Müzeyyen Senar anısına saygıyla…
Bir sanatçıyı tanımanın iki yolu vardır: Onu dinlemek ve onu anlamak.
Müzeyyen Senar’ı dinlemek kolay, elimizin altında kayıtlar var.
Ama onu anlamak, sesine güç veren zorlukları bilmek, dönemini onunla tanımak, her anıda farklı bir Müzeyyen’le tanışmak; bambaşka bir yolculuk…
Sene 1918. Bursa’nın Gököz köyünde yaşayan, “Cerrah’’ lakaplı, kıraathane sahibi Mehmet ile ipekböcekçiliği yaparak geçimini sağlayan Zehra’nın; sekiz ve dört yaşlarındaki iki çocuğundan sonra, bir çocukları daha dünyaya gelir. Adı, Müzeyyen olacaktır.
Müzeyyen ilk günden itibaren annesinin şarkılarıyla büyür. Ninnileriyle değil, şarkılarıyla. Kadife sesli Zehra, köyün düğün ve mevlitlerinde aranan kişidir. Bazen neşelendirir, bazen gözyaşlarına boğar insanları… Sadece sesiyle, şarkılarıyla. Zehra, yeni bebeği Müzeyyen’i de her gün, her gece şarkılarıyla büyütür. Müzeyyen üç yaşına geldiğinde, artık annesinin söylediği şarkılara eşlik etmeye başlamıştır.
Bursa, Yunan işgaline uğradığında Cerrah Mehmet Bey, Yunan askerlerin zührevi hastalıklarıyla ilgilenir ve kese kese altınla ödeme alır. Bu bolluk onu evden uzaklaştırır. 1922’de düşman Bursa’yı terk ettiğinde Mehmet Bey eskisi gibi para kazanamaz olur ve evde geçim sıkıntısı başlar. Zehra’nın ise geliri, ipekböcekçiliğinden kazandığıyla sınırlıdır.
Zehra bir yıl sonra, bir gün küçük Müzeyyen’i elinden tutar ve bir şenlik alanına götürür. “Mustafa Kemal Paşa, Cumhuriyet’i kurdu,’’ diyerek Müzeyyen’e şenliğin sebebini anlatmaya çalışır. Müzeyyen küçük bir kız çocuğu olarak sadece oyun oynamaya ve eğlenmeye bakar; genç bir kız olduğunda, ona bugünü yaşatan Mustafa Kemal Paşa’nın huzurunda şarkılar söyleyeceğinden bihaberdir.
Günümüzde olduğu gibi, o dönemde de Bursa’da hamamlar çok meşhurdur. Dolmalar, tatlılar, börekler götürülür; kanun ve tefler eşliğinde, hamamlarda şenlikli zaman geçirilir. Tabii hamamdakilerin en büyük eğlencesi güzel sesli Zehra Hanım ve Müzeyyen’in şarkı söylemeleridir. Düğünlerde de Müzeyyen ve annesi Zehra Hanım şarkı söylemekte, Müzeyyen çocuk yaşına rağmen sesiyle herkesin dikkatini çekmektedir. Bir gün, gittikleri bir düğünde annesi Zehra Hanım pek sesini çıkarmaz, tüm şarkıları baştan sona Müzeyyen söyler ve herkesi kendine hayran bırakır. Annesi o gece, Müzeyyen’in başından ayrılmaz, kızına nazar değmesin diye sabaha kadar dua okur.
Müzeyyen sabah uyandığında konuşamıyordur. Sebebi bilinmeyen bir şekilde kekeme olmuştur. Hocalar, doktorlar, komşu tavsiyeleri, minarede gezdirilmiş ballar… Hiçbiri, Müzeyyen’in durumuna çare olmaz. Ancak şarkı söylerken bu durum ortadan kayboluyordur. Derdini konuşarak anlatamadığı için çok üzülen Müzeyyen, artık gün içindeki konuşmalarını şarkı söyleyerek yapmaya başlar. Müzeyyen üçüncü sınıftayken Latin harfleri kullanılmaya başlar ve Müzeyyen’in konuşması bu harflerin telaffuzuyla birlikte yavaş yavaş düzelir.
