ötede, hem sahneleyip hem izleriz kendimizi. Bir gece hiç farketmeden kendi gözlerini çıkarıp bir kutuya saklar, toplumun gözlerini takarsın. Toplumun gözleriyle, dışarıdan bakarsın artık kendine. Kendini izleyen yabancı gözlerle, bir yabancı olursun kendine. Artık en çok da kendi kendini yargılarsın…

Başkasının beğenisi için yaşamak birbirine düşman iki kol ve bacakla yaşamak gibidir. Bir kolun uzanıp almak isterken diğeri eline vurur. Bir bacağın buralardan gitmek isterken diğeri çelme takar ve korkutur seni gelecekten. Janus olmayı öğrenirsin içinde. Ya diğerinin elini kolunu bağlar, kendi istediğini yaparsın, ya da korku dolu senaryoları hayatının jenerik müziği yapar, ağlarsın. Burada düştüğümüz en büyük yanılgı; bir başkasına benzemek ve içimizdeki şarkıyı tek bir notaya indirgemek zorunda olduğumuzu sanmak. Ya bizi diken üstünde yaşatan tüm seslerin altında, bir hazine gibi çok derinlere gömdüğümüz ve unuttuğumuz hayallerimiz varsa?

Ya içimizde ağaçlar ve nehirler, şelaleler ve durgun sular,
yeni yeşeren tohumlar ve ekime hazır boş tarlalar,
büyümekte olan fidanlar ve çürüyüp toprağa karışmakta olan yapraklar,
yüksek tepeler ve mağaralar, uçurumlar ve aşırı güzel manzaralar,
hiç girilmemiş yollar ve sisli patikalar varsa?

Ya bir de uçmayı unutup saklanan bir kuş varsa içimizde?

Ona, yeterince iyi uçamadığını ve bir balığa benzemesi gerektiğini söylemişler, söylemişiz. O da uçmayı bırakıp bir balık gibi sulara dalmaya başlamış. Başlarda imkânsız gibiymiş ama bir, iki saniye derken artık kısa bir süre olsa da nefesini tutabiliyormuş suyun altında. Bir gün bütün tüylerini yolmuş gagasıyla, balıkların o parlak ve pullu derisine biraz daha benzeyebilecekmiş en azından. Balıklar gibi konuşamadığından ötmeyi de bırakmanın doğru bir karar olacağını düşünmüş ardından ve susmuş. Aslında hâlâ uçabiliyormuş, ne isterse yapabilirmiş. Dans edebilir, şarkılar söyleyebilir, gökyüzünde süzülmenin tadını çıkarabilir, canı sıkılınca göç edebilir, ağaçların dallarında arkadaşlarıyla saklanıp ısınabilir, bir açık hava konserini biletsiz izleyebilir, istediği her şeyi yapabilirmiş, ama bir kuş olduğunu unutmuş artık…

Kadın olmak, içimizdeki kuşu başka bir şeye benzetmemiz gerektiği ödeviyle doğmak. Ya içimizdeki küçük kızı başka kimseye benzetmemiz gerekmiyorsa? Ya yanı başımızda, kendimizle, biz bize büyütebilirsek kendimizi? Bozuk bir düzenin parçası olmayı reddedersek ve hakikaten o kadar güçlüysek? Gerçekten mutlu olmaya sadece kendimiz olarak ulaşabiliriz çünkü, kendimizin yanında olarak, iç sesimize güvenerek ve başkalarının bizle ilgili yorumlarına, isteklerine ve bazen de yalanlarına kulak asmayarak. Bir elbise askısına astığımız kendimizi kesip biçmeyi bırakıp giymek ve bir daha hiç çıkarmamak gerekir. Sabahlara kendi gözlerimizle uyanmak gerekir.

Bir gün hatırlayacaksın, inanması güç olacak belki ama yavaş yavaş, bir bir geri gelecek her şey. Bu süreçte çok iyi bakman gerekecek kendine. Kendi başını okşaman, omzundan öpmen, kaşık kaşık çorbalarla beslemen, güzel şarkılar söylemen, mışıl mışıl uyuman, dinlenmen gerekecek. Sonra bir gün güneş çıkacak, için ısınacak, kıpır kıpır olacak ve kalkacaksın ayağa. Önünde yollar, patikalar belirecek, “Hadi şuradan gidelim!” diyecek iç sesin. Attığın tek bir adım ertesi gün üç adım daha atmana cesaret verecek ve sonunda bir gün uçabildiğini hatırlayacaksın.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Sena Yolsal
Sena Yolsal
Bir Kasım ayında Lüleburgaz’da doğdu. Yedi yıldır İskoçya’da yaşamakta, bir medikal cihaz şirketinde biyomühendis olarak çalışmaktadır. Yazı yazmak ve doğada vakit geçirmek, duygularını ifade etmek için kullandığı en etkili yöntemlerdir.

POPÜLER YAZILAR