Zincir gibi kolları… Hoyratça bedenime dolanırken beni kıskıvrak yakalıyor, örümceğin ağına düşürdüğü bir av gibi gafil avlıyor. Kurtulamıyorum, kimseye anlatamıyorum, bağırmak istesem de sesim çıkmıyor.
Kâbusum oldu. İplerim onun elinde, yapabileceğim hiçbir şey yok. Dayanmalıyım. Sesim çıktığı anda dünyaları başıma yıkabilir. Çok zor olsa da dayanmalıyım.
Sonbaharın serin rüzgârı apartmanın dar merdiven boşluğundan içeri sızıyordu. Cam aralıklarından giren rüzgâr, koridordaki eski gazeteleri hışırdatıyor, içerideki kesif kokuya karışıyordu. Nemin, rutubetin ve çürüyen yaprakların kokusu… Sanki mevsimle birlikte apartmanın içine de ağır bir ölüm sessizliği çökmüştü.
Beşinci kattaki Nermin Hanım, her zamanki gibi kapı deliğinden bakıyordu. Bu kez gördüğü manzara sıradan değildi. Selma’nın kapısı ardına kadar açıktı. En son, ikinci kattaki Serhat iti bağırıyordu içeriden. Cam kırılma sesleri gelmişti. İçeri kaçmıştı korkudan, sonrasını görememişti. Nermin’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir an tereddüt etti sonra ürkek adımlarla kapıyı açıp karşı daireye yaklaştı. “Selma?” diye seslendi, yanıt gelmedi. Elini kapının girişine koydu, bir daha seslendi yine yanıt alamadı. Dairenin içi darmadağındı. Devrilmiş bir sandalye, halıya saçılmış kitaplar, yerlerde tabak kırıkları… Ağır ağır, dikkatli adımlarla koridorun sonuna doğru yürüdü. Yatak odasına girmesiyle gördü onu: Selma, çırılçıplak halde, hareketsiz ve yüzünde donmuş bir dehşet ifadesiyle yatıyordu. Nermin’in nefesi kesildi, eli ağzına gitti, ardından boğuk bir çığlık yükseldi.
“Aman Allah’ım! Selmaaa!”
Çığlık apartmana yayıldı. Aşağıdan Serhat’ın hızlı adımları duyuldu. “Ne oluyor?” diye daldı içeri ama odaya bakınca gözleri dehşetle açıldı. Bir an dengesini kaybetti, duvara tutundu. Dakikalar içinde apartman karıştı. Kapılar açıldı, ayak sesleri, fısıltılar birbirine karıştı. Hülya Hanım, Selma’nın ev sahibiydi; üst kattaki teraslı dairede oturuyordu. Gözyaşları içinde aşağı koşmuş, “Gencecik kız, yazık oldu, yazık oldu,” diye tekrarlıyordu. Aslında Selma’dan birikmiş kiralarını alamadığınaydı üzüntüsü. Tipik bencil insan portresiydi Hülya.
Kısa süre sonra sokağa mavi tepe lambalarının ışıkları yansıdı. Başkomiser Can, deri ceketiyle içeri girdi. Yanında, elindeki deftere sürekli notlar alan, bir yandan da telefonuyla konuşan Taylan vardı. Odaya ilk bakan Can oldu. Bir süre kıpırdamadan, gözlerini kısarak baktı. Sonra derin bir nefes aldı, bir sigara yakmak geçti içinden, yakamadı, içten içe dumanı içine çekiyormuş gibi hayal etti. Sonra kendisine gelip olaya odaklandı.
“Maktul hakkında ne öğrenebildik?”
“Selma Hancı, yirmi yaşında, üniversite öğrencisi, ailesi Zonguldak’ta yaşıyor. Okumak için İstanbul’a gelmiş. Bu dairede iki senedir yalnız yaşıyormuş.”
“Aileye haber verin.”
“Verilmiş amirim.”
“Boğazında izler var,” dedi, yatağa yaklaşırken kısık sesle. “Bu kız boğulmuş.”
Taylan yatağın kenarına eğildi, yüzünü buruşturdu. “Bu halde olması…” dedi, eliyle maktulün cansız, çıplak bedenini göstererek, “bu tacizi düşündürüyor.”
Komşular kapı önünde fısıldaşıyordu. Biri, “Gece kavga sesleri duydum vallahi…” diyor; diğeri, “Serhat bağırıyordu yine…” diye isim veriyordu. En yaşlıca olanı, “Hep problemliydi o çocuk.”
