Çarşamba, Mayıs 21, 2025
spot_img

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

Ünzileler

Evcilik Oyunu Değil

“Bir yaranın iyi olması kaç zaman sürer?” deseler; “Yaranın nerede olduğuna ve derinliğine göre değişir,” derim. Ama bir de hiç kapanmayacak yaralar vardır.

“İnsan yaşamadığı duygunun yabancısı olur,” derler. Buna katılmıyorum. İnsan yaşamadığı duygunun yabancısı olmaz her zaman. Bazı duygular vardır. İstesek de yabancı olamayız, olmamalıyız da zaten.

İnsana hayatta her duyguyu yaşayacak kadar ömür biçilmemiştir. Sesi, ruhu, duygusu, varoluşu, hayalleri, çocukluğu çalınmış, sömürülmüş çocuklar; bunlar yetmezmiş gibi bazen geleneklerin, bazen sistemin, bazen inançların, bazen de yokluğun gölgesinde “Çocuk Anne” sıfatına layık görülürler.

Masumiyetin, samimiyetin, sevginin sarıp sarmalayan yanıdır çocuk. Özellikle kız çocuğuna sahip olmak, bu dünyada insanın başına gelebilecek en büyük şanstır.

Güzel olan şeyler de genellikle kıymet bilmeyenlere nasip olmaz mı?

Bundan dert yanmaz mıyız çoğu zaman?

Ülkemizde geçmiş yıllara nazaran oransal olarak azalma gösterse de hâlâ bana göre ciddi bir seviyede olan “Çocuk Anneler” sorunu vardır.

Düşünmek bile korkunç gelirken yazması öyle güç ki.

“…oynadığı evcilik oyunu değildi bu sefer. Terzi çok mahirdi işinde. Oynadığı bebeğe giydirdiği gelinliği kendi bedeninde görmüştü. Çocuktu işte. Kendisini bekleyen dehşet verici sonu, en güvendikleri hazırlamıştı. Her dikiş, bedenine atılmış bir çentik gibiydi. Şimdilik farkında değildi, evcilik oyunuydu bu ona göre. Bu coğrafyadaki adı Zehra’ydı. Ama zehir zemberek bir yolun yolcusuydu. Her dikiş izinde sessiz çığlıkları, boyun eğişi ve boyun eğdirilişi, uzaklardan medet umarcasına çaresiz bakışları dünyayı ikiye bölüyordu. Kollarında ağırlığından fazla bilezik, boynunu daha da eğdiren altınlar, inciler arasında esir alınan Zehra… Ve o bembeyaz gelinlikler kurbanlarının kanına bulandı. İsimleri Zehra, Hatice, Zeynep, Buse, Berivan… olarak kayıtlı ya da kayıt dışı olarak istatistiklere geçecekti. Hatta isimleri bile anılmayacaktı.”

Ülkemizde maalesef herkes eşit koşullarda yaşamadığı gibi her çocuğun da eşit yaşam standartlarına sahip olmadığı düşünülürse, bu hikâyeler hiç bitmeyecek.

“Çocuk Gelin” olgusu, sadece ülkemize özgü bir sorun değil. Farklı coğrafyalarda farklı isimlerde yaygın olan bu sorun, küresel ölçekli bir sorundur. Özellikle gelişmemiş ülkelerde geleneklere bağlı bir şekilde görülen kız çocuklarının çocuk yaşta evlendirilmesi; gelişmekte olan ülkelerde oransal olarak azalıyor. Gelişmiş ülkelerde ise göçmen grupları arasında gerçekleşerek istatistiklere yansıyor, bazen de yansımıyor.

Dalından koparılıp yaşamla bağı kesilen çiçekler; yerini yadırgar, solar, ısrarla sulasan da güneşi görse de gübresini de versen… Demem o ki yağa da yatırsan, bala da batırsan bir daha açmaz. Yaşayacağı hepi topu bir haftadır. Sonra yavaş yavaş ölür. Çünkü bir çiçek kökleriyle hayata tutunur.