Mehmet Bey’in har vurup harman savurmasına ve kendini aldatmasına dayanamayan Zehra Hanım, bir gün tüm eşyalarını toplar ve İstanbul’a, kardeşinin yanına gider. Müzeyyen, annesinin olmadığı her geceyi, kendine annesi gibi şarkı söyleyerek geçirir ve on iki yaşına geldiğinde, babasının sarhoş olduğu bir gecenin sabahında, hayatını değiştirecek o yola çıkar. İstanbul’da annesini bulmak ve onunla yaşamak istemektedir. Sirkeci’de Müzeyyen’i tek başına gören bir hanımefendi yardım eder ve Müzeyyen’in ailesini bulurlar. Müzeyyen İstanbul’da okula başlar. Sesindeki yeteneği fark eden öğretmenlerinin desteğiyle Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne kaydolur.
Cemiyet hocaları Hayriye Örs Hanım ve Kemal Niyazi Bey, bir yıl kadar sonra Müzeyyen’in daha yoğun, daha derin bir eğitim alması gerektiğine karar verir. Müzeyyen bundan sonra müzik eğitimine Hayriye Hanım’ın evinde devam edecektir. Bir süre sonra Müzeyyen’i getirip götürme işi annesi için yorucu olmaya başlar. Müzeyyen artık Hayriye Hanım’ın evinde kalacaktır. Hayriye Hanım’ın evindeki eğitiminde de ilerleyince, hocaları Müzeyyen’i İstanbul Radyoevi’ne götürür. Müzeyyen, artık her perşembe radyoda dinlenecektir. Bir süre sonra, perşembe ve cumartesi olarak haftada iki gün radyoda olacaktır. Bir gün, İstanbul Radyoevi’nin bulunduğu yerdeki Belvü Gazinosu’nun sahibi Dervişzade İbrahim Bey, Müzeyyen’le tanışmak için radyoya gelir ve ona gazinoda iş teklif eder. Müzeyyen, Dervişzade İbrahim Bey’e, ailesiyle konuşması gerektiğini söyler. Dervişzade İbrahim Bey, ertesi gün soluğu Müzeyyen’in evinde alır, aileyle tanışır ve teklifini yapar. Fakat bir sorun vardır: Müzeyyen henüz on beş yaşındadır. Neyse ki eniştesinin Bursa’daki tanıdıkları ile bu durum çözülür ve Müzeyyen’in doğum tarihi nüfusta 1913 olarak düzelttirilir.
Belvü’deki ilk gecesinde büyük hayranlık uyandıran ve her hafta sahnesine başarıyla devam eden Müzeyyen, Mulen Ruj’da da sahne almaya başlar. Daha sonra eniştesinin yaptığı bir anlaşma ile içinde on eser bulunan bir taş plak çıkarır. İlerleyen süreçte Selahattin Pınar ve Sadettin Kaynak ile çalışmaya devam edecektir. Sahne hayatına yeni başladığında, farklı çevrelerden kendisine gelen “Başka sanatçılar gibi söyleme, kendi yorumunu bul,’’ önerilerini dikkatle dinlemiş ve özgün tarzıyla Müzeyyen Senar olmuştur. Kendisi, şarkı söyleme tarzını “çıngır çıngır’’ olarak nitelendirmektedir.
Cumhuriyet’in, kamusal görünürlük imkânlarını kadınlar lehine kurduğu bir zamanda; o, sahnelerin merkezindedir. Yalnız repertuarıyla değil; beden dili, diksiyonu, gülüşü ve zarafetiyle bir ekolun kurucusudur.
1935 yılında, Müzeyyen on yedi yaşındayken, eniştesi; annesi ve Müzeyyen’i evden kovar. Zehra Hanım’la Müzeyyen kendilerine yeni bir hayat kurarlar. Bu arada Müzeyyen Bursa’da, İstanbul’da, Ankara’da ve Eskişehir’de program yapmaya devam eder. Eskişehir turnesinde, ilk eşi olacak ve Senar soyadını alacağı Âli Senar’ın dikkatini çeker. Âli Senar, o sırada Porsuk Oteli’nin müdürüdür. Müzeyyen İstanbul’a döndükten bir süre sonra, bir gün annesiyle alışverişe çıktığında Âli Senar’ı karşısında görür. Âli Senar, Eskişehir turnesinde Müzeyyen’i ilk gördüğü andan itibaren âşık olmuştur ve onunla evlenmek istemektedir. Annesinin desteğini alan Müzeyyen ve Âli Senar sade bir törenle evlenir. Müzeyyen, sahneye artık Müzeyyen Senar olarak çıkacak ve daha iyi bilinip tanınmaya başlayacaktır. Evlilikleri boyunca kayınvalidesi, Müzeyyen Senar’a pek iyi davranmaz ve onu hep üzer. Beraber katıldıkları dost buluşmalarında genç hanımların Müzeyyen Senar’a olan ilgisini kaldıramaz. Müzeyyen Senar bu buluşmalarda udu eline alıp şarkı söyledikçe kayınvalidesi huzursuz olur. Âli Senar da ev içindeki durumlardan huzursuz olmakta, aynı zamanda Müzeyyen Senar’ın eve gelen bestekâr arkadaşlarından da rahatsızlık duymaktadır. Müzeyyen Senar kendisi gibi ses sanatçısı ve müzisyen arkadaşlarıyla evde çalıştığı için çoğu kez Âli Senar Bey ile tartışmıştır.