Can, kapıya doğru döndü, sert bakışlarla kalabalığı susturdu. “Hepinizin ifadesi tek tek alınacak. Kim ne gördüyse ne duyduysa anlatacak.”
Olay Yeri İnceleme ekipleri cesetle işlerini bitirmişler, savcının olay yerine gelmesini bekliyorlardı. Ardından cesedi alıp gideceklerdi.
Savcı Bora’nın olay yerine ulaşması, saatler gece yarısını vurduktan sonra gerçekleşti. Maktulün boğulduğunu gösteren izler, evdeki dağınıklık, kadının çıplak oluşu bu davayı muhtemel cinayet yapıyordu.
Gece sabaha dönerken, sokağa çekilmiş sarı şeritler kaldırılmış, meraklı kalabalık dağılmıştı. İçeriden ceset poşetinde çıkarılan Selma, gecenin koyu karanlığında rüzgârla savrulan sarı yaprakların arasından sessizce ambulansa taşınmıştı. Komşuların fısıltıları, siren sesinin içinde kaybolup gitmişti.
Başkomiser Can, olay yerinden ayrılmadan önce Komiser Hasan’ın yanına gitti. “İlk izlenimin nedir?”
Adam yüzünü buruşturdu. “Boğulma bariz, tecavüz şüphesi de kuvvetli. Detay otopsiden çıkar ama maktul ölmeden önce zor anlar yaşamış.”
Can’ın yüzünden öfke okunuyordu. Yumruğunu sıktı ama sesi çıkmadı. Şehirde yine gencecik bir kadın öldürülmüştü. Faili kim bilir kimdi? Selma’nın ufacık bedeni, siyah saçları geldi aklına. Bir gencin daha baharı güze dönmüştü. O sırada Taylan yanına yaklaştı. Yanında asık suratlı, orta yaşlı bir adam vardı.
“Amirim, apartman yöneticisi Atilla Bey.”
Atilla donuk bir adamdı. Emekli yurt müdürüydü. Hiç evlenmemiş, apartmanda yalnız yaşıyordu.
“Bu apartmanda kuş uçsa benim haberim olur. Serhat ve Selma’nın ilişkisini elbette biliyordum ama bekâr insanlar, özel hayatları beni ilgilendirmez,” dedi.
Bu sırada Taylan söze karıştı. “Amirim, diğer komşularla konuştum. İkinci katta yaşayan Serhat’ın adını veriyorlar hepsi. Bu akşam saatlerinde Selma’nın dairesinden ikisinin tartışma sesleri duyulmuş. Sanıyorum maktulle ilişkileri varmış. Adamın kapısını çaldım ama açan olmadı. Boş gezenin tekiymiş, alkol problemi varmış. Civarda bir meyhanede takılırmış. Ben müsaadenizle bir ekip alıp intikal edeceğim.”
Çok geçmeden meyhaneden alınan Serhat, polis aracıyla merkeze doğru gidiyordu. Gözleri kızarmış, leş gibi alkol kokuyordu. Sigara içmekten bıyıkları sararmıştı. Üstünde eski bir mont, ayağında mevsime hiç de uymayan spor ayakkabılar vardı.
Merkezde sorgu odasına alındı. Can odaya girip karşısına oturdu, sorguya başlamadan önce adamı dikkatlice süzüyordu. Serhat ondan önce davrandı. “Ben yapmadım! Vallahi ben yapmadım, komiserim.”
Can, yerinden kalktı; masanın etrafından dolaşıp yanına gitti, gözlerini Serhat’ın üzerine dikti. “Akşam neler oldu? Anlat. Komşular kavga sesleri duymuş. “Selma ile bir senedir takılıyoruz. Apartmandakiler tutucu insanlar. Onun ev sahibi de rahibe kılıklı bir kadın. Bu yüzden saklıyorduk. Bu akşam kavga ettik, doğru! Aslında çok güzel vakit geçiriyorduk. Ancak Selma, malum, çok genç, saçma hayallere kapılmış. ‘Evlenelim,’ dedi. Halim ortada, benden koca olur mu?”
“Devam et.”
“Tartıştık, biraz birbirimizi itmiş olabiliriz. Beni evden kovdu, ‘Ben gönül eğlendirebileceğin biri değilim,’ dedi. Toparlandım, kendi daireme indim. Sonra ne yaptı, bilmiyorum. Ben öldürmedim! O benim sevgilimdi! Ayrılmak istedi ben de engellemeye çalıştım, o kadar!”
