Pazartesi, Ekim 27, 2025

En Çok Okunanlar

spot_img

Benzer Yazılar

İyi ki…

1923 yılının ilk karı yağmıştı Ankara’ya. Mukaddes Hanım, her sabah yaptığı gibi yine gün doğmadan uyanmış, kafasında onlarca düşünce ile isteksizce mutfağın yolunu tutmuştu. Eşi Mahmut Bey ve çocukları ise sıcacık yataklarında uyumaktaydılar. On dokuz yıllık evliliklerinde evlerinin rutini buydu. Evin kadını, eşine hizmette ve saygıda kusur etmezdi çünkü, etmemeliydi. Karşılık da beklemezdi gösterdiği saygıdan. O zamanlar çamaşırlar ve bulaşıklar elde yıkanırken, yemek pişirmek, sofra kurmak, evin temizliği, çocukların bakımı gibi işler de o hanenin kadınına aitti. Kısacası evin yegâne hizmetlisi kadındı ve nadiren dışarı çıkardı. Dünyaya açıldığı yerler de komşu evleri olurdu genellikle. Yakınsa tabii. Yanında kocası olmadan sokaklarda dolanamazdı keyfince. Onca işin gücün arasında zaten zamanı da olmazdı. Kim bilir içinde ne fırtınalar kopardı ama susardı kadın, sessiz çığlıklarını duyurmazdı kimseye. Kocası ister, kadın yapardı. Hayır deme lüksü yoktu. Büyüklerinden gördüğü de buydu. Kim yapmıştı ki bu görev tanımlarını? 

Evlendiklerinde henüz on altı yaşındaydı Mukaddes. Oysaki eğitimini tamamlayıp öğretmen olma hayali vardı. Bir gün babası gelip, “Bekir amcanın oğlu Mahmut’la evleneceksin kızım,” dediği o anda suya düşmüştü tüm hayalleri. Kalemlerini ve defterlerini üzülerek bıraktı bir kenara, tencereler ve tavalar alacaktı onların yerini. Evinin hanımı olmalıydı çünkü. Kadın kısmı okumasa da olurdu. Gözyaşları sel oldu, içine aktı bir şelale misali. Gözlerinden okunuyordu ‘hayır’ çığlıkları, ancak okuyabilen yoktu. İtiraz etmedi, babaya karşı gelinmezdi çünkü, onun dediği her şey kabul görür, buyrukları anında yerine getirilirdi. Kraldı ya kendisi! Neyse ki kocası Mahmut bakımından şanslıydı Mukaddes. Okumuş adamdı ne de olsa. Bazı eski âdetlerden o da şikayetçiydi ve o kadar da zindan etmemişti hayatı. O yıllara kadar toplumun normaliydi kadının yaşadıkları ve aslında yaşayamadıkları. Heba olmuş, bir kenara itilmiş, unutulmuş hayatlar…

O gün otuz beşinci doğum günüydü Mukaddes’in. Sabah yine tüm ev halkından önce uyanmış, altı çocuğu ve Mahmut Bey için sobada pişireceği ekmeğin hamurunu hazırlamaya koyulmuştu. İçinde az da olsa bir mutluluk vardı. Öğle vaktinde komşuları gelecekti çünkü. Kutlama yapacaklardı kendi aralarında. Kimin doğum günü ise onun evinde toplanırdı komşu kadınlar. Ufak hediyeler götürürlerdi birbirlerine, el emeği hediyeler. Hızlıca kahvaltı masasını hazırlayıp uyandırdı evdekileri. Bir an önce sofrayı kaldırarak ev işlerini halletmeliydi. Birkaç saat sonra gelecekti misafirleri. Mahmut Bey’i işe yolladıktan sonra alelacele çocuklarını giydirdi, yukarı mahalledeki okullarına götürüp bıraktı. Koşar adımlarla evine döndü. Misafirlerine ikramlıkları hazırlarken bir yandan da masayı kurmaya koyuldu.  Böreğini açtı, kek, poğaça, salata ve kısır yaptı. Her şey tamamdı. Elbisesine yapışmış olan hamur parçalarını fark edince üzerini değiştirmek için odasına gidiyordu ki kapı çaldı. Gelen, yan evde yaşayan komşusu Hacer’di. 

“Hoş geldin Hacer Abla, sen geç otur, üzerimi değiştirip hemen geliyorum,” diyerek yine koşar adımlarla odasına gitti. Hacer ellili yaşlardaydı. Üç kızı vardı. Kocası, “Erkek adamın erkek evladı olur, bir oğlan çocuğu veremedin bana!” diyerek eve bir kuma getirmişti yıllar önce. Çaresiz kalmıştı Hacer. Ne çok dert çekmişti ve çekmeye de devam edecekti. Sineye çekip oturmaktan başka seçeneği de yoktu. O zamanlarda kadınlar kendi istekleriyle boşanamazlardı kocalarından. Düşünemezlerdi bile bu fikri. Kader bu ya, kuma gelen kadının da iki kızı olmuştu. O mendebur adam üstüne üstlük zavallı kadınlara sürekli şiddet uyguluyordu. Kocaydı ya, hakkıydı, yapardı! Konu komşuya anlatmıyorlardı kadınlar kendi evlerinin içerisinde maruz kaldıkları tokatları, el alem ne derdi? Ancak tüm mahalle duyuyordu yaşanan kavga dövüşleri. Kadınlar suspuslardı, olması gerektiği gibi…

Kapı çaldı yine. Sevda’ydı gelen. Henüz on yedi yaşındaydı. Evleneli dokuz ay olmuştu ve karnı burnundaydı. Her gün dua ediyordu bir oğlu olsun diye. Toplumun baskısı ile kendileri gibi düşünceleri de tutsaktı kadınların. Oysa hayalinde hep bir kız çocuk sahibi olmak yatıyordu. Kimse bilmiyordu bu hayalini. Aralarında en toy olandı. Bu mahallenin çocuğuydu. İlkokuldan sonra babasının isteğiyle okuldan ayrılmış ve on altısında da yine babasının isteğiyle evlenmişti. Üstelik mahallenin en sevimsiz genciyle. Sevda’nın gönlü başka birindeymiş aslında ama o da tıpkı diğer kadınlar gibi susarak kalbine gömmüş sevdiceğini. Sevdiceği de dahil hiç kimsenin haberi olmamış bu sevdadan. 