Bir yıl içinde Müzeyyen Senar hamile kalır ve ilk çocuğu Ergun’u dünyaya getirir. Müzeyyen Senar, oğlu Ergun’u şarkılarla büyütecektir; tıpkı annesinden öğrendiği gibi. Kayınvalidesi ise Ergun’u kendi büyütmek ister. Âli Senar da bu fikri destekler fakat Müzeyyen Senar bunu kabul etmez. Eşyalarını toplayıp eşi ve kendi annesi Zehra Hanım ile birlikte yeni bir ev tutar. Hayatının dönüm noktalarından biri bu evde yaşanacaktır.

1936 yılının Aralık ayında bir gün bu yeni evin kapısı heyecanla çalınır. Gelen, Nubar Tekyay’dır. “Hadi hazırlan, Dolmabahçe Sarayı’na gidiyoruz, aşağıda Paşa’nın gönderdiği araba bekliyor,’’ der. Müzeyyen Senar ve eşi, hızlıca en şık kıyafetlerini bulup giyerler, kapının önünde bekleyen otomobile binerek Saray’a doğru yol alırlar. Saray’a vardıklarında, Mustafa Kemal Paşa’nın oturduğu masaya doğru yönlendirilirler ve Atatürk’ün yaveri takdim eder: “Paşam, Müzeyyen Hanım ve eşi.’’ Atatürk “Gel yavrum, buraya, yanıma otur,’’ der. Müzeyyen Senar, heyecandan kendini çimdikler ve Atatürk’ün yanına oturur, aynı salonda saz arkadaşlarının da bulunduğunu görünce bir nebze rahatlar. Çok geçmeden Atatürk, yaverini çağırır ve kulağına bir şeyler fısıldar. Yaver, Müzeyyen Senar ve Âli Senar’ı salondan dışarı davet eder. Dışarıda onları berber beklemektedir. Atatürk, Müzeyyen Senar’ın saçlarının kısaltılması ve dönemin modasına uyulması; aynı zamanda Âli Senar’ın da bıyıklarının kesilmesi için talimat vermiştir.
Müzeyyen Senar yeniden içeri girer ve Atatürk’ün yanına oturur. Atatürk, Müzeyyen Senar’dan şarkı defterini ister. Bir taraftan rakısını yudumlarken bir taraftan şarkı seçer. Müzeyyen Senar’dan bir şarkı söylemesini ister. Saz arkadaşlarından uzakta, masada olmasına rağmen Müzeyyen Senar şarkıyı hatasız icra eder. Atatürk çok beğenir ve durmadan şarkı söylemeye devam etmesini ister. Sabahın ilk ışıklarına kadar bu şahane akşam devam eder. Paşa sofradan kalktığında sazlar susar. Yaver, Paşa’nın ayarladığı şoför ile eve bırakılacaklarını söyler ve “Paşamızın size armağanı,’’ diyerek bir zarf uzatır.
1937 yılının Mart ayında, yaver yeniden kapıda belirir ve Paşa’nın, Müzeyyen Hanım’ı Saray’a davet ettiğini söyler. Saz arkadaşlarına da araba gönderilmiştir. Müzeyyen Senar sade bir tuvalet giyer, makyaj yapar ve çıkar. O gece Dolmabahçe Sarayı’nda dış politika görüşmeleri vardır ve müziğe sıra gelmez. Gecenin sonunda kendisine bir zarfla teşekkür iletilen Müzeyyen Senar, “Ben bu akşam hiçbir şey yapmadım. Üstelik yedim içtim. Bu parayı kabul edemem,’’ der ve zarfı almaz.