Taylan sertçe sordu: “Boynundaki çizikler? Tırnak izleri?”
“Onlar benden kurtulmaya çalışırken oldu! Dedim ya, itiştik. Onu seviyordum, ondan ayrılmak istemiyordum ama evlilik de bana göre değildi. Ben ona bir şey yapmadım, yemin ederim!”
Taylan, “Biz çok yeminler duyduk bu odada,” dedi.
Can derin bir nefes aldı. “Olay saati evde miydin?”
“Selma’nın yanından eve geçtikten sonra evde duramadım. Alkole ihtiyacım vardı ve evde kalmamıştı. Ben de bizim meyhaneye gittim.”
“Saat kaçta ayrıldın Selma’nın yanından?”
“Onun yanından kaçta ayrıldığımı tam bilmiyorum ama saat on civarı meyhaneye gitmiştim. Oradaki arkadaşlar, ‘Geç kaldın,’ deyip durmuşlardı.”
“Kim o arkadaşların? Söylediklerini teyit ederler herhalde.”
“Ederler elbette ama onlar polisleri pek sevmez. Size isimlerini versem de konuşmazlar sizinle.”
“Biz konuşturmasını biliriz,” diye küfreder gibi konuştu Taylan.
“Sen isimleri ver, gerisi bizim işimiz,” dedi Başkomiser. “Şahitlerinden teyit alana ve otopsi raporu gelene kadar seni gözaltında tutacağız. Senden de DNA örnekleri alınacak.”
Meyhanenin çevresinde güvenlik ya da trafik kamerası yoktu. Serhat’ın adını verdiği, o gece yanında olduğunu iddia ettiği arkadaşları onunla benzer ifade verseler de rapor olayda belirleyici olacaktı. Sonuçta arkadaşlar birbirini korurdu, sözler uçucuydu. Can her zaman bilimle kanıtlanmış delilleri önemserdi.
Üç gün sonra, sabahın ilk saatlerinde Can’ın eline ön otopsi raporu ulaştı. Ölüm nedeni boğulmaydı. Cinsel saldırı bulguları vardı. Vajinal yırtık tespit edilmiş, bulunan DNA’lar incelenmişti. Serhat’tan alınan örneklerle uyumluluk tespit edilmişti.
Taylan raporu kapattı rahatlamış gibiydi. “Başkomiserim, sanırım olay netleşti.”
Can gözlerini kıstı. “Öyle görünüyor ancak bu daha ön rapor. Kapsamlı raporu beklememiz lazım. Ek gözaltı süresi isteyelim. Hasan’ı da ara, kapsamlı rapor için elini biraz çabuk tutsun.”
Kriminal ekipten kapsamlı otopsi raporu iki gün sonra geldi. Selma’nın yatağın üzerindeki iç çamaşırında çok küçük bir miktar, farklı bir DNA örneği daha bulunmuştu. Önceki testlerde fark edilmemişti. Şimdilik kimliği belirsizdi.
Can dosyayı aldı, uzun uzun baktı. Sonbahar rüzgârı, odanın açık penceresinden içeri giriyor, evrakların kenarını hışırdatıyordu. Yılların deneyimiyle bu cinayetin daha derin, daha karanlık bir hikâyesi olduğunu hissediyordu. Dosyayı kapatmak için fazla erken olduğunu düşünüyordu.
Sonbahar bulutları gökyüzünü kaplamış, apartmanın önünde sarı yapraklar yağmurla karışık uçuşuyordu. Serhat, savcının onayıyla mahkemeye sevk edilmiş, oradan da tutuklu yargılanma kararıyla Metris’e gönderilmişti.
Taylan, apartmandaki komşuların ifadelerini tek tek gözden geçiriyordu. Hepsinin ifadesini okurken yüzlerini, hallerini aklına getirmeye çalışıyordu. Çoğu birbirini tekrar eden, korkuyla söylenmiş sözlerdi. İçlerinden bir tanesi dikkatini çekti: Nermin Hanım’ın ifadesi. Nermin, önce konuşmak istememişti, elleri titriyordu. Sonradan Taylan’ın kadını sakinleştirme çabası etkili olmuş, konuşmuştu.