Bir kız çocuğu da çiçek gibidir. Kökünü ister, güvenli bir yaşam alanı ister. Dalından koparıldığında kırkyama da yapsan yaralarını kapatamazsın.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan 2024 yılı verilerine göre, 16-17 yaş grubunda toplamda, 9.354 kız çocuğu ve 617 erkek çocuğu evlendirilirken, son dört yılda toplam 61.139 çocuk evliliği gerçekleşmiştir.

Dehşet verici bu sonuçlar bir şeyler yapılması gerektiğini haykırıyor. Ülkemizde “Çocuk Gelin”, “Çocuk Anne” kıyımı son bulana kadar mücadele etmeliyiz.

Çocukların çocuk olmaktan, gelin olmaya terfi ettirildiği bu bağnaz oluşum, her yerde varlığını sinsice devam ettiriyor. Öyle üzücü, kahredici, insanlık dışı ki bu sonuçlar. Bu sorunun ivedi bir şekilde düşmesi gerekiyor.

Yanı başımızda olan hiçbir şeye kayıtsız kalamayız. Yaşamın içinde sadece kendimize karşı sorumluklarımız yoktur. İsmini, sesinin rengini, saçlarını, hayalini bilmediğimiz binlerce çocuğa karşı da sorumluluğumuz vardır.

Çocuklar sadece savaşta ölmez. Bazen sessiz çığlıkların, bazen gürültülü çaresizliklerin içinde yaşama tutunmaya çalışırken; görülmek, duyulmak, fark edilmek isterler. Yavaş yavaş ölmek hatta ölememek diye bir şey vardır. Delik deşik olmuş bedenlerin hikâyesidir bu. Acıya gebedir her gün…

“Yağmuru kim döküyor, Ünzile kaç koyun ediyor? Dayaktan uslanalı hiç soru sormuyor.”

Anneler, göğe dua ile açılmış ellerin adıdır. Hüznü ve sevinci bağrında besleyen bir denizdir. Tam düştüm dediğimiz yerde bileğimizden kavrayıp çeken eldir.

Emeğin, cefanın, direnişin, sabrın, sevginin adıdır anne. Bu yüzden el kadar çocuklara yakışmaz anne olmak.

Bir “kız çocuğunun” gözünden akacak yaş için, kurban edilmeye çalışılan bedeni için dünyanın altı üstüne gelmelidir.

Evet, çılgın zamanlarda yaşamak bize düştü. İnsanı, çocuğu, sevinci, düşünceyi, hayali öldürmek isteyenlere karşı bizler de çocuklarımızın hem arkasındaki dağ hem yanındaki gölge hem de tutunduğu dal olmalıyız.

Bu seferki evcilik oyunu değildi. Kız çocuklarımızı “Çocuk Gelin”, “Çocuk Anne” yapan düzeni reddediyoruz. Seviyormuş gibi yapıp sinsice yaklaşan o dilleri, iyi niyet elçisi gibi davranıp namlusu dolu silahı kız çocuklarına çekip; öldürmeyen ama ölene kadar süründüren, yoksun bırakan, esir alan düzeni reddediyoruz.

“Gelin ettiler beni, ellerim kınalı,

Daha yaşım küçük benim kıydılar bana

Beni senden uzaklara gönderme ana,

Dardayım anam zordayım anam kime neyleyim

Senden başka kimim var ki, kime söyleyim?” 

                                           Musa Eroğlu, Çocuk Gelinlere Ağıt

Böyle bir yazı yazdıktan sonra Anneler Günü’nü kutlamak pek içime sinmiyor açıkçası. Yine de usulen bütün annelerimizin Anneler Günü kutlu olsun…

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Makbule Bilge Demir
Makbule Bilge Demir
Bir şey vardı bana usul usul seslenen. "Küçük bir şehirden dünyayı görebilir, seslenebilirsin. Esas olan ruhtur." diyen. Sesin peşinden yürüdüm. O "Dünya" kitaplardı. Çantama aldığım bir ton kitapla ruhum yontulmaya başladı. Ben Bilge, Martin Eden'ın kadın versiyonu gibi hissediyorum kendimi. Bir kadının Bilgelik Yolculuğu ve bu yolun gönüllü işçisi. Ben, Bilge!

POPÜLER YAZILAR