Cumhuriyetle birlikte kadının kamusal alanda görünür hâle gelmesi, yalnızca bir toplumsal reform değil; aynı zamanda, yüzyıllardır süren sessizliğin bozulmasıydı. Kadın artık sadece evin içinde değil; okulda, fabrikada, kürsüde, meclisteydi. Ancak bu görünürlük, toplumun köklü kabullerini sarstı. Alışılmış düzenin temelleri, bir kadının sesi duyulduğunda, bir kadın fikrini söylediğinde çatırdamaya başladı.
Kadınların kamusal alana çıkışı, erkek egemen kültür için bir sarsıntıydı. Kadın, makam sahibi olduğunda “erkek gibi davranmakla”, yumuşak huylu olduğunda ise “yetersiz” kalmakla suçlandı. Güçlü kadın tehdit olarak, kırılgan kadın ise eksik olarak görüldü. Toplum, kadın figürünü hiçbir zaman rahat bırakmadı; hangi kalıba girerse girsin, hep o kalıbın dışına taşmakla itham edildi.
Kadınların bu ikilemi, dilde de kendini gösterdi. Çünkü dil, toplum bilincinin derinlerine ayna tutar. Bazı deyimler ve atasözleri, kültürel zihniyetin nasıl biçimlendiğini açıkça ortaya koyuyor.
“Kadının saçı uzun, aklı kısa.”
“Kız kısmı nazlı olur.”
“Kızını dövmeyen dizini döver.”
“Kadının fendi erkeği yendi.” – (Her ne kadar olumlu olduğu düşünülse de…)
“Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar.”
“Erkek sözü, kılıçtan keskindir.”
“Kadın kısmının sözüne güven olmaz.”
Bu deyimlerin her biri kadını ya duygusal, kararsız, sinsi ya da zayıf bir varlık olarak tanımlar. Oysa kadın; yaşamı taşıyan, üretimin ve emeğin en görünmez yüzü olarak toplumun merkezindedir. Ancak dildeki bu aşağılayıcı kalıplar, kadının toplumsal değerini -ne yazık ki- sistemli biçimde gölgede bırakıyor.
Cumhuriyet’in kazandırdığı haklarla birlikte kadın, “ikinci cins” olmaktan çıkmaya çalıştı. Eğitimle, sanatla, bilimin her alanında var olarak kendine ait bir alan açtı. Fakat ne zaman yükselse toplumun sinir uçlarına dokundu. “Kadın geldiğinde toplum diken üstünde” oldu çünkü onun gelişi sadece bireysel bir ilerleme değil, kültürel bir sarsıntıydı.
Bugün hâlâ kadın; söz aldığı her yerde, sadece kendisi için değil, susturulmuş tüm kadınlar adına konuşuyor. Onun görünürlüğü, bir başkaldırı değil; insana, eşitliğe, akla yapılan bir çağrı.
Gerçek özgürlük, kadın geldiğinde toplumun diken üstünde değil, huzur içinde olabildiği gündür.
Ve size “kız sözü” hayatı daha yaşanılır kılacağız!