“Nermin Hanım, siz apartmanda herkesten eskiymişsiniz. Komşularınız tüm günü evde geçirdiğinizi, akşamları da geç yattığınızı söylüyorlar. Bildiğiniz, gördüğünüz bir şey varsa anlatın.”
“Ben… şey… sadece kavga seslerini duydum,” demişti kadın. Gözleri dolmuş, dudakları bir çizgi halini almıştı, elleri birbirine kenetliydi.
Taylan, Nermin’in bir şeyler bilip sakladığını düşündü. Aklından geçenleri amirine de anlattı. Can’ın aklında zaten kuşkular vardı. İlerleyebileceği bir yol arıyordu. “Bu kadından bir şeyler çıkabilir, ben de görüşmek istiyorum,” dedi.
Can, savcından aldığı yeniden ifade alma izniyle sorgu odasına girdi. Savcıyı dosyayı kapatmamak için ikna etmek zor olmuştu. Neyse ki Can, ikna kabiliyetini kullanmış, şüphe tohumlarını savcının içine de ekmeyi başarmıştı.
“Sayın Savcım, Serhat Çeken inatla o akşam on civarı meyhaneye gittiğini, gecenin kalanında da orada olduğunu söylüyor. Beraber kafaları çektiği arkadaşları da onu doğruluyor ama ne mekânda bir kamera görüntüsü var ne sokakta. Maktulün ölüm saatiyle aynı saatler. Bir kişi aynı anda iki yerde olamaz. Müsaadenizle ben ve ekibim araştırmalara devam etmek istiyoruz.”
Nermin merkeze geldiğinde panik halindeydi. “Beni buraya neden getirdiniz?” diye sorup duruyordu.
Can kadına olabildiğince sakin yaklaştı. İşbirliği yaparsa Selma’nın katilinin yakalanması için çok faydalı olacağını söyledi. Selma sonunda çözüldü. Büyük sır, çok karanlık ve çok derindeydi.
“Atilla Bey’i Selma’nın kapısında görürdüm bir süredir. Apartmana girişlerinde de kızcağızı durduruyordu. Pazardan dönerken iki defa şahit olmuştum.”
“Neden durduruyordu? Ne söylediğini ne istediğini biliyor musunuz?”
“Kapı önünde söylediklerini duymuştum biraz. Edepsiz şeylerdi. Atilla Bey’e hiç yakıştıramamıştım. Belki de yanıldım sanmıştım. ‘Ona var da bana yok mu? Yaşlı mı buluyorsun beni?’ gibi şeyler söylüyordu. Ama emin olamadım, kimseye bir şey söylemedim.”
Odanın içinde buz gibi bir hava esti. Taylan öne eğildi. “Yani diyorsunuz ki Atilla, Selma’yı taciz ediyordu.”
Nermin başını eğdi. “Evet… hayır… ben bilmiyorum. Atilla benim ev sahibim. Günahını almak istemem. Çok otoriter biridir. Eskiden yurdunda kalan kızlara nasıl davranırsa apartman sakinlerinde de öyle davranıyordu. Kurallarına sıkı sıkıya bağlı biridir. Sanmam, yapmaz böyle bir şey.”
Can derin bir nefes aldı. İşler bambaşka bir yöne gidiyordu. “Hem duydum diyorsun hem yapmaz diyorsun. Bir karar ver Nermin Hanım.”
Nermin suçlu bir şekilde başını önüne eğdi. “Ben yaşlı bir kadınım, kiramı zor ödüyorum. Evsiz kalmak istemiyorum. Korkuyorum,” diyebildi.
Durumu anlayan Can, kadını sorgu odasında bırakıp çıktı. Taylan da onu takip etti. “Atilla’yı alalım,” diyen sesinden, Can’ın sinirlerine zor hâkim olduğu anlaşılıyordu.
Aynı gün teknik inceleme ekibinden bir haber geldi. Selma’nın odasındaki bilgisayarda bazı dosyalar bulunmuştu. Can dosyaları açtı, bunlar günlük tarzı yazılmış yazılardı. Taylan’la okumaya başladılar. Her dosyayla şaşkınlıkları artıyordu.
“Başkomiserim… bu satırlar Atilla’yı işaret ediyor.”
Can sert bir ifadeyle başını salladı. “Serhat’ın DNA’sı bir parça gerçeği gösteriyor. Ama asıl kilit, bu küçük miktardaki ikinci DNA’da. Ve o da Atilla çıkacak. Hemen getirin merkeze, örnekler alınsın.”