Aradan aylar geçer, Haziran ayında kapıya gelen Selahattin Pınar’dır. Müzeyyen Senar’a hazırlanmasını, Atatürk’ün onu Bursa’ya emrettiğini söyler. Senar hızlıca hazırlanır ve ertesi sabah Mudanya vapuruna binerler. Mudanya’da onları karşılayıp otele götüren yine Paşa’nın yaveridir. Akşam olunca Müzeyyen Senar’ın yeri, yine Paşa’nın yanı olarak belirlenmiştir. Bu akşam da şarkılarla, türkülerle, şahane hatıralarla tamamlanır. Ertesi gün Selahattin Pınar, baloya davetli olduklarını söyler. Müzeyyen Senar balo için hazırlanır ve salona gider. Salonda oturma düzeni yoktur, sadece bir masa ve iki sandalye vardır. Kendisini o masaya yönlendirip oturmasını rica ederler. Birkaç dakika sonra salona Atatürk gelir ve Müzeyyen Senar’ın yanına oturur. Orkestra, dönemin tangosu Ayşe’ye başladığında, Atatürk Müzeyyen Senar’ı balonun açılış dansını yapmak için sahneye davet eder. Müzeyyen Senar dans bilmediği için çok heyecanlanır. Bunu fark eden Atatürk, biraz dans ettikten sonra Müzeyyen Senar’ı nazikçe masaya yönlendirir ve otururlar. Orkestra son parçasını çaldıktan sonra Atatürk, Müzeyyen Senar’ı sahneye alır; onun şarkıları çalınmaya, söylenmeye başlanır. Bu heyecanlı gece de bitince Müzeyyen Senar otele döner ve dinlenir. Ertesi sabah Paşa’nın yaveri, Müzeyyen Senar ve saz arkadaşlarını Ege vapurunun beklediğini, Paşa ile birlikte Ege vapurunda vakit geçireceklerini söyler. O gece Ege vapurunda şarkılar türküler söylenir, Atatürk Zeybek oynar. Sabah saatlerinde Atatürk’ün masadan kalkmasıyla program biter ve İstanbul’a dönülür.
1938 yılının Haziran ayında Senar, Savarona yatından çağırılır. Atatürk, hakkında çıkan hastalık dedikodularını doğrularcasına süzülmüş ve zayıflamıştır. Sofrada alkol yoktur, sigara da içmiyordur. Yine Müzeyyen Senar’ın defterinden şarkılar seçer ve Müzeyyen Senar icra eder.
Atatürk saat 15.00 gibi teşekkür ederek masadan ayrılır. Bu Müzeyyen Senar’ın onu son görüşüdür.
Cumhuriyet’in kadınlara sunduğu en büyük armağanlardan biri, sesini duyurabilme hakkıdır.
Müzeyyen Senar, bu hakkı onurlandırmıştır. Atatürk’ün davetleri, sadece bir beğeninin ifadesi değil, aynı zamanda yeni devletin “kadın sesi”ne duyduğu güvenin ilanıdır. Müzeyyen Senar’ın öncülük ettiği bu durum, Türk kadınının geleceği için özgüven mirası olmuştur.
Müzeyyen Senar, 1938-1941 yılları arasında, “Büyük bir mektep’’ dediği Ankara Radyosu’nun sanatçısı olur. Bu sırada Ergun’a babaannesi bakmaktadır. Âli Senar da Müzeyyen Senar’ın tüm ısrarlarına rağmen Ankara’ya taşınmamaktadır. Boşanırlar. Tüm Türkiye, kendisini Müzeyyen Senar olarak tanıdığı için bu soyadını kullanmaya devam eder. 1968 yılında da mahkeme kararıyla soyadını tashih ettirir.
Ankara Radyosu’nda sabahtan akşama kadar hem Türk Musikisi hem de edebiyat dersleri alır. Bir kelimenin yanlış telaffuzu, şarkının tüm havasını değiştirebileceği için edebiyat derslerine çok önem verir. 1940 kışından sonra Sadettin Kaynak ve başka değerli sanatçıların ısrarlarıyla İstanbul’a döner. Önce Kristal, sonra Maksim Gazinosu’nda okumaya başlar. II. Dünya Savaşı’nın en sıcak günleri olmasına rağmen İstanbul’da eğlence hayatı devam etmektedir.
