93 Harbi…Diğer adıyla 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı,
Erzurum’un kara kışı evlerin pencereleri buz tutan, derme çatma barakaların olduğu zamanlar da 22 yaşında gencecik bir kadın ismi de Nene Hatun, bebeğini beşiğine yatırmış bir yandan da sobanın cılız ateşini harmanlamaya çalışıyormuş. Dışarıdan gelen top ve mermi sesleri daha da duyulmaya başlanmış ve Nene Hatun en sonunda dayanamayıp Erzurum halkıyla soğuk bıçak gibi yüzünü kesse de kar ayaklarına saplansa da cepheye koşmuş. Tabya’nın taş duvarlarına vardığında sadece bir anne değil, bir destanın kadın kahramanı olmuştur.
O gün Nene Hatun, evini bırakmamış; evini hatta yurdunu korumak için erkeklerle omuz omuza mücadele etmeyi, yaralılara şifa vermeyi, cepheye top tüfek mermi taşımayı seçmiştir. Sahi, istese evinde oturup sadece bebeğini büyütmeye çalışabilirdi değil mi? Ama o dışarıda, açlığın, soğuğun, ölümün gölgesinde yürümeyi seçti.
Ellerine kan, dizlerine kar değdi ama yüreğinde hiç sönmeyen bir ateş vardı. O ateş, beşiğinin yanındaki sobadan değil, yurdunu savunma iradesinden yanıyordu.
Nene Hatun, Tabya’nın taş duvarları önünde dimdik durmuş tıpkı omuz omuza savaştığı erkekler gibi, hatta onlardan da ileri bir kararlılıkta düşmana karşı koymuştu. O gün, “kadın dediğin evin içinde kalır, çocuğuna bakar” diyenlere rağmen yaşadığı toprakları korumak için evden çıkmış ve Erzurum halkının kahramanı olmuştu.
Yıllar geçti…Savaş meydanları yer değiştirdi, ama kadınların yüreğine yüklenen cesaret hiç eksilmedi.
Bu kez karşımıza çıkan kadın, Halide Edib Adıvar’ın kaleminden doğan Ateş’ten Gömlek romanından Ayşe idi.
Ayşe’nin hikayesi, Millî Mücadele’nin en acı başlangıcıyla kesişti. İzmir, işgal kuvvetlerinin ayak sesleriyle yankılandığında, yalnızca şehir değil, Ayşe’nin hayatı da yıkıldı. Kocasını ve çocuklarını kaybetti; evi, düzeni, geleceği küle döndü. O gün bir kadın için en büyük acıyı yaşadı, ama bu acı onu yere sermek yerine önüne çıkan iki yoldan birisini seçmesini gösterdi.
Bu yüzden İstanbul’un dar salonlarında oturmadı. Milli Mücadele’nin çağrısını duydu ve Anadolu yollarına düştü. İzmir’de başlayan ateşi, Anadolu’nun kalbine taşıdı. Cephelerde yaralıların başında durdu; kimi zaman hemşire, kimi zaman yoldaş, kimi zaman yalnızca varlığıyla bile güç oldu. Onu küçümseyen her bakışa karşı direndi.
Ayşe, Halide Edib’in kaleminden doğan bir karakterdi ama onun sesi, yalnızca roman sayfalarında kalmadı. O ses, 1919’un Mayıs’ında İstanbul’un göbeğinde, Sultanahmet Meydanı’nda yankılandı. Halide Edib, binlerce insanın karşısına çıktı ve işgal altındaki memleketin acısını, kadınların da erkekler kadar bu mücadelede yer alması gerektiğini haykırdı.
O gün meydanda toplanan kalabalık, yalnızca bir yazarın değil, bir milletin direnişinin sesini duydu. Halide Edip’in haykırışı, Ayşe’nin susmayan yüreğiyle birleşti.
Ve aslında bu sesler, gerek 93 Harbi’nde Aziziye tabyalarının karında, gerek Millî Mücadele’nin İzmir cephesinde ve Sultanahmet Meydanı’nda, gerekse daha nicelerinde, yüz yıllardır var olan en yüksek seslerdendir.
O ses, kurmaca da olsa gerçeğin yankısıdır; roman sayfalarındaki Ayşe’nin kalemle can bulan sesidir.
O ses, tarihin içinde kanıyla, canıyla duran Nene Hatun’un tabyalarda haykırdığı sestir.
O ses, meydanlarda bir milletin yüreğini ateşleyen Halide Edip’in Sultanahmet’teki haykırışıdır.
Kadın evine sığmaz, sığdırılamaz.
İster kalemiyle ister sesiyle; yalnızca kendi evini değil, bir milleti de ayağa kaldırır.
Bugün de kadın, emeğiyle, sözüyle, sanatıyla toplumu dönüştürür; geleceğe yön verir.
Ve biz biliyoruz: Kadın isterse, dün olduğu gibi bugün de dünyayı değiştirir.