Çok geçmeden Atilla, karakolun soğuk sorgu odasındaydı. Üzerinde koyu gri bir ceket, sırtı dik, elleri masanın üstünde kenetliydi. Yıllarca yurtlarda “disiplin” adı altında emirler yağdırmış adam, hâlâ kendinden emin görünmeye çalışıyor, hâlâ kuyruğu dik tutuyordu. Yine de Can’ın öldürücü bakışları karşısında göz kapakları hafif titredi.
Can dosyayı masanın üstüne bıraktı. “Selma’nın iç çamaşırında ikinci bir DNA bulundu. Çok küçük bir miktar ama yeterli. Tespit için senden de örnekler alınacak,” dedi.
“Ne münasebet!”
“Ne münasebetle olduğunu bize apartmandakiler anlattı. Boşuna kıvırmaya çalışma, seni pis sapık!” derken Taylan yine sinirine yenilmişti.
Alınan örneklerle eşleşme sağlandı. Sorgu odasında yüzüne çarpılan tokatla Atilla’nın dudakları gerildi; Taylan’ın beş parmağının izi adamın yanağındaydı. Taylan hiddetle adamın yakasına yapışmıştı.
“Kim bilir yıllarca yurtta kalan kızlara neler yaptın sen? Hayvan!”
Can araya girdi. Karta kaçmış Atilla’yı, Taylan’ın pençeye dönmüş ellerinden kurtardı. Sorgu odasındaki sandalyeye bir çuval gibi attı.
“Dışarıdan bakıldığında kuralcı, sert, soğuk… İçerideyse bir sapıksın sen Atilla. Ne yaptın Selma’ya, anlat.”
Atilla’nın gözleri parladı, sanki kendini ele veren bir gururla konuştu. “O bana meydan okudu. Benim otoritemi tanımadı. Yıllarca kimler geldi geçti elimden. Biri bile bana karşı çıkamamıştı. O orospu Serhat’la yatıp kalkıyordu. Bana gelince ‘Olmaz,’ dedi. Genç istiyordu küçük fahişe. Ben de mecbur kaldım, ona zorla gençliğimi kanıtladım. Ona haddini bildirdim!”
Can yumruğunu masaya vurdu. Taylan zaten ateş arayan barut gibiydi. “Haddini bildirmek, he? Gel, ben sana had bildirmek nasıl olur, göstereyim.”
“Tecavüz edip sonra boğdun mu kızı?”
Atilla’nın yüzü gerildi. “Avukatımı istiyorum,” dedi ve bir daha konuşmadı. Sessizlik odaya çöktü.
“Değil avukat, baro heyeti gelse seni artık kurtaramaz, Atilla,” dedi Can.
Atilla ertesi gün tutuklandı. Apartmandakiler yıllardır onun tavırlarını görmezden geliyordu. Selma’nın maruz kaldığı şiddetin farkındaydılar ancak susmuşlardı. Sessizlik bazen suç ortağıydı. Selma’nın ölümü yalnızca bir katilin değil, suskunluğun da eseriydi.
Eğer bir gün bu yazdıklarımı okuyan olursa bilsin ki ben yalnız değildim. Olanları herkes görüyor ama herkes susuyor. Sessizlik en ağır zincir. Onun kollarından bile ağır. Keşke sesimi daha yüksek çıkarabilsem, keşke biri beni duysa.
Ben Selma. Atilla’dan korkuyorum. Beni sürekli köşeye sıkıştırıyor. Ev sahibime söylemekle, beni evden attırmakla tehdit ediyor. Sesimi çıkaramıyorum. Serhat bilse delirir, başı belaya girer.
Nermin Teyze görüyor beni kapıda sıkıştırdığını. O da konuşmaz, herkes gibi o da susuyor. Serhat’ı sevmesem bu eziyete katlanamam. Bazı akşamlar Serhat’tan hemen sonra geliyor. Bir defalık dediğinin üzerinden aylar geçti. Eziyet hiç durmadan devam ediyor. Evden atılırsam ailem duyar. Ne kadar üzülürler ne kadar kirlenirim gözlerinde… Konuşamam, dayanmalıyım ama çok zor.
Neden ben diye soruyorum bazen. Neden kimse yardım etmiyor diye düşünüyorum ama en çok da hayatın neden bu kadar pespaye, insanların neden bu kadar kirli olduklarını anlayamıyorum.
Buna ne kadar daha dayanırım bilmiyorum.