1943-1951 yılları arasında, Ercüment Işıl ile evlidir ve bu evlilikten 1944’te Ömer, 1947’de Feraye doğar. Ömer İsviçre ve İngiltere’de okutulur. Ömer, Ulya Hanım ile evlendikten sonra çocukları olur ve iki ay Müzeyyen Senar’la birlikte yaşarlar. Bir gün Ömer annesiyle tartışır ve sonra yıllarca görüşmezler. Ulya Hanım, aradaki buzları eritip onları yeniden görüştürmüştür.
Feraye ise Londra’da okumuştur. Liseden sonra Clup 12’de caz söylemeye başlar. Orada Lem’i Tanca ile tanışır ve evlenir. Yedi ay sonra boşanırlar. Devam eden iki yıl boyunca Feraye bazen babasıyla bazen annesiyle kalır. O yıllarda Müzeyyen Senar, Türkiye’nin en büyük yıldızıdır.
Müzeyyen Senar, bir gün Feraye’yle davetli oldukları bir yemekten eve dönerken, Üsküdar’ın dar sokaklarında duyduğu bir müzik sesine kulak kesilir. Şoförü durdurur. Yanına Feraye’yi de alıp salona girer. Herkes şaşkınlıklar içinde onu izlerken o doğruca sahneye yürür ve başlar:
“Benzemez kimse sana…’’ Salondaki herkesi ne kadar mutlu ettiyse kendisi de o kadar mutlu olmuş ve huzurla eve dönmüştür.
1953’te, Türk hükümetinden izin çıkana kadar birkaç yıl boyunca imam nikahıyla birlikte olduğu Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza Bey ile evlenir. Bu evlilik 1955 yılına kadar sürer. Bu sürede sahneyi bırakarak evinin kadını olmak ister. Ev hayatını, düzeni çok sever. Dostlarına, evlatlarına ve hayvanlara çok düşkündür. Hatta bir köpek edinmek için Tevfik Hamza Bey ile sık sık konuşmaktadır. Tevfik Hamza Bey bunu kabul etmez ve elçilikte hayvan beslemenin mümkün olmadığı söyler. Yine bu konuyu tartıştıkları bir gecenin sabahında Tevfik Hamza Bey’e bir mesaj gelir. Mesajda Tevfik Hamza Bey’e bir iş atanır: Suudi Arabistan Kralı’na kangal yavrusu bulunacaktır. Tevfik Hamza Bey, Müzeyyen Senar’ı yanına alır ve Sivas’a giderler. Müzeyyen Senar burada yavru kangalların birini kucaklar ve Ankara’ya kadar yolculuk boyunca kucağında getirir. Elçilik bahçesindeki havuz boşaltılır ve Müzeyyen Senar’ın emekleriyle bu yavru havuzda beslenip bakılır. Bu yıllarda Müzeyyen Senar’ın sahnelerden uzak kalmasına dayanamayan hayranları ve çevresi, yoğun baskılar yaparak Müzeyyen Senar’ın sahnelere geri dönmesini sağlar.
1955-2004 yılları arasında aktif sanat hayatına devam eder. Bazen dinlenmek istese de yılın belli zamanları, belli şehirlerde ve hatta ülkelerde geçirerek konserlerini sürdürür. Artık, yeni kurulan her gazinonun, yapılan her açılışın, her önemli etkinliğin yıldız ismi olmuştur. Ankara, İstanbul, İzmir, Paris, Londra, Münih, Hamburg ve Amerika’da konserler veriyor ve aynı zamanda TRT programları yapıyordur. Türk sinemasının ‘Kerem ile Aslı’, ‘Ana Yüreği’ gibi kült filmlerinde de rol almıştır.
1992 yılında, ilk oğlu Ergun’un eşi vefat ettiğinde, Âli Senar’ın ikinci oğlu Sencer Senar ile karşılaşır ve uzunca sohbet ederler. Sencer Senar, Türkiye Denizcilik İşletmelerinde çalışmaktadır. Müzeyyen Senar da konser verme amacıyla uzun gemi seferlerine katılmaktadır. Daha sonraları, farklı dönemlerde gemi seyahatleri vesilesiyle Santorini, Yunan Adaları ve Barcelona gibi yerlerde, birlikte bolca vakit geçirirler. Sencer Senar bu süreçte babasının bu evliliğini bir de Müzeyyen Senar’dan dinleme ve Müzeyyen Senar’ı daha da yakından tanıma fırsatı bulur.