Sevda henüz kapıdan girmemişti, arkasından gelen Meryem ve Hanife’yi görünce bekledi kapı eşiğinde. Üçü birlikte girdiler içeriye.

“Hoş geldiniz hanımlar!” diyerek gülen yüzüyle karşıladı Mukaddes misafirleri. “Buyurun sofraya.”

Mükellef bir masa hazırlamıştı Mukaddes. Bir araya geldiklerinde kurulan sofralar çok kıymetliydi her biri için. Kayıp benliklerini buluyorlardı masa başı muhabbetlerinde. Zaten hayata katıldıkları, kadın kadına insan içine karıştıkları kaç meclis vardı?

Hâller hatırlar soruldu, hediyeler verildi. Keyifleri yerine gelmişti hanımların. Meryem birden heyecanlı ve fısıldayan bir ses tonuyla: “Cumhuriyet ilan edilecekmiş diye duydum. Doğru mudur acep?” dedi.

“Cumhuriyet ne ola ki?” dedi Hacer.

Mukaddes: “Mahmut bahsetmişti bu mevzudan. Rivayet yayıldığına göre doğru olabilir. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Hadi inşallah!” 

Hacer: “O ne hanımlar?”

“Mektepte muallim anlatmıştı. Cumhuriyet, halkı yönetecek olanları halkın kendisinin seçmesiymiş. Padişahlar yönetemezmiş memleketi. Ayrıca tüm insanlar eşit haklara sahip olurmuş,” diye yanıtladı Sevda.

“Nasıl olur bu?” diye hayrete düşmüş bir şekilde sordu Hacer.

“Birkaç ay evvel saltanat kaldırıldı ya, tevekkeli değil ama bir şeylerin değişmesi muhtemel,” dedi Mukaddes.

Sevda: “Bir tahayyül edin hele, biz kadınlar için esasen ne kadar da mühim bir mevzu. Düşünsene Hacer Abla, evdeki herifi def edebileceksin başından.” 

Gözlerinin içi parıldayan Hacer heyecanlı bir tavırla, “Demeee! Hadi inşallah!” dedi.

“Mukaddes Abla, sen de hep içinde kalmış olan hoca olma arzunu gerçekleştirebilirsin. Kadın ve erkek eşit haklara sahip oluyormuş Cumhuriyet geldiğinde,” dedi Sevda.

Hanife: “Bu anlattıkların iyi, hoş ama hayal gibi geliyor hepsi.”

“Benim inancım var, yarınlar daha aydınlık olacak!” dedi Meryem.

Hanımlar bir süre daha muhabbete devam ettiler. Hava kararmak üzereydi, herkes evinin yolunu tuttu. Hepsinin aklında aynı umut belirmişti: Cumhuriyet…

Alışılageldik ‘erkek egemen’ toplumda ne çok ezilmişti kadınlarımız. Hayatta hep ikinci planda kalmışlar, hatta görünmez olmuşlardı zaman zaman; sürekli bir koşuşturmanın içinde yaşayan, hayatlarının çoğunu içine sığmakta güçlük çektikleri dört duvar arasında geçiren, yorulmak nedir bilmeyen, aslında en çok yorulan ama bunun farkında bile olmayan, dışarıdaki gerçek hayatı kaçıran görünmez kahramanlar. Yarın tam olarak neler olacağını ve neler yaşayacaklarını bilmiyorlardı belki ama ‘Cumhuriyet’’in ilan edileceği söylentisi bile kadınların içine umut tohumlarını serpmişti. 1923’ten bugüne kadar meşakkatli yollardan geçen kadınlarımız günümüzde sahip oldukları muazzam gücün artık farkındalar ve toplum içinde hak ettikleri yerlerde, dilediklerince yaşamaktalar. Bugünlere gelmemize sebep olan, Türk kadınları olarak her birimizin minnettar olması gerektiği tek bir isim var: Mustafa Kemal Atatürk! İyi ki!.. Ruhun şâd olsun…       

Burcu Bilgili
Burcu Bilgili
Eğitim hayatına TED Ankara Koleji’nde başladı. Bir dönem Bilkent Üniversitesi’nde okuyup COPE Sertifikası (İngilizce Yeterlilik Sertifikası) aldıktan sonra Farsça öğrenme hevesiyle gittiği Ankara Üniversitesi, Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 1999 yılından bu yana pek çok alanda ‘Mütercim-Tercümanlık’ (İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce) yaptı ve yapmaya devam ediyor. Geçen yıllar içerisinde yüzlerce şiir, onlarca deneme yazısı, öykü ve hikâyeler yazdı. Son olarak 2025 yılının başında, şu an basım aşamasında olan, George Orwell’in ‘1984’ adlı romanını İngilizceden Türkçeye çevirdi. Onun için çeviri yapmak, bulmaca çözmek gibi ve yazmak en iyi terapi.

POPÜLER YAZILAR