Wednesday, April 9, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Tezer Özlü: Yaşamın ve Ölümün Ucunda

Sene 1994. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı birinci sınıftayım. Havam bin beş yüz. İstiklal Caddesi’nde büyümüş genç bir kızım. Rock müzik yapıyorum; sanat, edebiyat, kült müzikler, underground bir çevre… Ama dolu dolu. İşte tam o dönem, bir dostum elime bir kitap tutuşturdu: Tezer Özlü’nün “Yaşamın Ucuna Yolculuk” kitabı. Bir solukta okudum. Sonra bir daha, bir daha… Ve işte, Tezer’in ruhuyla sonsuz dostluğum böyle başladı.

Bugüne kadar Tezer ile karşılaşmadıysanız size onu şöyle tarif edebilirim:Tezer Özlü, edebiyatın melankolik asi ruhudur; varoluş sancısını, özgürlük arayışını ve hayatın acımasız gerçeklerini en çıplak haliyle yazan bir ruh gezginidir. Hele de hayata karşı içsel bir başkaldırınız varsa, onun cümleleri sizi hem yaralar hem de özgürleştirir.

Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu.

Tezer Özlü, 10 Eylül 1943’te Kütahya’da doğdu. Çocukluğu farklı şehirlerde geçti, ardından Avusturya Kız Lisesi’ne devam etti. Edebiyatla erken yaşta tanıştı ve iç dünyasındaki sancıları kelimelere dökmeye başladı. Genç yaşta tiyatrocu Güner Sümer ile evlendi, ancak bu evlilik kısa sürdü. Daha sonra yönetmen Erden Kıral ile evlendi ve bu birliktelikten “Deniz” adlı bir kızı oldu. 1975’te Almanya’ya taşındı, psikiyatri kliniklerinde tedavi gördü ve Avrupa’nın farklı şehirlerinde yaşadı. Üçüncü evliliğini İsviçreli yazar Hans Peter Marti ile yaptı.

Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek… Hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı, GİTMEK olarak algılıyorum.

Bir yazarın hayatını ve eserlerini anlamak için, onun içinde yaşadığı dönemi de gözden geçirmek gerekir. Tezer Özlü’nün yazın dünyası, bireysel ve toplumsal sıkışmışlığın derin izlerini taşır. 1960 darbesi ve 1971 muhtırası gibi, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı baskıcı ortam özellikle sanat çevrelerini ve entelektüelleri derinden etkilerken, Tezer Özlü de bu sürecin yarattığı umutsuzluk duygusunu eserlerine taşıdı.

Şunu öğrenmelisin: Sen hiçbir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.

Avrupa’daki toplumsal hareketler ve Türkiye’deki öğrenci olayları, onun gençlik yıllarına denk geldi. Ancak Özlü, radikal siyasi kimlikler taşımaktan ziyade, bireyin özgürlük arayışı ve varoluşsal sıkışmışlığı üzerine yoğunlaştı.

Her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse yaşamımızı neden yabancılar arasında geçirmiyoruz?

1980’de ilk kitabı “Çocukluğun Soğuk Geceleri” yayımlandı. Bu roman, kendi yaşamından izler taşıyan, depresyon ve çocukluk travmalarını işleyen çarpıcı bir metindi.

İçimdeki kıpırdanışları dinliyorum. Bir şeylere açılmak, bir yerlere koşmak, dünyayı kavramak istiyorum. Dünyanın bize yaşatılandan, öğretilenden daha başka olduğunu seziyorum.

70’lerin Almanya’sında yükselen öğrenci hareketleri, feminist dalgalar ve sol düşüncenin entelektüel dünyada kazandığı ivme, onun Avrupa’daki deneyimlerini derinden etkiledi. Almanya’daki entelektüel çevrelerle kurduğu ilişkiler, yazılarına da yansıdı. 1983’te en bilinen eseri “Yaşamın Ucuna Yolculuk” yayımlandı. Bu kitapla Almanya’da Marburg Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Roman, Avrupa’da yaptığı yolculukları, varoluş sancılarını ve özgürlük arayışını benzersiz bir anlatımla ele alıyordu. Batı’daki özgürlükçü ortam ile Türkiye’deki baskıcı rejimi kıyaslayan Özlü, bireyin sistem karşısındaki yalnızlığını eserlerine işledi.

Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. İstediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok.

1984’te, kısa öykülerini topladığı “Kalanlar” adlı kitabı çıktı.

İnsanın başkalarına söyledikleri, kendi duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.

“Kalanlar”, onun edebi dünyasında bir yolculuk gibi aslında. Kendi yalnızlığını, özgürlük arayışını ve hayatın kaçınılmaz melankolisini anlattığı kısa öykülerden oluşuyor. “Kalanlar” kelime olarak sanki bizlere bıraktığı bir miras gibi de geliyor kulağa. Ve bana hep onunla ilgili bir anımı hatırlatıyor.

90’ların sonu, 2000’lerin başı… Galatasaray’daki Yapı Kredi Kitabevi’nin vitrininde, Tezer Özlü’nün yeniden baskıya girmiş bir kitabını arıyordum; kendi kendime “Nerede, nerede?” diye konuşarak. Birden, az ötede yanımda duran zarif bir kadını fark ettim. Dönüp bana gülümsedi ve “Tezer’i çok mu seviyorsunuz?” diye sordu. Bir an afalladım, sonra hemen “Evet,” dedim.

“Peki, siz kimsiniz?” diye sorduğumda, “Ben Sezer Duru, ablasıyım,” yanıtını verdi. Birbirimize, sanki çok önemli bir sırrı paylaşan iki insan gibi gülümsedik. Gözlerinde, kız kardeşinin ruhunun yaşamaya devam ettiğini gören birinin mutluluğu vardı…

Bir telefon sesi, ölümlerden birinin haberi. Yaşamın ucuna yolculuk.

Tezer Özlü, 18 Şubat 1986 tarihinde Zürih’te kanser sebebiyle hayatını kaybetti. Yaşadığı sancıları, toplumdan kopuşunu ve özgürlük arayışını edebiyatına yansıtarak, unutulmaz bir iz bıraktı.

Onunla ilgili yayımlanan en son kitap, “Her Şeyin Sonundayım: Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları” 2010 yılında okuyucuyla buluştu. Bu eser, Tezer Özlü ve Ferit Edgü’nün 1966-1985 yılları arasında yazdıkları mektuplardan oluşuyor. Tezer Özlü’nün yaşamı boyunca duyduğu varoluşsal sıkıntılar, özgürlük arayışı, edebiyat ve sanat üzerine düşünceleri, Ferit Edgü ile yaptığı bu samimi yazışmalarda kendini gösteriyor.

Severek mektup yazılan bir insanın bile olması ne büyük bir olay, söylenen her sözcüğün anlaşılmaktan öte, yaşadığını, dahası sözcüklere bile gerek olmadan yaşandığını bilmek, güç gibi yalınç bir olgu değil, var olmak gibi bir şey.

Yakın zamanda hem aileden olan hem de çok sevdiğim Ferit Edgü’yü de kaybettik. Hem onun hem de Tezer’in edebiyata bıraktığı derin izler hiçbir zaman kaybolmayacak. Yapı itibarıyla belki de zıt bir karaktere sahip olsam da Tezer Özlü’nün yazdığı tüm özgürlük ve varoluşu arayan cümleler, bana yürüdüğüm hayat yolunda her zaman bir rehber oldu. Onun asiliğini ve melankolisini çok sevdim. Edebiyatın sınırlarını aşan, en cesur ve samimi kalemlerinden biri olarak ruhlarımızda yaşamaya devam ediyor.

İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.

Görseller: bianet.org

Deniz Tuna
Deniz Tuna
Almanca öğretmeni, akademik mentör ve öğrenci koçu olarak genç zihinleri ve eğitmenleri eğiterek onlara yol gösterirken aynı zamanda yazılarıyla, okurların düşünce dünyalarını genişletmeyi amaçlıyor. Eğitim, ekopsikoloji ve yapay zekâ üzerine kafa yoruyor, kelimelerin insanlara ister bir sınıfta ister bir metinde nasıl yön verebileceğini keşfetmeyi çok seviyor.

POPÜLER YAZILAR