1996’da Müzeyyen Senar İstanbul’u bırakıp İzmir’e göçer. İzmir’de tesadüfen tanıştığı diş hekimi Sarper Bey sorar: “Müzeyyen abla, neden Bodrum değil de İzmir?” Senar’ın cevabı nettir: “Atatürk, Zübeyde Hanım’ı İzmirlilere emanet etmiş, ben de kendimi İzmirlilere emanet ediyorum.’’ Doktor Sarper ile aralarında başlayan dostluk ve hasta-hekim ilişkisi yıllarca devam eder, Müzeyyen Senar düzenli kontrollere gider. Bir seferinde Doktor Sarper Bey, diş bakımı sonrası ona altın çatal bıçak takımı ile çok şık bir sofra kurmuştur. Müzeyyen Senar bu sofrayı beğenmez ve “Bana Müzeyyen Hanım sofrası değil Müzeyyen abla sofrası kur, yoksa oturmam,’’ der ve sehpaya gazete serdirerek çilingir sofrası kurdurur.
Diş doktoru Sarper’in, Senar ile ilgili bir başka anısı da şöyle: Doktor Sarper’e her ziyaretinde farklı bir hediyeyle giden Müzeyyen Senar, bir seferinde de üzerine yarım altın yapıştırılmış bir kristal hediye eder. Üzerinde not olarak “Diş doktorum Sarper’e, sevgilerimle, Müzeyyen Senar’’ yazılıdır. Bir gece muayenehaneye hırsız girer ve neredeyse her şeyi çalar. Mahkemede hırsızla yüz yüze gelince Sarper Bey sorar: Kullanılmış, boş parfüm şişesini bile almışsın, üstünde yarım altın olan değerli kristali niye almadın? Hırsızın cevabı: “Beyefendi, o size Müzeyyen Senar’ın hediyesi. Parfümü yeniden alabilirsiniz ama onu bir daha bulamazdınız.’’
İşte İzmirliler Müzeyyen Senar’ı böyle sevmiştir.
1998 yılında Müzeyyen Senar’a Devlet Sanatçısı unvanı verilir. Ancak geç kalındığını düşündüğü için Senar bu unvanı kabul etmez. Bundan dört yıl sonra, 2002 yılında, Kültür Bakanlığı’ndan bir mektup alır. Mektupta Devlet Sanatçılığı unvanının resmi kararla iptal edildiği yazmaktadır. Müzeyyen Senar’ın cevabı gecikmez. İptal mektubunu aldığını belirtir ve ekler: “Büyük Atatürk’ün huzurunda Türk musikisini icra etmek imkânına sahip olmak, zaten benim için en büyük şeref ve en büyük ödüldür.’’
Cumhuriyet sayesinde kadınların; çalışma hayatında ve kamusal alanda görünür olma hakları vardır. Bununla birlikte; eleştirilerin, önyargıların, toplumsal baskıların kadınlar üzerindeki yükü her dönem ağırdır. Müzeyyen Senar, gerek eşlerinden gerek resmi makamlardan gelen her türlü baskıyı sesiyle, başarılarıyla bertaraf ederek “Cumhuriyet’in Divası’’ olmuştur.
Müzeyyen Senar, 6 Eylül 2006’da Sepetçiler Kasrı’nda efsane bir konser verdi.
Bu, onun veda konseriydi.
26 Eylül sabahı, çok sevdiği kedisini veterinere götürdüğünde rahatsızlandı. Beyin enfarktüsü geçirdiği ve sol tarafının felç olduğu açıklandı. Hastalığı süresince sesini kaybetti. Ama bunu bilmedi.
2015’in Ocak ayında durumu kritikleşti ve Önce Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinde, sonra Ege Üniversitesi Hastanesinde yoğun bakım servisine alındı. 8 Şubat sabahı 07.25’te gözlerini kapadı.
Şimdi; hayran olduğumuz tavrıyla ve kimseye benzemezliğiyle kalbimizde, aklımızda, masamızda.
Kaynaklar:
- Cumhuriyet’in Divası, Radi Dikici
- Müzeyyen Senar Efsanesi, Radi Dikici
- Sencer Senar



